Pazartesi, Nisan 30, 2007

Filmler

Sevgili Renkler sobelemişti, en beğendiğimiz filmler konusunda. Önem sırasını önemsemeden yazacak olursam:
Bram Stoker's Dracula, korku filmlerini kesinlikle seyredemememe rağmen, korkmadan seyretmiştim ve gördüğüm en iyi aşk filmlerinden biri idi. Aslında oldukça da eski. 92 yapımı. İzlediğim dönemde beni çok etkilemiş, uzun süre hafızamdan silinmemişti. Geçenlerde bir kanalda tekrar yayınlandı, sinemadaki keyfi tam olarak veremese de yine yeniden seyretmek çok hoşuma gitti.
Bir diğer etkilendiğim film de Hero oldu. Şiir gibi de dövüşülür mü canım? Oluyor bu filmde. Hikayenin, ülkesindeki politik etkileri bilemem ama benim üzerimde görsel bir şölen etkisi yapmıştı.

Hemen aklıma gelen diğer bir film ise Yılanların Öcü. Bu kadar mı inandırıcı olur bir film? Gurur verici, akılda kalıcı, nefis bir film bence. Diğer pekçok iyi Türk filmine haksızlık etmek istemem ama nedense bu film beni oldukça etkilemişti.
Sanırım üniversite bir veya ikinci sınıftaydım The Wall'u izlediğimde. Eve dönüp saatlerce, bir çeşit şok geçirmiş ve kıpırtısız kalmıştım. Daha önce gördüğüm bildiğim hiçbirşeye benzemeyen bu film, uzun süre, aklımda ansızın çakıveren görüntüler bıraktı bende. Sıkı bir de Pink Floyd dinleyicisi olmuştum tabii. Şimdi çok uzak geliyor bana. Şimdi seyretsem aynı etkiyi yapmayacağı kesin. Yine de iyi ki görmüş bu filmi gözlerim.
Müthiş bir film Rezervuar Köpekleri. Uzun zaman oldu seyredeli. Aslında bu aralar tekrar seyredip hafıza tazelemeli. Hikaye bile tam aklımda değil nerdeyse. Ama çok hoşuma gitmişti, bunu unutmadım işte.
Tabii ki Matrix üçlemesi. Filmlerde mantık arayan biri olmadığım için, patırtılı gürültülü şekilde bulunup sayılıp dökülmüş hiçbir mantıksızlık, bu filmleri beğenmeme engel olmadı. Eşim kadar üstüste ve defalarca seyredemesemde listemde olmalı bu filmler.
Uçurtmayı Vurmasınlar'ı nerede ve ne zaman seyrettim hiç hatırlamıyorum. Ama Barış'ın tatlı minik suratı hala aklımda. Çok güzel bir filmdi.
Aklıma geliverenler bunlar. Yüzüklerin Efendisi ve Harry Potter serilerine de bayılıyorum. Eskisi kadar sinemaya gidemiyoruz haliyle. Biz de ev sinemamızda gündemi yakalamaya çalışıyoruz, olabildiği kadar. Teknoloji nefis bir şey, bir de mısır pörtleklerinin kilo yapmayanı icad olsa harika olacak!

Çarşamba, Nisan 25, 2007

Fuar

Fuarları herzaman çok sevmişimdir. Öğrenciyken de az harçlık çıkartmadım buralardan. Çeşit çeşit fuarlarda, çeşit çeşit standlarda çalıştım. O yüzden her fuara gidişimde eski bir dostla karşılaşmış gibi hissederim. Sektör fuarlarının en eğlenceli tarafları ise herkesin orda olması ve uzun zamandır görüşülmeyen kişilerle karşılaşılması, neler değişmiş, kimler ne yapmış, kimlerin standları varmış onlara bakılması, gövde gösterileri, eski ve yeni tüm malzemelerin incelenebiliyor olması, tabii ki dedikodular ve haberler.. Haftasonuna kadar burdayım ben. Topuksuz ayakkabılarımla bol bol standları dolaşacağım.
Herkese şimdiden nefis ve en önemlisi sağlıklı bir haftasonu dilerim.

