Cuma, Aralık 29, 2006

Yılın Son Yazısı

Hep tatil öncesi günlerde başıma gelir bu, mutlaka sekiz ayın çarşambası aynı ana denk gelir. Bir sürü iş çıkar, aksilik olur, durduk yerde başıma iş açarım. Bugün de bu kuralı bozmayıp, öğle tatilinde düzelttirmeye gittiğim saçlarıma gölge atmalarına, bin kez doğal olmasını istiyorum dememe rağmen, hemen hemen sapsarı yapmalarına izin verdim. Ben beğenmedim, arkadaşlarımdan görenler de "o kadar da kötü olmamış" dediler. Birazdan gidip düzelttireceğim. Telafisi var neyse ki. Kuaför sonrası kızımın okuldaki yılbaşı balosuna yetişeyim dedim ve okuluna gittim. Tabii toplam süre öğle tatili zamanını çoktan aşmıştı. Tam okulun kapısından içeri girmiştim ki, ofisten gelen bir telefonla kızımı da göremeden gerisin geri ofise dönmek zorunda kaldım. Yolda radara yakalanırım diye çok korktum ama kazasız belasız geri döndüm.
İyi de bir haber aldım bu arada. Eşimi yılın başından beri çekap (genel sağlık taraması mı demeli?) yaptırması için ikna etmeye çalışıyordum ve nihayet yıl bitmeden bugün detaylı bir kontrolden geçti. Çok şükür hiçbir sıkıntı yok. Seneye de kendime yaptırmak istiyorum. Malum, önce sağlık.
Pazar akşamı oldukça kalabalık olacağımız bir yemeğe davetliyiz. Yakın akrabalarımızla birlikte, cümbür cemaat, patırtılı gürültülü yemeklere bayılırım. Yeni bir yıla, sevdiklerinin büyük bir kısmıyla beraber girmekten daha keyifli ne olabilir?
Bu yıl çok hızlı geçti. Herzamankinden de hızlıydı herşey. Ama daha oturmuş, daha bir kıvamı tutmuş bir yıldı. Şükrediyorum her zamanki gibi. Herşey için.
Mutlu ve sağlıklı bir yeni yıl ve neşeli bir bayram dileklerimle.

Çarşamba, Aralık 27, 2006

İyi ki Doğdun Oğlum!


Geçen sene, birinci yaşını kutladığımızdaki hali gözlerimin önüne geliyor sürekli. Ne hızlı akmış zaman. Bugün oğlumun ikinci doğumgünü. Partimizi Pazar gününden yapmıştık. Oğlum dışında, herkesin keyif aldığını umduğum bir gündü. Kalabalıktan hoşlanmadığı için sürekli kucağımdaydı. Süs balonlarıyla bile ilgilenmedi. Henüz kendi partisinin keyfini çıkaracak kadar büyümemiş olsa da, bir yıl içersindeki inanılmaz değişimi ve gelişimi müthiş. Şaşırmamak, hayran olmamak elde değil. Tabii herşeyi daha da güzel anlayıp anlattığı için, direttiği konular ve gerildiğimiz anlar da arttı nispeten. Yine de iyi ki aramıza katılmışsın oğlum, iyi ki doğdun, iyi ki varsın!

Salı, Aralık 26, 2006

İlk Hediyemi Aldım!

Hayatın renklerinin nerede nasıl karşımıza çıkacağı belli olmuyor. Bir anda hiç beklenmedik bir hediye alıveriyor insan. Seviniyor. Mahçup oluyor. Düşünüldüğü, akla geldiği için mutlu oluyor.
Çok teşekkürler Renkler! Hediyene bayıldım. İdeal kıyafet kısmı doğru, diğeri içinse çok fırın ekmek yemem lazım. Sevdiklerinle birlikte her açıdan güzel ve iyi bir yıl dilerim sana. Çalıştığım sektör itibariyle, fuarlar hariç, on yılda sadece iki kez etek giydim işyerinde ama, bu kıyafete bayıldım. Bence de çok zarif. Tekrar teşekkürler.

Çarşamba, Aralık 20, 2006

Nasıl?

Dün öğleden sonra öğretmenimizin veli görüşme günü idi. Hem genel durumu konuşmak hem de bazı konularda fikir almak için babamızla birlikte okula gittik. Genel durum gayet iyi. De..Bir problem olduğunu söyledi öğretmenimiz. Bence de tespiti çok doğru idi. Kızınız çok duygusal dedi. En ufak birşeyi kaybolsa ağlamaya başlıyor ve avutamıyorum dedi. Hele birgün, pofuduk bir atkısı var, serviste unutmuş ama sınıfta kaybettiğini düşünmüş. Hediyeydi o diye uzun süre ağlamış. Ben konuşuyorum onunla, siz de konuşun dedi. Sorumluluk almayı seven ve yerine getiren, arkadaşları ile ilişkileri iyi, görevlerini istekle yapan, verileni hemen alan, dersle ilgili ama duygusal bir çocuk, dedi.
Biliyoruz duygusal. Ama nasıl daha az duygusal yapalım, o kısmı tam bilemiyorum. Kendimizce bazı şeyler yapıyorduk zaten. Ama gerçek hayat duygusal insanlara göre değil. Hamuruna bir miktar daha, tam kıvamında rahatlık katmak gerek ki, kendinden getirdiği özelliklere de zarar vermeden yapmak gerek bunu. Nasıl, nasıl??
Öğretmenimizle daha pek çok şey konuştuk, çocuklar üzerine, ergenler üzerine, gelecek yıllar üzerine. Çocuklara bakarak aileleri tanıyabiliyoruz dedi. Doğru. Sınıf genelinin gerisindeki çocukların ailelerinin de birşeylerin gerisinde olduğunu anlattı. Hele ergenlik döneminde, anne babanın verdiği yanlış tepkilerin sonuçlarının problem olarak doğrudan ortaya çıktığını bir de öğretmenimizden duymak, zaten endişe ile baktığım ergenlik dönemi için, dikkatli olunmasının önemini bir kez daha hatırlattı bana. Göreceğiz tabii. Ama şu da kesin ki, ne ekersek onu biçeceğiz.

Pazartesi, Aralık 18, 2006

...

Her bir gün, tetriste aşağı düşen şekiller gibi geliyor bana. Ne kadar iyi yönlendirilirlerse, ne kadar iyi evirip çevirirseniz, o kadar az boşluk kalacak şekilde yerine oturuyor herbiri. Yetişemedikleriniz bir kez düştü mü, ne kadar boşluk kalırsa kalmış olsun, bir daha düzeltilemiyor. Yeni düşen şekille ilgilenilse de hemen, o yerine oturmamış şekillerde kalıyor bir süre akıl.
Haftaiçinin koşturmacasına en iyi gelen şey Cumartesi'nin sakinliği. Bir de Pazar'ın keyifli hareketliliği. Ne kadar az boşluk kalırsa o kadar iyi. O kadar dolu. O kadar iç rahatlığı. O kadar doygunluk. O kadar hayat..
Yeni bir hafta..Şekiller düşmeye başladı bile...

Çarşamba, Aralık 13, 2006

Cümbüş

Oğlum konuşmayı, kızım da okuma yazmayı söktü iyice.
Akşamları evde bir cümbüş hali var bu yüzden. Ödevler yapıldı mı, okul nasıl geçti, kim kimi kızdırdı, öğretmen ne dedi, sofra kuruldu mu, öksürük de bitmemiş hala, ufaklık neler yaptı, akşamüstü neler yedi, meyve yendi mi bugün, ya öğlen sebze çorbası nasıl içildi, ekmek doğranmış mıydı içine, kaçta uyundu uyanıldı, keyfi nasıldı, okuldan yazı gelmiş cevap verilmeli, öğlen ne yedin okulda, o kadarcık mı, salata yapacaktım yeşillikler yıkandı mı, yarına ne yemek yapılacak, annem yaparsa yaşadık yoksa bulacağız birşeyler, yarınki beslenme için kurabiye mi tost mu yapsam, akşamüstü çok acıkıyor yoksa, bu ödevi anlamadım ben nasıl yapılacak, öğretmeni arayalım, cevap vermiyor, bildiğimiz gibi yapalım, yarın için çanta hazırlandı mı, ufaklığın uyku saati, dişler fırçalandı mı, geç kaldık bu akşam atlayalım, eller yıkansın, üst ve alt değiştirilsin, biberona taze su konuldu mu, emzikler yıkandı mı, hay allah en önemli emzik kayıp, nereye gitti, hah burda, terlik ya da çorap giy hemen öksürüğün yeni geçti, ben kardeşini uyutmaya gidiyorum, senin de yatış saatine yetişmeye çalışacağım, baban yanında neyse ki, salondaki oyuncaklarını odana götür, süt içildi mi, biz geç kaldık yatalım, önce yanyana küçük yatakta yatıp sohbet edelim, neler yaptın bugün, resim yaptın öyle mi, yarın bakayım olur mu, ben de anlatayım neler yaptığımı, hadi artık kendi yatağına yat, kapat gözlerini, emziğinle de oynama artık, sizi çok seviyorum, sen de beni seviyor musun, harika, hem de kocaman ha, hadi artık uyuyalım, uyumuşsun kardeşinin odasından çıktığımda, yetişemedim, saçlarını okşayabilirim, uyandırmayayım dikkat, sabaha temiz gömlek ve çorap hazır mı, oh var neyse ki, yarın sabah tost yaparım kurabiye için gücüm yok, yürüyüş bandı, yok ona hiç gücüm yok hem de iki yıldır, vitamin almalıyım, kilo da almışım biraz, iştahımı açmasın daha beter, mutfağı toplamışsın ellerine sağlık, kalan yemekleri ben streçlerim, ne ikram edeyim sana, film var mı bu akşam, yok mu, Coupling'in iki bölümünü seyredelim o zaman, tamam oturuyorum hemen, yemek de yapmadım, buluruz birşeyler, saat on olmuş, uykum geldi ama dayanırım, ojelerimi yine silmeyi unuttum, marketten aldıklarımı yerleştireyim birde balkonda kaldılar, hemen geliyorum, hemen...
Nihayet. Eee ne seyrediyoruz bu akşam?

Salı, Aralık 12, 2006

Yok olmuyor!

Sanki gürül gürül birşeyler akıyor da, ben kaçırıyorum, kafamı bu gümbürtülü akışın aksine çevirmişim de sesini duyuyor varlığını biliyorum, ama başka birşey yapmıyormuşum gibi hissediyorum. İşlerin hafifleyeceği yok. Kaçamak da olsa yazmalıyım ben. İçim istiyor. Okumam öğrenmem yetişmem gereken bir sürü sayfalar dolusu bilgi var. Yine de fırsat bulup yazmalıyım. Yazmazsam daha rahat odaklanırım diye düşündüm, ama yazarsam odaklanamayacağım diye birşey olup olmadığını test etmedim henüz. İç sesimi seviyorum ben. Onu duymak, dinlemek, yazmak ve paylaşmak çok önemliymiş benim için. Devam..

Çarşamba, Kasım 22, 2006

Hafıza Sorunları

Annelog 1 yaşına girmiş 14 Kasım'da. Kutlamayı unuttum. Ne çabuk geçmiş bir yıl. Pat diye başladığım ve bir ayna olduğunu düşündüğüm sanal günlük sayfaları, hayatımda özel bir yer edindi çabucacık. Konuşamadığımda yazabildiğim ve bir nevi istim atıp rahatladığım, belki kendimi aslında ben böyleyim, aklımdan da bunlar geçer diye tanıttığım ilan tahtam, ışıltılı aynam, yazılı hafızam burası. Hele yeni tanıdığım ve her sesime ses veren, vermese de benim okuduğum ya da tarafından okunduğum arkadaşlar, düzgün insanlar hiç de sanıldığı kadar az değil dedirttiler bana. Bir de onaylanmanın rahatlatıcılığı öyle iyi geldi ki. Belirgin bir etkisi oldu eminim.
Önümde beni bekleyen zor ve oldukça fazla sorumluluk isteyen işler var. Altından kalkmam ve alnımın akıyla çıkmam lazım. Bu yüzden bir süre mola alıyorum. Mutlaka tekrar yazacağım. Sadece zamanını bilemiyorum.
Sevgiler...

