Perşembe, Aralık 31, 2015

Ikarus Kışın Uçsa

Karla kaplı bir sabaha uyandık.  Yılın son günü.  Yeni bir yılın kapı eşinde, içeri girdik gireceğiz durumdayız.  Vicdan ve hayat  muhasebelerinin hep de yıl sonunda yapılıyor olması ilginç. Halbuki, her an devam eden, uyanır uyanmaz yapmaya başladığımız bir şey değil mi bu? Ne yapmalı? Nasıl olsun? Kararım doğru mu? Ya yanlışsa? Ya göremediğim bir şeyler varsa?  Diğer seçenekler? Kime sormalı? Kime danışmalı?

Babası, balmumu ve güvercin tüylerinden oluşan kanatlarını Ikarus'a verirken şöyle der:
"Dikkat et! Çok aşağıdan uçma, deniz damlacıkları tüylerini ıslatabilir; ve çok yüksekten de uçma, yoksa güneş balmumunu eritebilir.  Sadece beni takip et."

Karar verirken, ılımlı ve dengeli olabilmeyi, kanatların özgürlüğünden sarhoş olmamayı ve verilen hayati öğüdü unutmamayı başarmak epey bir iş.  Hatta bir zanaat.  Zamanla öğrenilen, beceriler geliştikçe, ince ince işlendikçe ortaya çıkan bilgelik belki de.  İçimizde hem Ikarus'un hem de onu uyaran babasının sesleri ile veriyoruz kararlarımızı.  Ne söyleyeceğimiz, ne tepki vereceğimiz, hangi akili takip edeceğimizi duysak da duymasak da bu seslerle belirliyoruz.  Hikayedeki gibi her birimizin içinde, denemek, yükselmek, sonucunu hesaplamadan eğlenebilmek isteyen bir ergen ve kanat tasarlayabilecek, gökyüzüne sadece bakabilme kaderini değiştirebilecek teknik bilgi ve hayal gücüne sahip, yine de tehlikelerini bilen bir baba var.

Cevap denge.  Vicdan muhasebesi ve yıl sonu envanter sayımı yaparken, kanatlarımı ıslatmadan ve eritmeden yol alabildim mi?  Yer ve gök arasında, dengeli ve akışkan bir hava koridorunda irtifamı ne kadar tutturabildim?  Ya diğerleri? Yolumun kesiştiği diğer Ikaruslar ve babalarıyla nasıl paylaştım gökyüzünü? İçim rahat mıydı? Manzaranın tadını çıkarabildim mi?  Kuleden çıkmadığım anlar oldu mu?

Karlı bir günde, güneşe doğru uçan uçarı Ikarus nerden aklıma geldi? Demek ki diyor iç sesim, kendine şu yıl sonu mesajını veriyorsun:

"Dikkat et! İç seslerini duy! Seni korumaya çalışan bilgeye de, keşfetmeye yönlendiren enerjinin sesine de kulak ver.  Her ikisi de iyiliğin için var.  Senin işin, onları dengede tutmak.  Cevap bir başkasında değil.  Sende.  Bilge dışarıda değil.  Teknikleri öğren.  Uyarıları duy.  Kanatlar senin sırtında.  Neyi, ne kadar yapabileceğini bil.  Dengede kal.  Diğerleriyle, uyumla uç.  Kendini, sev. Kendin dışındakileri sev.  Sen, her ikisinin ortak noktasındasın."

Huzurlu, barış dolu ve sağlıklı bir yıl olsun.    

Salı, Aralık 22, 2015

Parmak Uçları


Eller ilginç aletlerdir.  Beyinde olup biteni, en ileri teknoloji yazıcılara taş çıkartacak kadar mükemmellikte boyutlu hale dönüştürürler.  Baş parmağın kullanılabilmesi ve kavrama yeteneği ile birlikte hız kazanan gelişimin önemli mimarları olmaları şaşırtıcı değil.  Ellerini insan ırkı gibi kullanabilen, bilinci parmak uçlarına akıtabilen başka bir canlı daha yok.  Böyleyken, sağılması gereken bereket çeşmeleri demek geliyor içimden.  Sadece izlemek, okumak, dinlemek, ekrandan seyredip duyuları köreltmek yerine, kolları sıvamak ve her neyi yapmayı seviyorsak onu "ele" almak gerek değil m?
Hobiler önemlidir.  Ellerini kullanmayı gerektirir çoğu.  Hobi sonucu çıkan bir ürün varsa eğer, para kazandırması, mükemmel olması, eleştirmenlerin göklere çıkarması, "like" alması önemli değildir.  Zorunda olmadığımızda yaptıklarımız bizi mutlu eder.  Besler.  Geçim sağladığımız işimizde verimli olmamızı, meşhur kalemi sivriltmek hikayesindeki gibi duyularımızı ve genel ruh halimizi gelecek günlere hazırlar.  Ayrıca ellerimizi kullanmak için eşsiz fırsatlardır.  Bize ait yaratıcılık ve kendini ifade alanlarıdır.  Yazmak, çizim yapmak, örgü örmek, origami, heykel, resim, kolaj, gitar ya da başka bir müzik aleti çalmak, sadece karalamak, marangozluk yapmak ve daha nice ellerle yapılan hobi var.  Aklımızdakini ellerimize aktarabildiğimiz gibi, geriye doğru da bir etkileşim vardır.  Yarattıkça ve ellerimizle, duyularımızla yaptıklarımız beynimize döner ve besler.  Tıkır tıkır işleyen bir çark, gıcırdayan, gittikçe paslanan dişlilerden daha verimlidir.  
Ellerle gerçekleştirilen hobiler, beynimizi besler.  Yaşam kalitemizi arttırır.  Denemeye değmez mi?    