Salı, Nisan 24, 2007

Misafirler

Balkonda unutulan boş bir saksının, bize böyle bir sürpriz getireceğini bilseydim, bu kadar zamandır hep böyle misafirlerimiz olacaktı demek. Anne ve baba kumrular, günlerdir büyük bir sabırla ve sanırım nöbetleşerek de, sıcak tutmaya çalışıyorlar bu minişleri. Balkona her çıktığımızda, kuluçka yerinden iki minik ama son derece kararlı gözün bize baktığını görüyoruz. Sanırım bir kez daha bu şekilde iki yumurta yapacaklar. Birkaç yıldır yan komşuma giderlermiş aslında. Bu yıl balkonlarındaki boş saksıyı kaldırmışlar. Alışık olduklarından belki de, tabii aynı çift olduklarını varsayarsak, en yakın bize konuk olmayı seçmişler. Çok mutlu olduk. Hergün merakla izliyoruz. Bir değişklik, bir kıpırtı çırpıntı var mı diye. Henüz yok. Dün okudum, aynı misafirler Kuğu'da da var. Bizde ilk oluyor.
Demek ki bundan sonra baharda balkonda mutlaka boş bir saksı bırakılacak. İhitiyaç duyan minik misafirler için.

Cuma, Nisan 20, 2007

:(

Çarşamba'dan beri ufaklık sürekli kusuyor. Perişan vaziyette(yiz). Bakıcı ablamız da dün akşam belirtiler başlamış. Doktorumuzdan da burdakine benzer bilgiler aldık dün muayenede. Hırpalayıcı bir hastalık. Geceyi rahat geçirdik neyse ki. Şimdi beklemedeyiz, ishal heran başlayabilir dedi doktor. Umarım hafif atlatır(ız).

Cuma, Nisan 13, 2007

Sobe

Sevgili Hande ve Çenebaz, 3x3'te sobelemişlerdi beni. Daha önce benzer şekilde 4x4 sobesine yazdığım soruların cevaplarını aynı şekilde yazayım dedim ilk iki soru için. Diğer soruların taze cevapları aşağıda:
Yaşadığım 3 Yer:
-Tuzla/İstanbul (geç buldum çabuk alıştım)
-Yalıkavak/Bodrum (her yaz istisnasız, baba evim)
-İzmir/Bornova ve Çapa/İstanbul (çoook eskiden çocukken) ve -Elazığ (çoook eskiden birazcık büyümüşken)
Tatil İçin Gittiğim 3 Yer:
-Yalıkavak/Bodrum (çok az görüşebildiğim uzak sevgilim)
-Bozcaada (ah o şarap kokan sokaklar ve kale dibindeki çay bahçelerinde çekirdek yemek)
-Halfeti/Urfa (yıllaaaar önce gitmiştim, hala unutamam, artık görme şansım da yok) ve -Eşimle Ege ve Akdeniz turu yapmıştık bir kez. Arabayla tamamen plansız. Nefisti. Cunda'yı, Kekovayı ve Patara'yı çoook sevmiştik.
Yaşamak ya da Görmek İstediğiniz Üç Şehir:
-İstanbul bulunduğum yerde yaşamaktan çok memnunum.
-Görmek istediğim yerler ise fazlaca ama birkaç isim yazayım: Viyana, Floransa, Budapeşte, Norveç, Mardin, Karadeniz çevresindeki şehirler (en uzak Kastamonu'ya kadar gidebildim, o da yıllar önceydi), Uzak kıtalardaki şehirlerden de birkaç tane görsem fena olmaz
Şu Anki Mesleğiniz:
Gemi inşa mühendisiyim. Ama daha çok masada inşa diyelim. Sahada inşa için yaşlıyım artık.
Dünyaya Yeniden Gelseydiniz Hangi Mesleği Yapmak İsterdiniz:
Endüstri ürünleri tasarımı okumak istemiştim. Kılpayı puanla kaçırmıştım. Aklıma hala bu gelir ama yapacak birşey yok.
Kesinlikle Yapamazdım Dediğiniz Meslek:
Paraşütle atlayamazdım bu yüzden amfibi komando olamam mesela. Bir de halı dokumacısı olamazdım herhalde, o ne sabırdır halıcı genç kızlardaki, bravo ve pes diyorum!
Yaşam Felsefenizi Oluşturan Sözlerden Biri:
Altın, gümüş, pırlanta, zümrüt,sedef,yakutla kim mutlu olmuş dünyadaaaa? Bir tek içten gülüş, bir tatlı söz, bir bakış yeter banaaaa!
Bir Kitaptan Alınma Çok Sevdiğiniz Bir Bölüm:
"Şunu bilin ki Prensim..." diye başlayan ve her Conan çizgi romanının başına olan giriş metni. Doğaçlama oldu bu şimdi. Soruya cevap aklıma ilk bu geldi. Uzuuun yıllardır da okumadım. Başka da aklımda tuttuğum metin ya da paragraf yok.
Çok Sevdiğiniz Bir Şiirin Parçası:
Yerçekimli Karanfil
Biliyor musun az az yaşıyorsun içimde
Oysaki seninle güzel olmak var
Örneğin rakı içiyoruz, içimize bir karanfil düşüyor gibi
Bir ağaç işliyor tıkır tıkır yanımızda ....................
Edip Cansever