Pazartesi, Kasım 20, 2006

Hoşluk

Bu aralar üzerimde tuhaf bir hoşluk var. Hani soran olsa, iyilik güzellik diyeceğim ama öylesine değil, gerçekten bu şekilde olduğu için. İyi işleyen, bakımı yapılmış, dişlileri yağlanmış bir makina gibi biraz. Tıkır tıkır işleyen ve yol alan...Zorlandığım her anda, böyle bir düzlüğe çıkacağımı hayal edip kuvvet veririm kendime. Hep işe yarar. Ancak ufukta son bulabilen geniş bir ovanın üzerinde, güneşli ama ılık bir gün hayal etmek gibi. Ya da açık denize kıyıdan bakmak gibi. İçimi açar.

Cuma günü kurs eğlenceli geçti. Çok şeker, minicik, muhtemelen bizden on yaş küçük bir hocamız var. Hiçbirşey bilmeyen ve estetik kıvraklıktan nasibini almamış bizlere karşı oldukça sabırlı idi. Ama yine de, ilk dersten itibaren diğer gruplara göre daha hızlı ilerlediğimizi söyledi. Ya da sadece bizi motive etmek istiyor da olabilir. Bir ay sonunda ne durumda oluruz kestirmek zor.
Dokuz on yıl boyunca her Cumartesi öğlene kadar çalışan biri için, artık cumartesileri çalışmıyor olmak da büyük bir lütuf. Son derece kıymetli saatler. Tazeleyici. Dinlendirici. Keyifli. Hele akşamında yıllardır evimizde ağırlamadığımız arkadaşlarımızla tekrar biraraya gelmek, çocukların son hallerini fotoğraflamak, pilavın tutturulamamasına ve tam oğluşun uyku saatine denk gelmesine rağmen yemek yemek daha da güzel oluyor. Rutin ama hoş bir Pazar tüm bunların üstüne iyi gidiyor.
Bir de eşimin firmasında, çok fazla vakit almayacak ek bir işim var artık. Henüz çalışmaya başlamadım ama, keyif alacağımı bildiğim ve yapmaya can attığım bir iş. Bakalım insanın eşi patronu olunca nasıl oluyor.

İşte böyle. İyilik, güzellik, hoşluk, sağlık. Devam ettiği kadar..

Salı, Kasım 14, 2006

Oğluş Sözlüğü #2

Yenileri çıktıkça unutmadan yazayım:

Abakık : ayakkabı
Dumbudumbu : davul ve vurmalı her türlü gereç
Papat : kapat
topiztpitop : topitop
Bu aralar en gözde sorusu (her an ve herşey için) : Mu ne? (bu ne?)
İlk dört kelimelik cümlesi : diş..fııça..neede..anne?

.....
Alakasız not : Bu arada, geçen Cuma hocamız gelemediği için kursa başlayamadık. Azimliyiz. Bu hafta başlayacağız mutlaka.

Cuma, Kasım 10, 2006

Ekip

Kardeşler arasında ekip ruhunu yerleştirmek, ileride ya da şu anda yaşanması muhtemel kavgaları önlemeye yeterli olur mu acaba? Bilmiyorum. Ceza da, ödül de aynı anda iki tarafa da uygulansa, birbirlerini daha çok kollamaya yönelirler mi? Ufaklık artık ufak değil. Ablamız da artık küçük çocuk değil. Çok da müdahale etmemek gerek. Kendi ilişki yollarını çizmeliler. İşler sanırım bundan sonra daha da karmaşıklaşacak. Hem yakın hem de uzak durmaya çalışmayı öğrenmemiz gerek bizim.

Salı, Kasım 07, 2006

...

Hayat inanılmaz bir hızla akan ve bilinen deyimle bir daha aynı yerde yıkanamayacağımız bir nehir. Aklımıza geleni öyle çoook da uzun uzadıya tartacak lüksümüz yok bence. Yüreğin dayanmayıp aklın almayacağı binlerce yazı ve görüntü bombardımanı içinde, akıl sağlığımızı korumaya çalışmak dönüp duruyoruz dev bir atlıkarıncada. Nehir fikri daha çok hoşuma gidiyor benim. Sevmem atlıkarıncaları. Neden bir eğlence aracıdır anlayamam. Allanıp pullansa da yerinde sayan, aynı noktadan defalarca geçen, başını nereye çevirsen yine aynı manzaraları göreceğin gürültülü ve karıncasının nerede olduğunu hala anlayamadığım bu alet, hayatın kurtulamadığımız yanlarını temsil ediyor sanırım benim için.
Her yıl farklı birşeyi öğreneceğime söz vermiştim kendime. Geçen yıl temel pastacılık kursu ile başladım. Bu yıl da, ayrıca kursa gidecek vakit olmadığı için, CD'den (Türkçesi nedir compact disk'in???) hızlı okuma ile ilgili çalışayım diyordum. Bir türlü de fırsat bulamamıştım. Halbuki heryerde işime yarayacak bir beceri olurdu bu. Fırsat olunca buna da ilgi göstereceğim.
Bu yılın etkinliği hiç hesapta yokken başka birşey oluverdi. Bu öğlen kızlarla Kasım ayı yemeğimiz vardı. Durum netleşti. Cuma günü akşam çoğumuzun katılımıyla başlıyoruz. Hoşlanmazsak bir ay gidip bırakacağımız, epey ter dökmeyi umduğumuz, ama ben bunu yapmıştım zamanında diyeceğimiz bir kurs bu. Yedi buçukta başlayacağız. Tüm haftanın yorgunluğunun üzerine hem de. Ama böylece haftasonunu da bölmeyip evlerimizde olabileceğiz. Bir akşam için çocuklar babalarıyla uyuyacaklar. Bakalım nasıl olacak. Merakla bekliyorum...

Cuma, Kasım 03, 2006

Yara Bere

Hergün yara bere içinde okuldan geliyor bizim hatun. Ya çarpışıyor birileriyle, ya kendi kendine düşüyor ya da dünkü gibi kendinden büyük çocukların isteyerek ya da istemeyerek yaptıklarından yara alıyor. Yerden yüksek oynarken oralardaki büyük bir çocuk elini incitmiş bizimkinin. Pek gözümde canlandıramadım nasıl olmuş ama ağrısı dayanılmaz değildi en azından. Kazalar kaçınılmaz. Büyümenin gereği herhalde yara almak.
Pek görüşemedik de akşam. Oğluş artık uyurken odasından dışarı çıkarttırmıyor beni. Yatma saatine kadar başbaşa geçirebileceğimiz zamanları da oğluşun uyku saati almış durumda. Babasıyla vakit geçiriyor bu sırada ve hayatından memnun. Ama ben onu özlüyorum. Yaralarının nasıl oluştuğunu en son ben öğreniyorum.
Dün akşam benim elyazısı bilmediğimi öğrendi ve çok şaşırdı. Öğretirsen öğrenebilirim dedim. Sofra hazırlarken birkaç harf yazdırdı bana. Yanlış yaptıkça da bir öğretmen edasıyla şöööyle çizeceksin, burdan kıvrıl, burda dön diye kendisi çizdi harfleri. Sonra biraz daha öğretebilmek için peşimde dolandı durdu. Ve ben yine şu an değil, kardeşin uyusun ondan sonra dedim. Oğluşun odasında çıktığımda yatmıştı. Başka harf öğrenemedim.

Çarşamba, Kasım 01, 2006

Derin Nefes

Babamız bu yılki uzak kıta seyahatinden döndü nihayet. Her döndüğünde, derin bir nefes alıyorum. Hah diyorum. Geldi. Ruhumun sırtını yaslayabilirim. Daha az endişelenebilirim. Paylaşabilirim.
Çocuklar da çok özlemişler. Dün eve en son ben geldim. Evdeki tablo görülmeye değerdi. Bu sabah dahil ilgilerinin tamamı babalarının üstünde idi. Kızımın ilgisi zaten artık tescilli şekilde babasına ait. Şu aralar küçük bir papağana dönüşen oğlum ise, babasını gözünden ayırmak istemedi uzunca süre. Özlemenin nasıl birşey olduğunu ilk kez bilinçli yaşadı sanırım. Hastalığını bile unuttu. Bol bol cıvıldadı.
Şükrediyorum. Yorgunluğumu unutuyorum. Derin bir nefes alıyorum.

Pazartesi, Ekim 30, 2006

Dikkat Sınav Var!

Haftaiçinden planlamıştım. İlk yarıda kahve, ikinci yarıda patlamış mısır keyfi yapabileceğim, en çabuk gidip dönülebilecek ama düzgün bir sinemeda film seyretmeyi hayal etmek bile heyecan vericiydi.
Başarıyla planımı uyguladım.
Onbir matinesi başlamadan yarım saat de etrafa bakındım. Kendi adıma fazlaca film seçeneği yoktu. Zira korku filmlerini oldum olası seyredemem. Yavru kuşlar olmadan çizgi filmlere gitmenin bir eğlencesi yok. Vampir filmleri de hep aynı konu işte. Geriye tek bir film kalmıştı ki, zaten ilerisi için ergenlik çağına ait her türlü konu merakımı cezbediyor, Sınav filmine gitmeye karar verdim.
İlk sahneden sonuna kadar, gülmek ve ağlamak arasında mekik dokuyarak, nefis bir iş çıkarmışlar diyerek seyrettim filmi. Kendi ÖSS zamanlarımı hatırladığım gibi, ileride sistemin nasıl olacağı ve çocuklarımızın nasıl bireyler olacaklarıyla ve bizlerin onlara ne şekilde tepki veren ne tip anne babalar olacağımıza kadar pek çok şeyi de bir yandan düşünmeden edemedim. Sahne geçişleri, geriye dönüşler, oyuncular, müzik, hikaye, inandırıcılık, hayatımızın bir dönemine tutulmuş enfes bir aynaya dönüştürmüş filmi.
Oldum olası gümbür gümbür marş tadında müzikler beni etkilemiştir hep. Gece Yolcuları'nın Babeyli şarkısı başta olmak üzere fondaki tüm şarkılar yerli yerinde ve kullanıldığı sahneye kuvvetli tatlar ekliyordu. Eleştirmenlerin ne dediklerini bilemiyorum ama sıradan bir izleyici olarak ben böyle bir film yapılmış olmasından gurur duydum. Görmek gerek.
Film müziklerinin CD'sini dinliyorum Cumartesi'den beri. Kulaklarım için iyi bir değişiklik oldu.
Ben döndükten hemen sonra oğluşum uyandı ve kızım da gayet keyifliydi. Yokluğumda hiçbir problem çıkmadığını görmek keyfimi kat kat arttırdı. İçimde cılız da olsa duyduğum beni huzursuz eden ses yok oldu. Sanırım bir daha yapacağım.

Perşembe, Ekim 19, 2006

Link Hatlarında Arıza

Nerden nasıl bulaştı bilmiyorum ama annelog açılınca bir sürü tuhaf site de ardı ardına açılıyor. Hatta bu sabah açılanı nasıl kapattığımı bilemedim, neyse ki etrafta kimse yoktu. Bu konularda çok güvendiğim bir arkadaşımdan rica ettim. İlgileniyor sağolsun. Umarım kısa zamanda problem hallolur.

Çarşamba, Ekim 18, 2006

Ela Lale El Ele

Başlık, hatunun dün akşamki ödevi idi. El yazısı ile bir sayfayı bu cümle ile doldurmuş ben işten gelene kadar. Ancak uyku saatinden sonra odasına girip bakabildim. Oldukça düzgün yazmış. Solak olduğu için kendine en kolay gelecek stili henüz geliştiremedi. Kalemi de zaman zaman en ucundan üç parmağıyla kavrıyor. Sonra yok böyle değildi diye düşünüyor olmalı ki düzeltiyor. Öğretmenine not yazmıştım uyaralım mı görünce diye. Fazla zorlamadan uyarının faydalı olacağını düşündüğünü yazmış. Burada özellikle bana gönderme yapmış zira bir keresinde, üstüste birkaç kez kalemi her yanlış tutuşunda düzelt diye uyarınca, ertesi gün öğretmenine beni şikayet etmiş hatun. Abartmıştım o gün sanırım.
Öğretmenimizin de işi zor, hem çocukları toparla, hem de velileri. Oğlumun öğretmeni bu anlamda daha şanslı olacak sanırım.