Çarşamba, Aralık 16, 2015

Doğrudur


Yıl bitmeden, 2015 yılındaki kayıt sayısını arttırmaya çalıştığım doğrudur.  Blog ihmali söz konusu. Yine de bu yıl, defterler bitirecek kadar çok yazdım.  Kopuk kopuk, parça parça, aniden ve birbiriyle ilgisiz yazılar çıktı hep.  Olabilir.  Kabul.  Bu sene de böyle.  Fotodaki kişi resim çiziyormuş, bak şimdi farkettim.  Kolaj ve mandala yaptım bolca.  Onlara atıf olsun o zaman.

Bugün Praxia'da özür dilemenin gücü ile ilgili bir yazı paylaştım.  Yabancı kaynakların çeşitliliği inanılmaz.  Çevirip, sanki ben bilmişim de yazmışım gibi bir yazı olmasındansa, doğrudan bağlantıyı paylaşıyorum.  Daha dürüst bir yaklaşım olduğunu düşünüyorum.  Gün içinde aslında ufak gibi görünüp, biriktiğinde epey bir yekün tutan atık duygularla nasıl başedebileceğimizi yazsa gazeteler.  Bu çevirileri yapsalar.  Herkes okusa.  Akşam haberlerinde, okul basan gözlerini öfke bürümüş gencecik insanlar yerine, ellerinde gazete, parkta ağaç gölgesinde okuyan gençler, yaşlılar, oynayan çocuklar görsek.  Kendimizi bilsek.  En okumuşumuzun bile bir başkasını suçladığını görmesek, anlamaya çalışsak.  Böyle bir neslin eninde sonunda iyiliğe evrileceğini düşünmek, buna inanmak istiyorum.  Naif ve romantik bir istek olmaktan öte, olması gerekene inancım böyle.
Özür dilemek ufacık bir jest belki.  Son bir hafta içinde iki kez özür diledim.  Daha önce dilemem gereken durumların tekrar gün yüzüne çıkmasıyla, farketmeyip atladığım ipuçları, sonradan dank etmelerimle..Kırgınlığı daha büyütmeden, saygı ve sevgiyle özür dilemek iyileştiricidir.  İyiye doğru olan her türlü hareket ve duygu gibi.  Ufacık da olsa, büyük fark yaratır.

Etrafta, herşey çok kötü, kötülük, hastalık, kaza, cehalet her yerde diyerek dolaşmaktansa, kısa sürede söneceğini, eriyip gideceğini bildiğim cılız bir ışığı ateşliyor, açıyor olmayı tercih ediyorum.  Etrafımı ancak bu şekilde görüyorum.  Karanlıktan korkumu ancak bu şekilde yenebiliyorum.  Polyanna diye suçlanmak pahasına bu böyle.  Umutsuz olmanın ne demek olduğunu biliyorum, hatırlıyorum.  İyiye doğru ilerlemeye bir faydası yok.  Oturup ağıt yakmaktan, birbirimizi suçlamaktansa, olanı kabul edip, bundan sonra ne yapılabilire bakmak daha akıllıca olmaz mı?  Ne kadar kötü durumda olduğumuzu anlatmak, karanlıkta savunmasız kalmak gibi.  Aydınlık..Ancak, biz, her birimiz, tek tek, ışığa yöneldiğimizde mümkün.

Özür dileyebilmek erdemdir.  Küçücük bir ışıktır.  Kararmış noktaları ve cüssesinden fazlasını aydınlatır.

Böyle işte..

Cumartesi, Aralık 12, 2015

Okumanın Yolu


"Niçin okuyoruz? Dünyanın ve kendimizin gizlerini kavramak, yaşam ufkumuzu genişletmek, doğa ve insanları daha iyi tanıyıp, akıl ve erdeme uygun yaşamak için değil mi?"

..diye sormuş Montaigne.  Her eylemimiz buna yönelik değil mi zaten? Öyle olmalı ya da... Oku oku nereye kadar?  Uygulama, deneyip görme, yanılıp değiştirme ve tekrar tekrar eyleme geçebilme değil mi asıl olan? 

Bernard Shaw ise şöyle buyurmuş:

"Her şey kağıt üstünde kaldı diye yakınanlar unutmasınlar ki, insanlık; onuru, güzelliği, doğruluğu, bilgiyi, erdemliliği ve tükenmez sevgiyi bugüne dek yalnız kağıt üstünde elde etmeyi başarmıştır."

Francis Bacon da;
"Okumak insana olgunluk, konuşmak canlılık, yazmak da açıklık verir." demiş.

Demek ki neymiş? Okuyup, konuşup, yazacakmışız. Okunanları işlemden geçirme eylemi ise yazmak, akıl ve erdeme daha da yaklaşmakla ilgili olabilir mi kalem tutmak?  

Bruce Lee de demiş zaten;
"Bilmek yetmez, uygulamaya koymalıyız.  İstiyor olmak yetmez, YAPmalıyız."