Aklıma bu geldi ama kopya çektim antoloji.com'dan.
Üç Yemek Tarifi:
İşte tam bu noktada, Çenebaz ve Hande'nin aflarına sığınarak, hafiften (!) kaytarıyor ve sadece bir tanecik madde ile cevap verebiliyorum. Geçen akşam yaptığım kekciklerin resimlerini çekebildim ancak. Tarif Pastacı'dan Burcu'ya ait. Nefisss oldular, burdan teşekkür edeyim kendisine. Ben fındık yerine, bizimkiler daha çok sevdiği için bol ceviz koydum. Bu akşam muhtemelen hiç kalmamış olacak, zira resmini bu sabah çektiğimde uzun tabağın yarısı boştu. Kekcikleri tüm blog arkadaşlarıma armağan ediyor ve eğer siz de ciddi bir çikolata-sever iseniz,tarifi mutlaka deneyin diyorum.

Salı, Nisan 10, 2007

Sihirli Çizmeli Komedi

Haftasonu ani bir kararla Yayla Sanat Merkezi'ndeki, Sarıyer Sanat'ın hazırladığı Sihirli Çizmeli Komedi oyununa gittik kızım ve arkadaşlarımız ile. Havanın da güzelliği ile olsa gerek, dış mekanların kalabalığına inat, salon oldukça boştu. Sanırım iki yıl kadar önce, aynı ekibin Uyuyan Güzel oynuna gitmiştik. Hatta bu, kızımla birlikte gittiğimiz ilk tiyatro oyunuydu. Yine keyifli ve özenli bir çalışma bulduk sahnede. Çocuklar pür dikkat izleyip, sahneden gelen sorulara cevaplarla bizzat oyuna katıldılar. Sahnede hem dans, hem müzik, hem de komedi olunca aksini beklemek olmazdı zaten. Hareketli Karadeniz ritimleri, herhalde fazlaca kulak alışkanlığımız olmamasından başta sürpriz gibi gelmesine rağmen, sonradan alışılan ve oyuna çok yakışan bir fon, hatta başrol oyuncularından biri olmuş. Tabii oyundaki karakterlerin adları ve yer isimleri, Karadeniz'dekilerden öte farklı ülkeleri çağrıştırsa da, bunu sadece büyüklerin kafa yoracağı gereksiz bir ayrıntı olarak düşünüyorum, çocukların bundan herhangi bir rahatsızlık duymadığına eminim. Oyun sonunda tüm abiler ve ablalar çocukların yanlarına gelip selamlaştılar ve konuştular, bence bunu tüm çocuk oyunlarından sonra yapmalılar. Hafif utangaçlıkla da olsa merakla etraflarında dolaşmaları ve kimisine dokunmaya çalışmalarını görmek çok eğlenceli idi. Bizimkiler de oldukça eğlendiler, hem oyunda hem de oyunun başlamasını beklerken ve arada bol bol gülüştüler. Bu salonla ilgili olumsuz bir konu var ki, o da koltukların ufak seyirciler için uygun olmaması ve çocuklar için yükseltici bulundurmamaları. Kızlara mukayyet olmaya çalışırken, yetkililere bunu söyleyemeden çıktık salondan ama bir dahaki gelişimizde söylemeliyim. Sonraki sezona yetiştirirler belki.
Bir de pamuk şeker yerken ellerin yapış yapış olduğunu unutmuşum. Sayısını hatırlamadığım yıllardır yememiştim. Kızım denemek istemedi, ben de onun arkadaşları ile birlikte yedim. İkisi 7, biri 35 yaşında ve ellerinde pamuk şekerler olan üç hanım, oldukça ilginç bir görüntü idi sanırım.
Çok eğlendik ya, dönüşte acısı çıktı ve feci bir trafiğe yakalandık sahilde. Uyandığında yanında olacağız demiştim oğluma, sözümü tutamadım bu yüzden. Ama yine de döndüğümüzde neşeli idi. Zaten, şöyle ufak tefek birşeyler yapıp tekrar attık kendimizi dışarı. Sonrası ayrı bir yazı konusu, şu kadarını söyleyebilirim ki çok yorulduk ama değdi.
Haftasonunu iple çekiyorum şimdi.