Cuma, Ekim 13, 2006

İstanbul Turları #1

İç kargaşadan yazmaya fırsat bulamamıştım. Geçtiğimiz haftasonu sanırım toplamda dördüncü kez ve ilk defa oğlum için, Darıca'daki Hayvanat Bahçesi'ne gittik. Hava da ne sıcak ne soğuk ve tam da dışarıda dolaşma iklimiydi. Çok güzeldi. Kızımı da ilk oğlum kadarken getirmiştik sanırım. Akvaryumların önündeki bariyerlere zar zor yetişiyordu.
Oğlum için müthiş bir gezi oldu. Bir iki gün sonra neler görmüştük dediğimizde at, tavşan bir de anlayamadığımız bir hayvan ismi saydı ve gözleri boncuk boncuk halde, gezdiğimiz yerleri düşündü muhtemelen.
Keçilere ve ponilere bebe bisküvisi ikram ettik. Aslanların güzelliğine hayran olduk. Maymunlarla epeyce oyalandık. Avuç içine rahatlıkla sığabilecek bir bebek maymunu seyrettik uzunca bir süre. Her bir kafesin önünde, içindeki hayvanla ilgili konuştuk mümkün olduğu kadar. Her ikisi de çocuk parkındaki oyuncaklardan boylarına uygun olanlarını denediler. Çoook yüksek olan kaydırağın en tepesine kadar çıktı kızım, giderken de deneyeceğim diyordu ama, kaymaya cesaret edemedi. Önemli değil, sanırım ben de çekinir kaymazdım oldukça yüksek dedim. Belki seneye deneyebilir. Eğimli her türlü yerden korktuğum için benim asla deneyebileceğimi sanmıyorum.
Flamingoları çok sevdim bu kez ben. Hem kafes içinde de değillerdi, tıpkı leylekler gibi. Demek ki gönüllü olarak konaklıyorlar orada. Hoş, mekan da gönüllü olunmayacak gibi değil.
Bir de timsahları tutan tek kat kalın cam çatlamıştı. Bir kuyruk darbesinde tuzla buz olur mu acaba diye düşünmeden edemedim, farkettirmeden bizimkileri çekiştirip erkenden bölümden çıkalım diye çabucak kapıya yöneldim. Nerden gelir böyle şeyler aklıma bilemiyorum. Etrafa bak, keyfini çıkar değil mi? Yok! İlla ki ihtimalleri hesaplayıp duracağım. İstemiyorum ki ben böyle olsun...
Sonuç olarak, çok keyifli bir gündü. İyi ki gitmişiz.

Çarşamba, Ekim 11, 2006

İyi Düşün, Herşey İyi Olsun Annelog!

İyi düşününce iyi olur herşey. Bazı şeyleri olduğu gibi kabullenmeyi öğrenmiştim yaş gereği. Ama tam olmamış demek ki.
Neyse...
Hayat hala çok güzel. Hala her dakikam için şükrediyorum.
Dünkü telaşla iş arkadaşlarımla paylaşmıştım sıkıntımı. Ekibiz biz, destekleriz, açık olursa kapatırız, bu kadar da üzülecek birşey yok dediler. Salya sümük olmasaydım daha iyi olurdu ya, neyse. Halden anladılar.
Limonlu peynir keki tadı ve kahve kokusu. Yanında da en sevdiğim kitaplarımdan biri. Kendime hediye resim olsun bugün.

Salı, Ekim 10, 2006

Zor

Destek olacağını söyleyen, en çok güvenebileceğimi düşündüğüm kişilerden biri, kendi hayatını yaşamak istediğini söyler, yaptığı yardımlara çivi yutmak derse ne olur?
İçin acır.
Çoooooook zorlanırsın.
Önemli kararlar alman gerekir.
Gözlerin durup dururken kızarır
İçinde çocukluktan kalma boşluklarda çöküntüler olur, epey sarsılırsın
Nerde hata yaptım dersin
İleride neler olabilir hesaplamaya çalışırsın, başaramazsın
Kabullenmek istersin, henüz yapamazsın
Kendini hiçe sayıp düzeltmek için birşeyler yapayım dersin, içine vicdanına aklına sinmez, yapamazsın
Beklersin
Önce bir de böyle denemek, sonra pes etmek istersin
Zor...
Çok zor...

Cuma, Ekim 06, 2006

Tamirci

Oğluşum, taşınmamız sırasında ortaya çıkan alet kutusuna bayıldı. İçindeki çeşitli vidalar (vada diyor, a'ların üzerinde şapka var ama!), tornavidalar, çekiç (adı bambam), ingiliz anahtarı, çivi, biryerlerden kalmış prizler, fişler, kablo parçaları, renkli izolasyon bantları ve ne olduğunu anlayamadığım birçok ıvır zıvır, oldukça uzun bir süre meşgul etmeye yetiyor oğluşumu. Bu öğlen, yakındaki bir semtte kıyıda kenarda kalmış minicik bir oyuncakçıya rastgeldim. Acelem de olduğu için hemencecik girer çıkarım diye düşünüp içeri daldım. Hiç olmazsa alet edevatların oyuncak olanlarını alırsam, çok daha tehlikesiz olur diye düşünüyordum zaten. Oyuncakları buldum. Tam istediğim gibi olmasalar da hemen aldım. Çünkü kulakları son derece ağır işiten tonton bir oyuncakçı çıktı karşıma.
İçeri girdim. Merhaba dedim. Kafasını gazetesinden kaldırmadı önce. Herhalde müşteriye ihtiyacı yok böyle ilgisiz olduğuna göre diye düşünüp hafif hiddetle bir kez daha, ama bu kez daha yüksek sesle merhaba dedim. Bu kez beni farketti, gülümsedi. Ne istediğimi söyledim. Hemen kalem ve okuduğu gazetenin kenarını uzattı. Yaz buraya kızım, ben biraz ağır işitirim de deyince durumu anladım. Sanki ağır işitiyor diye zor da okuyacakmış gibi büyük harflerle "ERKEK ÇOCUKLAR İÇİN TAMİR ALETLERİ" yazdım. Var var tabii dedi. Birkaç kutu çıkardı. O arada da sürekli konuştu, ben de dinledim. Bazı kutular için elimle para işareti yapınca fiyatlarını söylüyor, o oyuncağın neler yaptığını zevkle anlatıyordu. Pazarlık bile yaptık. İki kez merhaba dedikten sonra tek kelime konuşmadım ama çok güzel bir alışveriş oldu. Susup dinledim kısacık zamanda.
Mutlaka tekrar uğrayacağım.

Salı, Ekim 03, 2006

Kısa Kısa

Madem vakit yok pek, kısa kısa yazayım:
-12 futbol sahası büyüklüğünde bir fuara ilk kez gittim (yaklaşık o kadar vardı).
-Otel, fuara yürüme mesafesindeydi. İlk günü topuklar üzerinde geçirdikten sonra otele yürürken acıdan ağlayacaktım nerdeyse.
-İkinci gün şıklığı filan bir kenara bıraktım. Çok daha rahattı.
-İlk günün akşamı patron bizi yemeğe götürdü. İlk defa Pekin ördeği yedim. Güzeldi.
-İkinci günün akşamı 500 kişilik bir yemekte, bazılarının ne olduğunu anlayamadığım yemekler yedim. Yemekten erken kaçıp, ufak bir şehir turu yaptık.
-Yıllardır göremediğim pekçok kişiyle fuarda karşılaştım. Kilo verdiğimi ve değişmediğimi söylediler. Çok sevindim. Vicdan azabı duymadan çikolata yedim.
-Giderken de gelirken de uçak meslektaş doluydu. Milli takım kafilesi gibiydik.
-İlk defa suşi yedim. Beğendim. Burda da iyi biryer bulup yemeliyim tekrar.
-Otelin arap esintili modern bir dizaynı vardı. Sabah kahvaltıları upuzun bir masada, evdekine çok benzer yiyeceklerle, herkesin birarada oturduğu bir mekanda idi. İlginçti.
-Almanya'da almanca bilmeye pek gerek yok, etrafta mutlaka Türkçe bilen biri bulunuyor.
-Tüm taksiler mercedesti.
-Üç hatun havalanına giderken, yolda taksiyi bekleterek dört değişik alışveriş mekanına uğrayabildik. Taksi beklerken de yazdığı için, reyonları jet hızıyla dolaştık. Neyse ki, herşey burda da var ve orda fiyatlar daha ucuz değildi. Yoksa bir tanecik saatle kurtaramazdım.
-Dönüşte sevdiğin kişi tarafından karşılanmak ve yokken olanlar hakkında konuşmak, biraz sonra da çocuklarının gıdıklarını koklayacağını bilmek, tüm şehirlerden ve seyahatlerden kat kat güzel.

Pazartesi, Eylül 25, 2006

Hoşgeldin!!!

Şu çok bilindik rüya vardır ya, hani hızlı hareket edilmesi gerekiyordur ya da bağırılması gerekiyordur. Ama bir türlü hareket edemezsin, koşmaya çalışıp bacaklarını kıpırdatamazsın ya da sesin çıkmaz var gücünle bağırdığın halde. Eylül, bende bu hissi uyandırıyor bu yıl. Baharın her türlüsünü sevmeme rağmen. Koşamıyorum bir türlü. Değil bağırmak, konuşamıyorum bile. Şikayet değil hiçbiri. Sadece, dizlerim titriyor ağırlıktan, o kadar. Son bir gayret Hamburg'daki fuarı atlatıp, dönüşte evi yerleştirdikten sonra, akıl fikir dağınıklığı da dağılır elbet. Sağlık olsun. Bir kaç gün yokum. Takım elbise altına giyilir hem şık hem de rahat bir ayakkabım olmadığı için, üç gün boyunca topuklu ayakkabı işkencesi ile, ama yine de iple çektiğim, en büyük denizcilik fuarlarından (sanırım ikinci büyük) birine gidiyorum. Herkes orda olacak. Sabırsızlanıyorum.

Bu arada, Ebruş da artık yazıyor. Yazmalıydı da. Benim akıllı, güzel (ve incecik) arkadaşım, hoşgeldin!

Perşembe, Eylül 21, 2006

Okul Çağı Çocuğu

Hakkında, içgüdülerim dışında hiçbir fikrimin olmadığı okul çağına geldik. Bu kitabı aldım. Düzenli okumaya başlayamasam da ilk okunacakların başında. Evdeki taşınma telaşı ve kargaşası bana da yansıyor herhalde, nedense okuyamıyorum bu dağınıklıkta. Aynı dağınıklık kafamda da var. Eylül ayının yoğun olacağını biliyorduk ama bu kadarını da ummamıştık.

Çarşamba, Eylül 20, 2006

Dev Hamak

Bu bir hamak değil aslında, yatları üzerine oturtup denize indirdikleri vincin kayışları. Öyle güzel uyumuş ki, fotoğrafını çekmeden edemedim. Bana da gerekli böyle bir gündüz uykusu.

Perşembe, Eylül 14, 2006

Sorusu Olan?

İşyerinde öyle bir ortam yakaladım ki, herhalde başka yerde bulamam. Saha tecrübemin azlığından dolayı güdük kaldığım pek çok konu var. E on yıllık olunca herşeyi herkese de soramıyor insan. Çekiniyor. İş arkadaşlarım kendi konularında çok iyiler. Onların eksik olduğu konularda da ben iyiyim. Bu bana istediğim gibi soru sorma özgürlüğü tanıyor. Ya da belki ilerleyen yaşla daha rahat sorabiliyorum. Özgüvenle ve hatta tecrübe ile alakalı olabilir mi? Belki ya da kuvvetle muhtemel öyle. Hani bir konferans olur da en sonunda konuşmacı sorar: Sorusu olan? Benim aklımdan pek çok soru geçse bile hiç elimi havaya kaldırmazdım. Ya da sınıfta. Çok zor soru sorardım. Halbuki, olur mu hiç? Sormadan öğrenilir mi?
Kızım dün akşam aklına takılan birşeyi sormak için öğretmeninin telefonunu sordu. Önce anlamadım, sonra şaşırdım, daha sonra da sevindim. Soru soracak rahatlıkta. Güzel...

Çarşamba, Eylül 13, 2006

Kalın Kalın Kitaplar

İşte tam bu yaşlarda kalın yapraklı kitapların artık metinlerini de okuma zamanı. Hatta bir miktar geç bile kalmış olabiliriz. Oğluşuma ablasına aldığımız kadar kitap almasak da, yine de fazla hırpalanmamış karton kitapları ve yenilerini ufak ufak okumaya başlamak gerek. Öyle güzel kitaplar çıkartıyorlar ki, renkleri resimleri hatta içinden çıkan oyuncakları çocukların oldukça ilgilerini çekiyor.
Tek problem, biz okurken oğluşun yanımızda oturup oturmayacağı. Onu da hallettik mi, tamamdır.

Salı, Eylül 12, 2006

İkinci Gün

Dün okulun ilk günü, çok güzel ve problemsiz geçti. İki saat kadar kalıp döndük. Bu hafta böyle geçecek.
Bugün kızımı okula götüremedim. Annem yanında idi. Biraz önce dönmüşler. Anneme emanet ettiğim için, içim öyle rahat ki. Bizim sınıfın velileri çok güzel kaynaşmış ve bolca sohbet etmişler. Külotlu çorapları aynı yerden alalım, rengi bir olsun bile demişler. Ben orda değildim. Kıskançlıktan ölüyorum...

Cuma, Eylül 08, 2006

Usta Ne Düşünür Bu Hususta?

Dün marangoz ile, bugün de boyacı ile yaptığımız gergin konuşmalar sonucunda birkez daha hatırlamış oldum ki; kendi evinize uygulayacağınız kendi fikrinizi önce ustaya beğendirmek zorundasınız. Şöyle ki;
-Usta bu tavanlar herzaman beyaz oluyor, duvarların renginde boyas..
-Yok olmaz! Çok mantıksız olur!
-Yaa!?? Neden?
-Öyle.Mantıksız olur.
- ...
-Usta bu dolabı boyamak istiyoruz. Yapılabilir değil mi?
(Dolabın sağını solunu elliyor)
-Gayet güzel, neden boyatıyorsunuz ki?
Burda yutkunup, oda küçük daha açık renk ferah gösterebilir filan diye birşeyler geveliyorum. Neyse sonra ikna oluyor. Ama eskitme şeklinde boyanmasına kesinlikle hayır diyor! Odaların renklerini seçtim, bakalım beğenecek mi?
Marangoz ise ayrı bir alemdi. Neredeyse tüm eşyaları atın siz yenileri alın diyecekti. Hatta iki ay sonra yine aynı olur bu dediği komodini kurban verip kullanmamaya karar verdik.
Anahtarımızı aldık nihayet. İçeride henüz arkadaşlarımızdan kalma eşyalar var ama haftaya alacaklar. Bu arada işler ilerlesin dedik. Dedik de. Daha elektrikçi, parkeci, ocu bucu gelecek.
İş değil, ustalar korkutuyor beni. Alttan alacak sabrı herzaman bulamayabilirim diye.

Perşembe, Eylül 07, 2006

Burası

İnsanın bu koca şehirde başına gelebilecek en güzel şeylerden ve bence başlıcalarından biri, evinin ve işinin birbirine çok yakın olması. Zamandan kazanç, trafikten muafiyet ve öğle tatilinde evde yemek demek bu. Bu yüzden yaşadığımız yeri çok seviyorum. En fazla altı yedi kilometre yarıçaplı bir daire içinde evimiz, işim, eşimin işi, kreşler, annemin evi, bakıcımızın evi, balıkçı ve köfteciler, üç dört tane semt pazarı, sahil kenarı salaş kahvesi ve daha bir dolu mekan bulunuyor. Çok pratik. Öğle tatillerinde markete gidip alışverişi hallediyorum mesela. İş çıkışında da pazara uğrayıp, çabucacıkk sebze meyve toparlıyorum.
Bir tek kızım bir miktar yol gidecek okul için. Kardeşi de okula başlayana kadar burdayız en azından. İlerde ne olur bilmiyorum tabii.
Deprem bölgesi olması koca bir soru işareti ve oldukça korkutuyor. Pek de bilimsel bulunamayacak olan buraların zemini kayaymış fısıltıları ne derece doğru, bilmiyorum...
Yine de iyi ki burdayız diyorum. Gülümsüyorum.

Salı, Eylül 05, 2006

Oda

Kızım doğduğunda sadece bebek karyolası almıştık. Nasıl olsa büyüyecek, ihtiyaçları değişecek diye düşünüp. İki yaşına gelmeden de bir oda takımı aldık. Artan eşyalara ve oyuncaklara daha fazla geçici çözümler bulamadık.
Dört yılda epey bir hırpalandı bu takım. Her tarafına stikırlar yapıştırıldı, resimler çizildi, boyası yer yer zarar gördü. Boyatıp elden geçirdikten sonra tekrar rahatça hırpalaması için, yazı çizi dönemini geçirmek üzere oğluşumun olacak bu eşyalar şimdi. Kaşla göz arasında çarşafları duvarları çizdiği için bunun şimdilik en iyi çözüm olduğunu düşünüyoruz. Ablasına çalışma masalı yeni bir oda hazırlayacağız.
Önümüzdeki günler oldukça yoğun geçecek (hoş, hangisi geçmiyor ki?). Hala havasında değilim ama taşınmamıza birkaç gün kaldı. İş listesi yapmalıyım. Unutuyorum sonra...

Pazartesi, Eylül 04, 2006

Mahlep Şarabı, Behrengi, Martı, Tarık Dursun

Geçenlerde National Geographic'teki bir belgeselde ömrü uzatan iki besinden bahsettiler. Biri çikolata, diğeri şarapmış. Koskoca ilim bilim kanalı yalan söyleyecek değil deyip, e tabii işimize de geldiği için, haftada en az bir kez şarap içmeye başladık. Pek öyle düşkün olmadığımız için bu kadar bile içmezdik daha önce. Çikolata ise zaten olmazsa olmaz bizim evde.
Dün mahlep şarabını denedik. Değişik tadları denemeyi seviyor abim. O bahsetmişti. Bahsetmekle kalmayıp bir şişe de dün aldı bize. Aslında tam şarap değil, vermut diye geçiyor, şarap, mahlep püresi ve alkolden yapılıyormuş. Tadı çok hoşuma gitti. Yoğun ve yorucu bir Pazar gününden sonra çok iyi gidiyor.
Okul alışverişinin ufak tefek kırtasiye kısmını ve çanta işimizi de hallettik bu arada. Abim kızım için okul hediyesi olarak Behrengi'nin hikaye kitaplarından birkaç tanesini ve Richarh Bach 'ın Martı'sını aldı. Her gece yatmadan önce iki üç sayfa okuyacağız. Martı ile başladık. Tabii iki sayfa bile kızımdan gelen bolca soru ile oldukça uzun sürdü. Bir de babası Tarık Dursun K.'nın pekçok masalının birarada olduğu bir kitabını aldı. Azıcık da oradan okumaya başladık. Tekerleme tadında kafiyeli sözler kızımın çok hoşuna gitti. Zaten bizi odada tutmak ve daha geç uyumak için elinden geleni yapıyor, bu durumdan istifade ediyoruz biz de. İyi bir anlaşma bence.

Cuma, Eylül 01, 2006

...

Renkleri çok geç keşfettiğimi düşünüyorum. Okulda mesela, tam yaşımken (ne demekse) cıvıl cıvıl giyinebilirmişim daha da. Ama yapmadım. Takı da takmadım pek. Kendisi de burdan öğrenecek ama renkleri ve sesleri eşimden sonra sevdim ben. Neyse, bu ayrı uzun bir konu. Bugünün düşülecek notu başka.
Sevgili Crescent'ın yaptığı takılardan seçtiklerim bugün elime ulaştı. Aksi gibi Bob Marley klibinde oynayabilecek kadar rengarenk giyindim bugün ve pek iyi mankenlik yapamadım ama, bu resimdeki kolye ve bir de pembe bir kolye küpe takımım var artık. Sağolsun, bir çift küpe de hediye olarak göndermiş Crescent'cım. Yürürken çıngırdamayı seviyorum ben. Koyun gibi. Boncuklar paralar birbirine çarpsın filan. Bu kolyeden de çok güzel sesler çıkıyor. Teşekkürler Crescent'cım.

Perşembe, Ağustos 31, 2006

...


Keyif dalda ürkek bir kuş bu aralar. Neşelenmek lazım. Sıcaklar bitti. Şükredecek çok şey var. Bu öğlen annemle cep telefonumdan konuşurken bir yandan da çantamda telefonumu arayacak kadar yorgunum. Ya da başka birşey. Bilmiyorum...

Pazartesi, Ağustos 28, 2006

Çantamızda Ne Var?

Bu yıl artık bir işimize yaramayacak olsa da, sabah burdan seyahatte yanımıza almamız gerekenler listesine bakarken farkettim ki, şehir içinde günübirlik gezilere de bu listedekilere çok yakın eşyalarla çıkıyoruz. Dün anneanneme giderken hazırladığım çantadakilerin hatırlamaya çalışayım:
-oğluş için; 4 takım kıyafet (bir tanesi her ihtimale karşılık uzun bacaklı, diğerleri şort takımlar)
-İlave tişört
-arabadan çıkarken sırta konulacak ter emici bezler
-3 adet emzik
-su biberonu
-şapka
-bezler ve ıslak mendil
-3 azı dişinin birden kabarmasıyla her an inip çıkan ateşe karşılık şurup
-diş ve sıcaktan kaynaklandığını düşünmek istediğim iştahsızlık için aç karnına bir an yakalandığında (ki pek zor olmuyor) verilmek üzere vitamin şurubu
-2 adet karton kitap
-1 mini piano (lay lay)
-ani acıkmalara karşı birkaç kurabiye
-kızım için; yedek bir takım kıyafet ve iç çamaşırı
-bir şişe su
-gittiği yerde ayağına göre bulunmadığı için terlik
-şapka
Neyse ki, kendi kitapları boyaları ve bebekleri için ayrı çantası var.

Ve yine aynı çantaya kendim için en az yer tutacak şekilde yedek elbise, cüzdan, gözlük, ruhsat.
Eskiden mama teçhizatımız da vardı bu listede. Sıcak su termosunun çanta ağırlığı üzerindeki etkisi sanılandan fazla.

Kızımın doğumunda bir sporcu çantası almıştım. Şirin bebek çantalarına taa o zamandan beri sığamıyorum zira. Edip Cansever'in "masa da masaymış ha" diye şiiri vardır ya, bizim ki de çanta da çantaymış ha, bu kadar zaman bana mısın demedi.
Kışa ne yapacağız bilmiyorum, değişen hava şartlarına heran uyum sağlayabilmek için farklı özellikte ve kabarık kıyafetler, yağmurluklar, yelekler. Off, şimdiden yoruldum. Biraz risk alıp, hafiflemek lazım. Her servisi de karşılayamayız ya, değil mi?

Perşembe, Ağustos 24, 2006

Güzel Şeyler

Sahilde simitlerine bayıldığımız, her Pazar mutlaka erkenden uğrayıp koca bir poşet kahvaltılık çörek börek simit aldığımız bir fırın var. Dün akşam çarşıda ufak bir gezinti ve köşebaşı balıkçısında yemekten sonra yine uğradık. Duvarda küçük bir kutu asılı idi. Bağış kutusu yapmışlar. Bu paralarla, belediyeden yoksul olduğunu belgeleyen ailelere ücretsiz ekmek vermeye başlamışlar. Yıllardır tanıdığımız fırın sahipleri de oldukça heyecanla kimlere ne kadar ekmek verildiğini kaydettikleri listeyi gösterdiler. Üç varlıklı işadamı da yüklü yardım yapmış ve çeşitli yerlerde bu şekilde ücretsiz ekmek dağıtılmaya başlanmış. Para artarsa da kırtasiye, giyecek, ilaç gibi başka yardımlar da yapılacakmış.
Çok sevindik. Her kim önayak oldu ise, müthiş güzel bir iş yapmış.

Çarşamba, Ağustos 23, 2006

...

Okulun ilk yılı, hepimizi toplayıp devlet tersanelerini gezdirmişlerdi. Hayatında ilk defa tersane ve yapım aşamasında gemi gören bizler, ağzımız bir karış açık, küçük ördek yavruları gibi hocanın peşinden giderek, fazla da etrafı kurcalamamaya çalışarak, işin ciddiyetinden uzak biraz da şakalaşarak dolaşmıştık tersaneleri.
Atölyelerin kapılarındaki yazılar hala aklımda:"Bu atölyede 245 gündür kaza olmamıştır". Gururla yazılmış, her gün tebeşirle yazılı rakam kısmı silinip, kazasız geçen bir günün daha arttırdığı rakamın yazıldığı siyah tahta üzerine beyaz yazılar...
Dün, okuldan mezun olduğumda ilk çalıştığım tersanedeki bir gemide patlama oldu. Haberlere göre 5 işçi ölmüş. Yaralılar var deniyor. Bulunduğum ofisten tersane girişini görebiliyorum. İtfaiye arabaları ve ambulanslar. Bugün de işçileri durdurmaya çalışan polisler ve işçiler kapıdalar. Olan oldu. Giden gitti...