Çarşamba, Nisan 04, 2007

Memnun Kaldıklarımız

Nilüfer ebelemişti beni. İşimize yarayan, alıp memnun kaldığımız, çocuklarla ilgili olan ürünleri yazacaktık. Evde teker teker resim çekeyim de öyle yazayım diye diye epey bir zaman geçti. Ben de arşive başvurdum ve hiç olmazsa bir tane fotoğraf ekleyeyim dedim.
Fotoğraftaki bisikleti ve Thomas treni epey bir ilgisini çekiyorlar (Ebruş trendeki elleri ve ayakları tanıdın mı?). Ara ara ortalıktan yok ediyoruz bu iki oyuncağını. Yeniden ortaya çıkardığımızda yeniymiş gibi ilgileniyor oğlum.
Bu oyuncaklar değil ama,aslında pek çok eşyası ablasından kalma. Mesela mama sandalyesi. Peg-perego marka sanırım, ufak tefek yırtıklar da olsa hala kullanıyoruz ve ayak açıklığı geniş olduğu için devrilme tehlikesi de daha az. Masası çıkan modeller çok daha iyi, temizleyebilme açısından. Puset ve ana kucağı da ablasının. Haşim İşcan Geçidi'nden almıştık epek bir pazarlıkla ama 7 yıl önce bile pahalı idi bu set. Ana kucağını kızımdan sonra oğlumun doğumuna kadar iki üç bebek daha kullandı ve oğlum doğduğunda hala yeni gibiydi. Markası sanırım Graco idi. Puseti de süspansiyonlu janjanlı bir araç olmasına rağmen, her ikisi de puseti değil kucağı veya yürümeyi tercih ettiklerinden daha çok üzerinde çantalarımızı ve kışın kıyafetlerimizi taşıdık. Daha basit bir tekerlekli gereç iş görürmüş. Geçen yıl, bahçeye indiğimizde dolaşabilmek için öyle basit bir puset almıştık ama oldukça küçüktü ve oğluşum çabucacık büyüyünce daha fazla kullanamadık. Bu yıl zaten kendisini tutabilene aşkolsun.
Yine kızım doğmadan önce aldığımız, daha doğrusu annemin hediyesi olan açılınca hem kademeli şekilde yatılabilen, hem de oyun parkı olan bir portatif yatağımız var ki, herhalde gezmediği yer kalmamıştır. Hala da gayet iyi durumda. Oyun parkı niyetine hemen hemen hiç kullanamadık ama tatillerde veya şehir dışı ziyaretlerde, eskiden kızımı şimdilerde ise oğluşumu (büyük yatağa geçme çalışmalarına başlasak da) gönül rahatlığı ile içinde uyutabildik. Bunun da markası Pierre Cardin.
Çok cicili bicili olmasındansa makul fiyatla maksimum emniyetli ve dayanıklı olanı tercih etmek, gereksiz yere servet ödememek en doğrusu bence. Bir de araba koltuğu çok çok önemli tabii. Kızımda Römer'in oldukça dayanıklı ve satıcının da en iyisi budur dediği bir modelini seçmiştik. Sonradan artık büyüyüp de henüz bir kardeş düşüncemiz yokken, koltuğu vermiştik. Hal böyle olunca oğluşumun ikinci el olmayan nadir araç gereçlerinden biri olan Kraft marka bir koltuk aldık. Çok fazla pahalı da olmayan bir modeli. Ama oldukça kullanışlı. Şimdiye kadar herhangi bir sıkıntı yaşamadık. Yaşamayız da umarım.
Aklıma gelenler bunlar. Artık o kadar fazla çeşit ve fiyat aralığı var ki, bebekler veya çocuklar için birşeyler almadan önce ciddi bir piyasa araştırması yapmak gerekiyor. En doğrusunu, en kullanışlısını, en uygun fiyata alabilmek için gerekli bu.
Şimdilik aklıma gelenler bunlar. Ha unutmadan elektronik ateş ölçer değil, eczanede satılan bildiğimiz eski tip termometreler daha güvenilir. Bizim gibi heveslenip almamakta fayda var.