Salı, Ağustos 22, 2006

Atış Serbest

Yeni bir huy geliştirdi oğluşum. Eline ne geçirirse, ağır hafif bakmadan fırlatıyor. Bazen sofranın ortasına, bazen ablasının kafasına. Tepki vermemeye çalışıyoruz ki, iyi veya kötü yaptığının ilgi çektiğini düşünmesin. Seyircisiz bir oyuna devam etmeyeceğini umuyoruz. Ufak düzelmeler yok değil. Yine de atış menzilinde olmamak için hepimiz dikkat ediyoruz. Bir basket potası almanın zamanı geldi galiba. Hiç olmazsa atışlarının bir hedefi olsun. Umarım işe yarar.

Cuma, Ağustos 18, 2006

Hocam Denk Gelip de Okursanız, Saygılar Sevgiler!

Herkesin hayatında var mıdır böyle birileri? Lise yıllarında, henüz hayat acemisiyken, söyledikleriyle ve yaptıklarıyla "etkileyen"?
Her Beşiktaş Atatürk Anadolu Liselinin hatırlayacağı ve benim de hiç unutmadığım edebiyat hocam Ersin Aybars öyle biri. Tesadüfen Ekşi Sözlük'te rastladım kendisine. Hesaplıyorum, en son 15 yıl önce ders almış olmalıyım. İlkokulda "hayat bilgisi" dersi vardı ya, işte onun lisedeki versiyonunu müfredat kılıflı edebiyat derslerinde, ama sahicisini, bizlere öğreten hoca.
Mecburi hizmet dolayısıyla Elazığ'da bir süre okuyup, sonrasında İstanbul'un göbeğinde bir okula gelmek yeterince sarsıcı iken, bir de o ana kadar gördüklerimden çok daha farklı bir Ersin hoca, en az kendisi kadar değerli ve "ders" aldığım eşi, yine edebiyat öğretmeni olan Tülin Aybars, bildiğim herşeyi sorgulatmışlardı bana.
Lise sonda idi galiba Amadeus filmini, her beş on dakikada bir durdurup yorumlayıp/yorumlattırarak seyrettirmişti bize. Sınavda da sorular filmden gelmişti. Ekşi sözlükte okuduğuma göre son zamanlarda Fight Club seyrettiriyormuş. Andre Gide'in "Dünya Nimetleri"ni ise tüm yıl boyunca okuyup tartışmıştık.
Şimdi beni görse tanımaz herhalde. Adımı hatırlamaz. Ama bir yerlerde karşılaşmayı ve teşekkür etmeyi çok isterdim. Emekli olmuş bile olabilir.
Hocam! Yazımı okursanız en azından burdan teşekkürümü kabul edin. İmla ve mantık hatalarını da affedin. Sizi ve eşinizi hiç unutmadım. Süslü cümleler kurup haddimi aşmayayım diye kısa kesiyorum. Biraz korkuyla karışık da olsa, saygı ve sevgilerimi gönderiyorum.

Perşembe, Ağustos 17, 2006

Baba, Çık Dışarı Oynayalım!

Anneme gittiğimizde, büfenin kitaplık bölümlerini kurcalarken şu kitaba rastladım. Daha önce görmemiştim ya da farketmemişim. Annem almış bir ara. Ama okumamış. Hemen el koydum.
Aslında babalara hitaben yazılmış. Günümüz koşturmacasında annelerin olduğu kadar babaların da işi oldukça zor. Bize kıyasla, çalışma saatleri ve günleri (hatta yerleri)konusunda herhangi bir kapris yapma şansları yok.
Kitap biraz önceliklerle ilgili. Çabucak okunabildiği için sıkmadan konsantre bilgiler verip, kısaca babalara (ya da o roldeki kişilere) çocuklarınıza vakit ayırın, model olun, ilgi gösterin diyor.
Tabii vakti daha da az olan babaların bu kitabı okumak yerine çocuklarıyla vakit geçirmesi de doğru bir seçenek.
Yine de, kendini geliştirmek isteyen bir babanın okumasında fayda olacağını düşündüğüm bir kitap.


Salı, Ağustos 15, 2006

Hamurcuk

Unutmadan oğluş sözlüğü yapmam lazım. Şimdi başlayayım. Zaman zaman yenileri oldukça eklerim. Düzgün söylediklerini değil ama ilginç olanları ileride de hatırlamalıyız mutlaka. Fotoğraf makinasının tarihini de düzeltmeli artık.

Bambuş : Babaanne
Aninne : Anneanne
Kaaga : Kuş
Av : Al
Abakaka : Al bakalım
Tikko : Domates
Zuş : Su
Üt : Süt
Amba : Lamba
Ampil : Ampul
Baakım : Balkon

Fotoğraf tatilde iken anneannesinde çekildi. Babaannesine hamur işleri konusunda oldukça yardımcı oldu. Sonrasında tüm mutfağın süpürülmesi gerekse de, epey eğlendi.

Pazartesi, Ağustos 14, 2006

Haftabaşı

Haftaya ağlayarak başladım.
Bence kariyer denilemeyecek ama bir şekilde çalıştığımı düşündüğüm iş hayatımın dönüm noktası diyeceğim bir kararla geçtiğim firmadan, mesai saati bitiminde (!) çıkıyorum diye işten atılmıştım. Bundan 3-4 yıl kadar önce. Hem de kendileri iş teklif etmiş olmalarına rağmen. Hem de baştan altıda çıkacağımı söylememe ve kabul (!) etmelerine rağmen. Hem de yine de çoğu akşamlar daha geç çıkmama rağmen. Hem de çok alıştığım sevdiğim hala unutamadığım bir işte zaten çalışıyor olmama ve bir söz verdim deyip kal ısrarlarına rağmen...
Hiç bir işimi özgeçmiş gönderek bulmadım ben. Bulunduğumuz yer küçük. Herkes birbirini tanır. Nasıl çalıştığını bilir. Değil bir iş yerinden kovulmak, o ana kadar kötü söz dahi işitmemiş bir ben, sizinle çalışamayacağız dendiğinde ne yapacağımı şaşırmıştım. Bugün o iş yerinden bir arkadaşımı gördüm. Tüm kadro değişmiş, bir tek benimle iş görüşmesini yapan, beni baştan söylediğim mesai bitiminde çıkmalıyım şartıyla kabul eden, taşaronluk zamanında iş verdiğim o müdür kalmış. Arkadaşım da üzgündü. Saat altıda çıkıyorsun diye yapılacak iş miydi dedi. O da istifadan dönmüş bir iki kez. Şimdi ben de beş buçukta çıkıyorum dedi. Onunla konuşurken boğazımda düğümlendi kelimeler. Devam edemedim. Gittiğinde de zaten yaşlarımı tutamadım. Demek pişmanlık böyle birşey. Yokolmuyor. Romatizma gibi her yağmurda sızlıyor.
Nefis bir haftasonuna ait nefis resimler çekmiştim bir de. Bu sabah hafıza kartının azizliğine uğradı hepsi. Silindiler. Ama pozlar bile aklımda. Yapabilirsem ve denk getirebilirsek birkaç tanesini tekrar çekmeliyim. Özellikle dört büyük dört küçük aynı masada, hem de hepsi (!) oturur vaziyette ve kameraya bakar iken yakaladığımız poz mutlaka tekrarlanmalı. Cumartesi kaçamağı ise ayrı bir konu.

Tüm bunların üstüne, neyse ki kızlarla buluştuk öğlen. İyi geldi. Çok tatlılar. Eksik kadro idik ama, Eylül gibi tamam olacağız. Bir de bebek haberi aldık. Grubun en minik üyesi o olacak.
Yukarıdaki resimdeki ben oluyorum. Bu sabah kahvaltıda kızım çizdi. Eteğim resimde çok daha uzun ve renkli. Saçlarım olduğundan uzun resmedilmiş. Dudaklarım ancelina coli gibi değil tabii gerçekte. Ama bu aralar nedense abartılı çiziyor. Bir de kollarımı kısa çizmiş. Sanırım daha çok sarılmalıyım. Yanaklarımdaki makyaj değilmiş. Sadece pembe pembelermiş. O kadar. Kısa bir ayrılık yaşadıkları için bu sabah anneanneleri çok revaçtaydı. Beni o yüzden çalakalem çizdi. Üzülmemeyeyim diye sanırım. Anneannesini peri kızı şeklinde çizmiş çünkü. Böyle kabarık etekler, yapılı saçlar, ellerde kurdedeli sihirli değnekler filan. Oğluşum ben giderken bakmadı bile. "Aninne"sinin kucağından inmedi bir türlü. Ben de sessizce kapıyı kapatıp çıktım.

Akşama az kaldı. Evim. Seni özledim.

Perşembe, Ağustos 10, 2006

100.Post

Blog yazmaya başladığımda ne kadar devam edeceğimi bilmiyordum. Yüzüncü post olmuş bile. Tebrikler Annelog!

Pazartesi, Ağustos 07, 2006

Kız Kıza

Her ikimizin de heyecanla bu Cumartesi'yi beklediğimizi söylemeliyim. Bakıcımız öğlene kadar kaldığı için, sabah erkenden çıkıp, en geç bir gibi dönmeliydik. O yüzden kahvaltıdan hemen sonra çıktık.
Yolda ilginç konulardan bahsettik. Mesela araba kullananların neden etraflarına ve diğer arabalara hiç bakmadıklarını sordu. Bir de elektrik direkleri ve telleri çok ilgisini çekmiş. Kablolar koparsa neler olur, evde hangi eşyalar elektrikle çalışır, yeraltına döşenen kablolara derine konuldukları için üzerlerinden araba geçse bile birşey olmaz gibi konularda, epeydir konuşmadığımız kadar sohbet ettik.
İlk durağımız kitapçı oldu. Uzun uzun kitaplara bakıldı. Kimsecikler olmadığı için bölümler arasında ayrı ayrı dolaşırken, bir yandan da konuşuldu. Yeni gelen kitaplara bakıldı. Boyama kitabı ve bir dergi alındı. Bir de şu yeni moda olan kartlar var. Üzerlerinde çeşitli fantastik çizgi karakterlerin olduğu ve her birinin kısa özgeçmişinin (evet üşenmemişler ayrı ayrı geçmişlerini ve şu anki durumlarını yazmışlar!) ve özelliklerinin puanlandığı kart destesinden aldık. Kızımı kartların başında gören ufak bir erkek çocuğu babasına "ama bunlar erkekler için!" dese de biz aldırmadık. Nasıl oynandığı hakkında en ufak bir fikrim yok bu kartların. Ama hangisi iyilik hangisi kötülük için çalışıyor hepsini tek tek okutturdu bana. Hangi tarafta oldukalrını anlayamadıklarını da sordu. "Bu iyi mi yoksa kötü mü anne?" diye. İyileri kendine aldığı ve kötüleri de bana verdiği bir oyun icad etti bile aslında.
Sonra,dondurmacı henüz açılmadığı için kahve içmeye gidildi. Çantamızı çaldırdığımız kafenin başka bir şubesine gittiğimiz için, "Anne çantana dikkat et!" diye uyarmayı da ihmal etmedi. Bir de ben kasada iken "Anne, gözünü benden ayırma olur mu?" dedi. Çok etkilenmiş çantamın çalınmasından. Hala etkisi geçmemiş anlaşılan.
Kafede kitaplarımıza dergilerimize baktık ayrı ayrı. Çiyzkek ve kahve keyfi yaptım bu arada. Artık dondurmacı da açılmıştır diyip kalktık. Şekerci dükkanına uğrayıp, stikırlı barbi şekerinden almayı da ihmal etmedik yol üstünde. Dondurmamızı alıp incik boncuk baktık bir süre. Çıngıl çıngıl kolyelere pek bir meraklı olduğum için, fiyatı inanılmaz derecede düşmüş iki kolyeyi hemen aldım. Bu arada "anne çok şey aldık" diye de beni frenlemeye çalışıyordu 6 yaşındaki kızım! Başarılı da oldu hani.
Bebek mağazalarını dolaşıp, oğluşum için indirimden bir sonraki sene giyebileceği uygun fiyatlı giysilerden aldık.
Ayakkabı mağazasına da bakalım lütfen lütfen diye tutturunca ben (!), "tamam anne bakalım, sonra eve gidiyoruz ama!" dedi.
Rolleri değiş tokuş ettik bir müddet. Hiç de fena olmadı. Dönüşte, başka ne yapsaydık iyi olurdu diye sordum. Düşündü. Tombul bebek istiyordum alsaydık iyi olurdu dedi. Zaten pek çok bebeğin var, hem de büyüdün ne bebeği gibi nutuk atma işine girişmedim. Sadece bu günden çok keyif aldığımı söyledim. Diğer kısımlar hoşuna gitmiş. Sanırım tekrarlayacağız.
Eve gitmeden Neşeli'ye uğradık. Bizim hatun, Neşeli'nin kibar davetini ikiletmeden hemen "tabii kalırım" diyerek kendi öğleden sonra programını yapıverdi. Vaktimiz hiç kalmadığı için ben de oğluşumun yanına döndüm. Biz gittikten sonra yarım saat arkamızdan ağlamış. Kendini gösterip attaaa diyormuş. "Özür dilerim annecim, ablanla gitmemiz gerekti. Bir dahaki attaya birlikte gideriz" dedim. Neyse ki kızgın değildi. Unutmuştu bile.
Akşamüstü Neşeli eve bıraktığında hatun gayet keyifliydi. Tek sorun, günümüzü babasına anlatırken ayakkabı mağazasına gitmek için tutturmamı anlatması oldu. Gerisi süperdi!

Cuma, Ağustos 04, 2006

Plan

Yarın için sadece ikimize ait bir öğleden önce planladım. Bol dondurma ve en sevdiği dergiler. İsterse de sinema.
Başbaşa kalamadık uzun zamandır. Arada bu kaçamakları mutlaka yapmalıyız. İnciklere boncuklara bakarız hem. Kız kıza.
Sıcaktan ofiste erirken yarını hayal ediyorum. Bakalım planımı beğenecek mi?
Oğluşumun tekelindeki saatlerim oldukça fazlalaştı. Akşam ve sabahları görüştüğümüz zaman zaten sınırlı. Özellikle kendisine ayrılmış, sadece ona ait saatler iyi gelecek. Bunu evde yapmamıza imkan yok. En iyisi dışarı çıkmak. Elele tutuşup canımızın istediği yerde durmak, istemediği yerde koşmak.
Saatler de geçmiyor bir türlü...

Perşembe, Ağustos 03, 2006

İçimden Geldiği Gibi

Kalbimden ve aklımdan geçenleri bilmiyorsun. Senin için neler istediğimi öncelikle.
Olamadıklarımı olmanı. Yapamadıklarımı yapmanı. Gidemediğim yerlere gitmeni. Söyleyemediklerimi söylemeni. Başaramadıklarımı başarmanı. Bilemediklerimi bilmeni. Boynuzun kulağı geçmesini. Hayata kafa tutmanı. Benden cesur, benden akıllı, benden sağduyulu olmanı.
Ama "kendin" olmanı.
Bıçak sırtında yürümek gibi bazen. Yaşken eğmeye çalışmak bir fidanı.
Kırılmasın incinmesin ama eğri de büyümesin.
Şu an bile benden güçlüsün, sen bensiz oluyorsun artık ama ben sensiz olamıyorum. Biraz önce yine "doğru" yapmadığın birşeyleri anlattıktan sonra da dediğim gibi..Seni çok seviyorum. Bu yaşlarında yaşadıklarından ne kadarını hatırlarsın bilmiyorum ama, herşeyi unut, bunu unutma!

Çarşamba, Ağustos 02, 2006

Öğle Tatilinde Yapı Markete..

...giden var mıdır acaba? Yani benim gibi...
İş arkadaşlarımdan biri de benimle geldi. Girişte ayrıldık, herkes rahat dolaşsın diye.
Eylül'de boya işleri var yeni evimiz için. Biraz fiyat karşılaştırması, biraz renk seçimi, teflonlu mu silikonlu mu, hangi marka, vs araştırma yaptım. Durum vahim. Tahminimden pahalıya patlayacak gibi. Yapacak birşey yok, hamama giren terler.
Haftasonu kalabalığı yokken rahat dolaşılıyor böyle yerlerde. Zaman kısıtlı olmasa daha iyi olurdu tabii, yine de işlerin bir miktar beklemede olduğu şu günlerde, ileride bulamayacağım bir zamanı değerlendirmiş oldum.
Maydonoz tohumları aldım. Bir paket de toprak. Hem evdeki saksılar için, hem de yetiştirebileceğimden emin olmadığım tohumcuklar için. Toprak yenileme işi baharda yapılırdı galiba. Biraz geç kaldım. Ne yapalım şimdi sıra geldi. Konu üzerine, çok da ilgili ve bilgili olduğum söylenemez.
Aslında tohumları kızımla birlikte ekebiliriz. Onun da pek çiçek bakımı üzerine ilgili olduğunu söyleyemem ama belki bu sayede peynirli börek yerken içindeki maydonozları ayıklamaktan vazgeçer. Belli mi olur...

Pazartesi, Temmuz 31, 2006

Döndük

İtiraf etmeliyim ki, ilk iki üç gün işe geri dönmek istedim.
Yol yorgunluğu, gider gitmez katılınan düğün, oğluşun her iki köpek dişinin de patlayacak başka zaman bulamaması, uyku saatlerinin şaşması, uykusuz oldukça huzursuz da olması, hiç kucağımdan inmek istememesi, sabahın zaten altı otuzlarında uyanılıyor olması, yemek namına sadece süt içmesi, türlü şaklabanlıklara rağmen neredeyse hava ile beslenmesi, bakıcımızın kendini yıllık izinde farzederek kendi tatilini yapması, akşam dokuza kadar bir dakika oturacak zaman bulamamam, eşimin de yanımda olamaması diye uyazıp gidecek bir ton sebeple, hemen geri dönmek istedim. Dinlenme amaçlı bir tatil değildi bu zaten. Ama en azından evimin rahatında çocuklarımla birlikte olurum dedim. Olmadı, erken dönemedik. Hep bir harala gürele içindeydik. Annem de çok yoruldu. Neyse ki herkes memnun ayrıldı. Mesela kayınvalidem hayatımın tatili oldu bu dedi. Defalarca teşekkür etti. Çocuklara çok düşkün zaten. Mest oldu mest. Anneannem de aynı şekilde. Memnundu. Bakıcımız ve iki oğlu da iyi vakit geçirmişler. Bu sabah teşekkür için anneme ve bana hediyeler getirmiş.
Çocuklarımın büyüklerle birlikte olmaları çok önemli. Anneanne, babaanne, nine (dedelerimiz de olsaydı keşke) sevgi ve ilgisini, hatta hafif şımartmalarını mutlaka yaşamalılar. Tatilde bol bol görüşme imkanları oldu neyse ki.
Geçen hafta ortasında döndük evimize ve benim için asıl tatil o zaman başladı. O zaman gerçekten çocuklarımla olabildim. Ve bu sabah işe gelmek inanılmaz acı verdi. Kızımın neşesi ve enerjisi, oğlumun insanı kendine aşık eden şekerliği ve iki hafta kesintisiz izleyebildiğim gelişimi inanılmazdı. Sabah öptüm her ikisini de. El salladılar bana. Keyifleri yerindeydi. Ben de tatil fotoğraflarına bakıyorum, henüz çalışmaya başlayamadım. Meyller de birikmiş zaten.
Gerçek hayata hoşgeldim..

Cuma, Temmuz 14, 2006

Tatil (Nihayet!)

Nihayet gidiyoruz! Annemi de çok özledim zaten. İşler devam ediyor hayat akıyor olacak ama ben, iki hafta boyunca zamanı durduracağım. 52 haftada sadece 2 hafta...Yetmez tabii. Yine de hiç yoktan iyidir...

Çarşamba, Temmuz 12, 2006

Son Bakıcı

Altı yılda, 8-9 tane bakıcı değiştirmişizdir sanırım. Kızım, çalışmaya başladığımda henüz 2,5 aylık mercimek kadar bir bebekti. Oğlumda ise 2. ayda işe dönmem gerekti. Ücretli izinlerin azlığı, dönünce yerini bulamamak, işi artık öğrenmiş olan ve daha uygun bütçe karşılığı çalışan genç elemanı ezmemek, aklının bebeğinde, gittikçe azalan sütünde kalması ve daha birçok gitgel bir yana, ennnn önemli konu bakıcı oldu bizim için. Kızımın ilk yılı dışında her ikisi de nadiren bakıcılarla birlikte yanlız kaldılar. Ya annem ya da anneannem mutlaka gözetmen olarak bulundular. O sayede içim rahat oldu ve o sayede en ufak bir pürüzde, bakıcı ablamıza veya teyzemize şimdiye kadarki emekleri için teşekkür edip yollarımızı çabucak ayırabildik. Hepsinde öyle veya böyle rahatsız olduğumuz bir yan vardı. Ta ki şimdiki ablamızı bulana kadar. Yaklaşık bir yıldır bizimle şu anki bakıcımız ve ilk defa hepimizin birden içi rahat. Zira benim gözüm tutsa annem hoşlanmayabiliyor, anneannem beğense ben istemeyebiliyordum.
Daha önce yapmadığımız birşey yapıyoruz bu haftasonu. Tatile annemin yanına giderken bakıcımızın ve iki oğlunun da bizimle birlikte gelmelerini istedik. Zira hem onlar için hoş bir değişiklik olacak hem de benim biraz olsun yüküm hafifleyecek diye düşündük. Artık aileden gibi oldukları için rahatlıkla davet ettik. Bu kadar kötü tecrübeden sonra birine güvenmek zor oluyor ama birkez güvenince de boşa çıkmamasını tüm kalbimle diliyorum. Umarım böyle gider...
Bu arada, oğluşum arkadaşının sandalyesinde bacak bacak üstüne (!) atarak poz verdi. Bu pozdan kısa süre sonra mini bir sandalye paylaşamama arbedesi çıktı, çabucak atlatıldı...

Pazartesi, Temmuz 10, 2006

Oyun Kulübesi

Pazar sabahı Yeşilköy'deki Play Barn'a kahvaltıya gittik. Yaz ayları sakin geçtiği için kahvaltı verilmiyormuş aslında. Ebruş arayınca sizin için hazırlarız demişler. Hiçbirşeyin eksik olmadığı mini bir açık büfe kahvaltı hazırlamışlar. Pazar günü olmasının bizim geç kalkmamız için yeter sebep olmaması nedeni ile, zaten saat altı otuzda ayaktaydık. Rahat rahat hazırlandık ve saat dokuz buçuk olmadan mekanın kapısında bitiverdik. İçeridekiler de halden anlar insanlar oldukları için garipsemediler. "Buyrun buyrun çay olmak üzere" şeklinde sıcak bir ilgiyle karşıladılar. Tuzla'dan geliyoruz deseydik bize pek de hoş bakmayabilirlerdi.
Bir önceki yerlerine çok yakın başka bir binaya taşınmışlar. Yine ön taraf kafe, diğer bölümlerde ise çocuklar için oyun odaları var. Siz kahvenizi içerken çocuklar da oyunlardan oyun beğeniyorlar, genç ablalar da her an tetikte, kendileriyle ilgilenmek üzere bekliyorlar.
Hemfikir olduğumuz nokta şu ki, ufaklıklar büyüklerin yaşına geldikleri zaman biz de rahat kahvaltı yapabiliyor, her 30 saniyede bir kalkmıyor olacağız. Tahminen 2-3 yıl süre veriyoruz bunun için. Hele ki güneşlenebileceğimiz bir tatilin hayali için oldukça erken.
Biz yolu yarıladık nerdeyse. Oğluşum büyüdükçe işler kolaylaşıyor. Kendi işlerini yapmaya başladıkça büyüyor. Ablasının yaşına geldiğinde ise çoktan her ikisi de bizleri etrafta istemiyor olacaklar muhtemelen.
Nefis bir kahvaltı sonrası kitapçı turu ve mağazalara kaçamak ziyaretler...Yoğun bir Pazar ve bugün ucunda tatil olan yeni bir hafta...