Pazartesi, Nisan 02, 2007

35.Yaşım

Dün, hayatımın 35.yılına merhaba dedim. Kulağa, daha erken yaşlardan bakıldığında oldukça büyük bir rakam gibi gelsede, 35.basamağın aslında o kadar da yüksekte ve uzakta olmaması, gayet normal ve hiçbirşey değişmemiş gibi hissedilmesi tuhaf. Sanki "yaş"lanmak benden bağımsız bir kenarda kendi kendine rakamları büyüyen bir sayaç.
Evde nefis bir Pazar kahvaltısı, ardından okulda veli toplantısı ve devamında çocuklarım,eşim ve annemle harika bir yemek. Herhalde daha güzel geçiremezdim bu günü. Hediyelerimse ayrı bir konu. Eşim çok güzel bir kolye almış. Beklemiyordum ve büyük sürpriz oldu itiraf edeyim ki. Annemin aldığı nevresim takımının desenlerine bayıldım. Bakıcı ablamız alamadığı ve sürekli alamadım diye hayıflandığı ev hediyesi ve doğumgünü hediyesini birleştirip bir düdüklü tencere almış bize. Masraf etmese iyiydi ama ince düşünmüş. Kızlar tam da gününde verilmek üzere ayarlamışlar hediyelerini. Veli toplantısı çıkışında hediyemi alınca hem çok şaşırdım hem de çok mutlu oldum. Zevkime ve evime son derece uygun bir heykel-vazo karışımı seçmişler. Çok beğendim. Telefonla arayıp beni hatırlayanlarsa ayrıca mutlu ettiler beni. O kadar işlerinin ve bazıları içinse o kadar sıkıntılarının arasında düşündüler doğumgünümü. Gerçekten değeri biçilemez.
Ve çocuklarımdan, biraz da doğumgünüm olması sebebiyle talepkar davranarak, bir sürü yumuşacık küçücük öpücük ve sarılma aldım. Acaba yeterince şükredebiliyor muyum diye düşündüm. Bütün bunlar için.
Resimdeki pasta anneme geçen sene yaptırdığımız pasta. Bu resmin devamında gözleri gülerek bakıyor ve ağız dolusu gülüyor. Çok seviyorum o pozunu. Bu sene tek kişilik pastacıklar aldık sadece eve dönerken. O yüzden, annemin doğumumla ilgili kutlanması gereken en birinci kişi olması sebebiyle onun pastasının resmini koymak istedim.
Hafta tüm hızıyla başlıyor. İşleri düşündükçe yoruluyorum biraz. En iyisi düşünmeden yapmaya başlamak. Bir de ebelenmiştim ve hala cevaplayamadım, en kısa zamanda yazmalıyım. Anlatacak da çok şey var aslında. Not etmek istediğim. Fırsat bulursam yazacağım. Şimdi çalışmalıyım.