Perşembe, Temmuz 06, 2006

Anlık Olaylar

Haftabaşında kızları almaya giderken, 50-60 metre önümde bir araç takla attı. Filmlerde onlarca kez seyrettiğimiz sahneler gibiydi. Bakakaldım. Gerideki kırmızı ışığa yakalanmasam veya daha hızlı gitmiş olsam neler olurdu bilemiyorum. Geçtikten sonra aynadan ters dönmüş aracın kapısının açıldığını ve etraftan yetişenlerin içeriden çıkmaya çalışanlara yardım ettiklerini gördüm. Çok korktum. Ayağımı gazdan çektim. Hayata da yapmak lazım bunu. Bizi korkutmadan önce...

Salı, Temmuz 04, 2006

Karşılıklı İlk Telefon Konuşmamız!

-Anneeee! (fondan sesi geliyor ve telefonu istiyor. Telefon kulağında...)
-Hayatım nasılsın?
-.......(Dinliyor, ne dediğimi tam anlamadı)
-Oyun oynuyor musun?
-Leggo!
-Ablan nerde?
-Attaaaa! (Ablası alt katta arkadaşında)
-Yemeğini yedin mi?
-Mamma! (herhalde başını evet şeklinde sallıyor)
(Arka fondan "anne gel de" deniyor)
-Annee Del!
-Akşama gelicem annecim. Sen uyu uyan biraz oyna ben ordayım.
-Ee e e eee (ninni efekti)
-Evet canım. Görüşürüz tatlım. (Birşeyler daha anlatıyorum)
-.....
(Sıkılmış, telefonu vermiş çoktan. Farketmemişim)

Cuma, Haziran 30, 2006

Sıcaaaaaak!

Yaz okulu hala düzene giremedi. Haftaya daha iyi olacağını söyleyip duruyorlar. Kızlar memnun hayatlarından şimdilik. Bu da yeterli gibi görünsede, öncelikle olumsuzlukları görüp elimine etmeye çalışan annelog yanım rahat durmuyor bir türlü. Didikliyorum tesisi. Seçenekler arasında saatleri ve bütçesi en uygun olanı bu idi. Denemiş oluyoruz. Henüz memnuniyet ibresinde bir yükselme yok. Bekliyorum bakalım.

Klimasız çalışmaya çalışmak da işkence oldu bu aralar. Şimdilik kullandığımız geçici ofisimize klima aldırmaya çalışıyorum. Geçici olsa da en az bir yıl burdayız. Sıcak dayanılır gibi değil. Bir cadde ilerimizde kızgın gemi sacı üzerinde kaynak yapan işçiler var. Onlara kıyasla cennette sayılırız tabii. Yine de çok sıcaaaaaaak!!!

Salı, Haziran 27, 2006

Yaz Okulu

Okullar kapanınca kızım da eve kapanmıştı mecburen. Ablamız oğluşumla ilgilenirken bahçede kendisini takip edemeyeceği için, dışarı çıkmasına ben işten dönene kadar müsaade yok. Sürekli harekete alışık tabii. Sıkıldığını söylemedi hiç ama, televizyonla dolu vakti de boşa geçmeye başlamıştı. O yüzden yarım günlük bir yaz okuluna başladı dün. Neşeli'nin şeker kızıyla birlikte gidiyorlar. Sabah Neşeli götürüyor, öğlen ben alıyorum kızları. Bugün ikinci gün. İlk kez tiyatro dersi göreceklerdi. Hocaları gelmemiş. Olmadı. Sonra da öğlene kadar yüzme dersi. Bizim hatun yüzmeyi henüz tam halledemediği için ayrı gruba düştüler.
Almaya gittiğimde kurt gibi aç oluyor kızım, yani ıspanak olsa yer vaziyette. Biz tatile çıkana kadar gidecek. Öğleden sonraları dinlenir artık.
Öğlenleri kızları almaya gidince yemeğe vakit kalmıyor diye layt yoğurt ve sandviç getirmiştim bugün yanımda. Gittiğimiz eğitim toplantısında özsüt'ün nefisss pastası ve arkasından ofiste ayrı kişiler tarafından iki parti halinde ısmarlanan dondurmalar, neredeyse hayata küstürecekti beni. Yememeyi seçebilirdim tabii. Olmadı maalesef. Tam da Temmuz'daki düğün için elbise bakıyorken ve tam da mayo sezonu açılmışken...

Genişlik İlacı..

..var mıdır acaba? Şöyle alınca biraz geniş ve rahat düşünmeyi öğretsin insana. Herşeyi kontrol etmekten vazgeçsin, biraz oluruna bıraksın. Var mıdır?

Salı, Haziran 20, 2006

Çentik

Zamanı tutamıyoruz. Rüzgar gibi biraz, orda olduğunu biliyoruz, etkilerini görüyoruz ama gerçekten göremiyoruz.

Her ikisinin de kapılarında, boylarını çentikleyip yanına tarih kazıdığımız boy ölçme işaretleri var. Çok sevdiğim bir arkadaşım vermişti bu fikri. O da kızlarının boylarını çentikliyor zaman zaman, yanına da tarihi yazıyor. Eylül gibi taşınacağız ve boy çentiklerimizi de aynı şekilde tarihleriyle birlikte hem oğlumun hem de kızımın oda kapılarına taşıyacağız. Geride bırakılamayacak bir hatıra...
Düzenlenecek bir yığın fotoğraf var bu arada. Dijital makinalar çıktığından beri de fotoğraf işini toparlamak zorlaştı. Albümler için ayrı bir oda gerekecek bize bu gidişle. Eskisi gibi değil ya artık, 36 pozla sınırlı olmayınca ipin ucunu kaçırıyoruz. İş fotoğrafların bastırılmasına gelince de eleme yapmak çok zor oluyor. Bekledikçe de birikiyor. Bir yerden başlamalı...

Gösterimiz Güzel Geçti

Tam sonuna doğru kamerada kaset bitti ve biz de kep törenini kaydedemedik. Olsun. Bolca fotoğraf çektik. Aslında bir de ellerinde kameralar ve fotoğraf makinalarıyla bizlerin fotoğrafını çekseler iyi olurdu. Oldukça eğlenceli bir görüntüydü zira. En iyi görüntüyü almak için türlü atraksiyonu yaptık veliler olarak. Boy avantajımızı kullandık, yetmediği yerde de yüksek bir yerlere çıkarak görüntü yakaladık. Çocuklar harika, veliler komikti. Komik ama gururlu...

Cuma, Haziran 16, 2006

Telaş

Bu akşam kızımın yıl sonu gösterisi var. Biraz önce aradım evi. Bir telaş, bir telaş...
Aslında bu onların eğlenmesi gereken bir günken, biz oturacağız, onlar gösteri yapacaklar. Bana farklı olmalıydı gibi geliyor. Yani onlar eğlenmelilerdi, biz değil. Bugün bir arkadaşımla konuşurken, bana bu durumun farklı bir boyutunu gösterdi. Topluluk önünde bulunmaya küçük yaştan alışıyorlar böylece dedi. Doğru. Kendi adıma topluluk önünde konuşma yapmam istense, herhalde düşüp ölü taklidi yaparım hemen. Bizim çocuklarımız daha şimdiden ellerine mikrofon alıp seyircinin gözünün içine baka baka şiir okuyup, folklör hareketlerini rahatlıkla yapabiliyorlar. Büyüdüklerinde bir oda dolusu ciddi iş kişilerine de rahatlıkla sunum yaparlar bu altyapıyla diye düşünüyorum.
Artık anaokulu dönemini kapattıkları için, cüppe ve kep de işin içinde olacak bu akşam. Bunu fazlasıyla abartılmış buluyorum, belki birer Atatürk resmi hediye edilebilirdi veya topluca çekilmiş bir anı resmi olabilirdi...Sanki askere davul zurna ile uğurlamak gibi geliyor bana. Yersiz, gereksiz, neden yapıldığı tam anlaşılmayan bir durum. Görüntü çok güzel de, gerçekten zamanı mı diye sormak gerekiyor.
Bu akşam, bir zamanlar çok zorlandığımız, alıştırana kadar ağlattığımız ve ağladığımız, deneye yanıla pek çok şey öğrendiğimiz anaokulu dönemi, kızım ve bizim için bitiyor. İlkokul ve devamı çok uzun soluklu bir yürüyüş. Bizi neler bekliyor, göreceğiz.

Perşembe, Haziran 15, 2006

Bezelye

Kendisi de benim için küçük bir bezelye olan oğluşum garip bir huy geliştirdi. Çiğ bezelye yiyor. Bir de yakalarsa dolmalık biber ve taze soğan. Taze soğan yedikten sonra yanına yaklaşılmıyor ama umursadığı yok zaten. Vitamini direkt alıyor. Çocuklar ihtiyaç duydukları besinleri, ihtiyaçları kadar yerlermiş. Bilimsel çalışmalarla kanıtlanmış. Ancak bir annenin bilimsel çalışmaları inandırıcı bulabilmesi için, kendi annelik içgüdüleriyle çakışmayan sonuçlarda olması gerekiyor galiba. Gerçi ben epey törpülendiğimi düşünüyorum. Eskiden yemek konusunu daha fazla dert ederdim. Şimdi daha makul ve mantıklı dert ediyorum. Ama yine de ediyorum...Bilim adamları asıl anneler üzerinde çalışma yapmalı galiba...

Salı, Haziran 13, 2006

Yaz Faaliyetleri Listesi

Pazar günlerini mümkün olduğu kadar dışarıda, değişik yerler görmeye çalışarak geçiriyoruz. Hiçbir planımız olmazsa da, sahile gidip yürüyüş yapıyoruz. Öncelikle çocuklar için. Farklı mekanlar ve insanlar görsünler diye. Hepimiz keyif alıyoruz bu gezilerden. Havalar düzelince gitmeyi planladığımız yerler oluyor zaman zaman. Ama bunların bir listesini yapalım ve sırayla hepsine gidelim diye karar verdik. Yaz faaliyetleri listesi yani. Bu iş benim görevim. İlk aklıma gelenler;
1.Koç Müzesi (daha öne gitmiştik, kızım çok küçüktü, tekrar görmeli, oğlum da arabalara bayılacak)
2.Miniatürk (hiç gitmedik, artık zamanıdır)
3.Boğaziçi Hayvanat Bahçesi (Hemen hemen her yıl gidiyoruz, bu yıl oğlum görmeli)
4.Kapalı Çarşı (Hem Cumartesi hem de kalabalık, zor olabilir, deneyebiliriz yine de)
5.?
Takıldım....Biraz daha düşüneyim...

Cuma, Haziran 09, 2006

Farketmeden

Oğluşum hızla büyüyor. Biz farkedemeden, dikkatlice bakamadan, büyüyor. Hergün işten dönüşümde yeni birşeyler öğrenmiş olduğunu görüyorum ve şaşırıyorum. Tuhaf ama, bazı akşamlar, sabah bıraktığımdan daha farklı, değişmiş buluyorum. Sanki saçı uzamış, boyu atmış gibi. Milimetrik değişiklikleri de farkediyor olamam tabii ama, yine de bir değişiklik varmış gibi geliyor bana. Şaşırıyorum.
Ablasının küçüklük kıyafetlerinden rengi ve tipi uygun olanları giydiğinde de, demek ki kızım da bu kadardı, şimdi ise ilkokula başlayacak kadar büyüdü, acaba oğlum ablası kadar olduğunda nasıl olacak diye düşünüyorum. Ablasının mavi ayıcıklı patiklerini giymişti bu sabah. Oldukça yıpranmış ama hala iş görür durumdalar. Tuhaf duygu. Eskiden kızımın giydiği, şimdi gözüme ufacık gelen patikler, oğlumun ayağında...Ablasının bebeklik yatağına da sığmamaya başladı.
İnanılmaz...

Giderayak Ekmek Yapımı

Cumaları temizlik günüdür bizde. Bir de artık beyaz ekmek günü. Çünkü bütün hafta boyunca, kepekli ve tahıllı ekmek yaparak herkesi, bildiğimiz beyaz ekmeğe hasret bırakıyorum. Ama Cuma günü çoğunluğun talebi ile beyaz ekmek pişiriyorum. Tabii herşeyi makina yaptığı için, ben yapıyorum demek ne kadar doğrudur bilemiyorum.
Neyse...
Dün akşam saat dokuzda sızıp kalınca ekmek de yapamadım. İşe gitmeden yaklaşık dört dakika önce aklıma geldi ve sevgili Binnur'un Mis Kokulu Ekmekler'inden deneyip Cumaları sürekli yapmaya başladığım klasik beyaz ekmeğin malzemelerini ölçüp makinaya attım (Binnur'un diğer tariflerini de tek tek deniyorum). Sonrada düşündüm. Alet işler el övünür hesabı oluyor ekmeklerim diye. Ama bir yandan da, tam işe gitmek üzereyken, en olmayacak zamanda, ekmek yapabilir olmak teknolojinin nimeti değildir de nedir? Varsın, makina yoğursun, ben de ben yaptım diyeyim. Önceki akşam da çilek reçeli yapmıştım, ikisi birlikte hoş bir ikili olurlar, afiyetle yeriz. Ben de övünürüm.

Çarşamba, Haziran 07, 2006

Çağrışım

Sevgili Asortik Krep, izinsiz aldım resmini, umarım sorun olmaz.

Begonviller mi özlediğim,
Yoksa beyaz badanalı çatısız evler mi?
Çivit mavisi kapılardan içeri,

Badem ağaçlı bahçelerden dışarı
Bir türlü soluklanamadım
Kapı önü basamaklarında oturup

Rüzgarı seyretmek mi özlediğim
Yoksa terliklerimi sürüye sürüye yürümek mi?
Bir türlü anlayamadım...

Bir resim neler söyletti...Tatile var daha...Biraz daha gayret...




Pazartesi, Haziran 05, 2006

Otopark Savaşları

Sonucu en başta söylemek gerek: Eğer belirli bir sektör, iş yoğunluğu açısından çılgın bir dönem yaşıyorsa ama genişleyecek de fazla alanı yoksa, park yeri sorunu ve savaşları kaçınılmazdır!
Sadece bizim ofise ait 15 araç ve etrafta onlarca firma ve onlara gelip giden birçok araç varken, toplamda ortalama bir okul bahçesine denk gelebilecek alanda, güçlü olanın kazandığı bir düzen oluyor haliyle. Geçen gün arabamın lastiğini indirmişler. Birkaç yerde de ani çizikler oluştu. Zaten, sanayinin ortasında hem bayan, hem araba kullanan bayan, hem de arabasını iğne deliklerine parketmeye çalışan bayan, oldukça ilgi ve tepki çekiyor. Geçen hafta, hassas(!) manevralarla parkettiğim yerden çıkmaya çalışırken, arkamdaki minibüsün sandığım kadar uzakta olmadığını farketmem ve durmam bir oldu. Ancak, geç algılamış olmalıyım ki, ben durana kadar geçen sürede, minibüsün sol kapısında hafif bir göcük oluşmuştu bile. Neyse ki, bir şekilde tanıdık çıktı. Tam eve gitmeye, dakikaları boşa geçirmemeye çalışırken, bir de polisle, raporla uğraşmak en az bir saat alacaktı.
Bir ara skutır almayı bile düşündüm ciddi ciddi. Hala da ara sıra aklıma gelmiyor değil. Belli mi olur, belki yaparım öyle bir çılgınlık!

Faydalı Olabilir

İş yerindeki masamda sürekli duran kitaplardan biri de bu. Çalışan kadının başarı formülü... Sanırım kolanın formülünün çözülmesinden daha zor bu iş. Ama iddia edip yazmış yazanlar. İlginç kitap. Çeşitli vakalarla birtakım mesajlar veriliyor. Çeşit çeşit olay üzerine, olayın kahramanı kadın, ne yapmayı tercih etmiş, edince sonucu ne olmuş...
Arasıra gözatıyorum. Samanlıkta iyi fikir aramak gibi de olduğu oluyor ama yine de tamamlayana kadar birkaç cin fikir daha bulacağımı tahmin ediyorum.

Pazartesi, Mayıs 29, 2006

Perşembe, Mayıs 25, 2006

Aceleni durduramaz mısın?

Hernedense bir önceki template'e birşeyler oldu. Değiştirmek için de fırsat oldu böylece. Linkleri de düzenleyeceğim kısa zamanda.

***

Bazen birşeylere yetişmeye çalışmak herzamankinden fazla yoruyor beni. Sanki kollarımda ve bacaklarımda kurşun ağırlıklarla yüzmeye çalışıyorum. Olmuyor. Yetişemiyorum. Bu sabah işe yetişmeye çalışırken, bozulan pazılı için yardım istedi kızım. Daha sabahtan bütün aksiliğim üstümdeydi zaten. "Yardım edemem, hazırlanıyorum. Acele ediyorum, görmüyor musun?" dedim. "Aceleni durduramaz mısın?" dediğinde de söyleyecek birşey bulamadım.
Oğlumu da özledim. Birlikte olduğumuz zamanlarda yetişilmesi gereken yemek, uyku, banyo saatleri olmadan aylak aylak oyun oynayabileceğimiz zamanlar o kadar az ki, yetmiyor.
Olumsuzum bugün. Hem de çok.

Salı, Mayıs 23, 2006

???

Neler oluyor??? Haberlerden habersiz kaldım.

Cuma, Mayıs 19, 2006

Dün Akşam...

...ilk defa 15 gemi inşacı hatun biraraya geldik. Sayıca az olduğumuzdan, bu kadar toplanmamız bile mucizeydi. Artık büyüdüğü için, bir de sevdiği bir arkadaşı geleceği için kızım da benimle birlikteydi. Beyler yine evde kaldılar.
İlk defa yapıyoruz böyle bir toplantıyı. Gerçi gittiğimiz restoranda bizimle ilgilenen garson, bir daha toplanmamamızı dilemiştir kesin ama, biz pek bir rahattık. Yenildi, içildi, sohbet edildi, birbiriyle yeni tanışanlar oldu, bizim işin zorlukları konuşuldu, ikinci bebek niyetleri olanlar öğrenildi, kendi işini kurup tekne yapacak olanlar adına sevinildi, okula girişimizin üstünden 15 yıl geçtiğinin farkına varıldı, doğum izninin insafsızca azlığında hemfikir kalındı, e-mail adresleri toparlandı ve tekrar buluşmak üzere sözleşildi.
Kızım da çok eğlendi. Farkettirmemeye çalışarak, tüm büyük konuşmalarını da kaydettiğine eminim. İleride delil olarak kullanabilir. Böyle bir arkadaş buluşmasını gördüğü de iyi oldu bu arada. Zaten teker teker çoğunu tanıyor. Benimle geldiği için teşekkür ettim dönerken. Gülümsedi. Yorgunluktan hemen uykuya daldı.
Yılda belki sadece 3 kez yapabileceğiz böyle bir yemekli toplantıyı, ama hiç olmamasından iyidir. Biraz gayret edince ve gerekli ayarlamaları yapınca herşeye vakit kalıyor.
Haftasonu Bursa'dayız. Kozahan'a uğramayı planlıyoruz. Yıllar önce gidip azıcık görebilmiştim oraları. Bu kez, biraz dolaşabileceğiz galiba.
Hem Bursa'dakileri çok özledim. Çocuklar da öyle.
Haftaya işler yoğunlaşacak, yazmaya vakit bulabilecek miyim?

Perşembe, Mayıs 18, 2006

Kötü Söz

Bazen öyle şeyler söylüyor ki, ağzımız açık kalıyor. Eşimle birbirimize bakıyoruz, söyleyecek bir şey bulamıyoruz.
Dün akşam kızımın balkondan, bahçedeki arkadaşı ile konuşurken söylediği sözü ben hayatımda ilk defa duydum. Arkadaşı oyun oynamaya çağırıyor, yemek yiyeceğimiz için izin vermiyoruz, gidemiyor. Bunu söylediğinde arkadaşı, o zaman annenle babanı kandır, öyle gel diyor. Biz de içeriden kulak kabartmış ne cevap verecek diye dinliyoruz. Tam yeri olmayabilir ama verdiği cevabı ben hiç unutmayacağım, kızıyor arkadaşına ve "Kötü söz sahibine aittir!" diyor.
Okulda kötü konuşan çocuklar için öğretmenlerinin kullandıkları ve onlardan duyduğu bir söz belli ki. Hernekadar arkadaşı aslında kötü konuşmamış olsa da, yanlış birşeyler söylüyordu ve kızımın verdiği tepki bu yanlışlığaydı. Biz çocuklarımıza hayatı öğretiyoruz ama, onlar da sürekli olarak bize aynı şeyi yapıyor.
Oğlumu da merakla bekliyorum, neler söyleyecek, nasıl tepkiler verecek. Şimdiden bolca şaşırtıyor bizi. İki yaş sendromunu zaman zaman hissetsek de, öyle çok şiddetli veya kontrol edilemez değil hiçbir tepkisi. Derdini de iyice anlatıyor artık, bazen sesle ve sözle, bazen hareketlerle.
İkisine birden yetişebilmek zor olacak bu gidişle.

Gelecek

Yakın olanını planlayabiliyoruz da...Uzak olanını planlamak ne kadar gerçekçi?

Çarşamba, Mayıs 17, 2006

Teknik

Günlük yazmayı geçici bir heves olarak görmüyorum. Yani artık...
Başlarken neyle karşılaşacağımı bilmiyordum. Ne kadar devam edeceğimi de...Şimdi ise, ileride çocuklarımın okuyabileceği, hayatımızda olanlarla ilgili kelimelere dönüşmüş düşüncelerimi görebilecekleri, dolayısıyla beni daha iyi tanıyabilecekleri bir arşiv tuttuğumu düşünüyorum. Benim böyle bir fırsatım olsaydı nasıl olurdu? Yani ben de annem veya babamın yazdıklarını okusaydım. Bazı şeyleri yanlış anladığımı otuz yaşından sonra değil, daha erken öğrenmiş olurdum herhalde. Günlüğüm olmasa da, bizde ileride böyle olacağını sanmıyorum. Çünkü biz konuşuyoruz. Aklımızda soru işareti bırakmamaya çalışıyoruz. Yine de, yazılı birşeyler bırakmak, kanatlı sözlerden daha kalıcı bence. O yüzden, mümkün kılabildiğim sürece, yazmaya devam edeceğim.
Hem gelen yorumlar da işin diğer güzel tarafı.
Yanlız bir problem var...
Şu HTML işini nasıl çözüp, daha neşeli ve iç açıcı bir günlük sayfası yapabilirim onu bilmiyorum işte. Kurcalayacak çok fazla da vakit yok, nerden yardım alabilirim diye araştırıyorum. Pek bir sonuca ulaşamadım. İmdat!

Pazartesi, Mayıs 15, 2006

Hediye Yağmuru

İlk hediyemi Cuma günü aldım. Pipet, kırmızı grapon kağıdı ve yumurta kabından yapılmış kırmızı bir karanfil ("Karneyşın o!" : Aaaa ne kadar güzel bir çiçek dediğimde kızımdan aldığım uyarı!!)...Cumartesi dayanamayıp ikinci ve üçüncü el yapımı hediyelerini de verdi. Mumluk yapmışlar okulda. Simli pırıltılı hoş bir şey, içinde kokulu kuru otlar ve ufak bir mum var. Bir de kartondan kutucuk içinde kendi yazısıyla "Seni Seviyorum Anne" yazan kalpli bir not. Ağlamayayım dedim ama olmadı.
Pazar günü ise, anneannesi ve babasıyla gizliden hazırladıkları hediyeleri verdi bir heyecanla. Ekmek yapma makinası almışlar, yanında da hediyesi varmış o markanın, bir de mutfak tartım oldu. Mutfak tartısı oğluşumdan, ekmek makinam ise kızımdan. Temel Pastacılık kursuna gittiğimden beri bir mutfak tartısı isteyip duruyordum. Çünkü tarifler hep gramla, mutlaka tartmak gerekiyor. Bir türlü elim gidipte alamamıştım. Çok iyi oldu. Ekmek makinası ise özellikle cevizli ekmek yapmak için süper.
Bu haftasonu tam bir hediye yağmuruna tutuldum. Cumartesi ve Pazar yine çok dolu, yine çok yorucu geçti. Ama kesinlikle çok keyifliydi!