Perşembe, Ağustos 31, 2006

...


Keyif dalda ürkek bir kuş bu aralar. Neşelenmek lazım. Sıcaklar bitti. Şükredecek çok şey var. Bu öğlen annemle cep telefonumdan konuşurken bir yandan da çantamda telefonumu arayacak kadar yorgunum. Ya da başka birşey. Bilmiyorum...

Pazartesi, Ağustos 28, 2006

Çantamızda Ne Var?

Bu yıl artık bir işimize yaramayacak olsa da, sabah burdan seyahatte yanımıza almamız gerekenler listesine bakarken farkettim ki, şehir içinde günübirlik gezilere de bu listedekilere çok yakın eşyalarla çıkıyoruz. Dün anneanneme giderken hazırladığım çantadakilerin hatırlamaya çalışayım:
-oğluş için; 4 takım kıyafet (bir tanesi her ihtimale karşılık uzun bacaklı, diğerleri şort takımlar)
-İlave tişört
-arabadan çıkarken sırta konulacak ter emici bezler
-3 adet emzik
-su biberonu
-şapka
-bezler ve ıslak mendil
-3 azı dişinin birden kabarmasıyla her an inip çıkan ateşe karşılık şurup
-diş ve sıcaktan kaynaklandığını düşünmek istediğim iştahsızlık için aç karnına bir an yakalandığında (ki pek zor olmuyor) verilmek üzere vitamin şurubu
-2 adet karton kitap
-1 mini piano (lay lay)
-ani acıkmalara karşı birkaç kurabiye
-kızım için; yedek bir takım kıyafet ve iç çamaşırı
-bir şişe su
-gittiği yerde ayağına göre bulunmadığı için terlik
-şapka
Neyse ki, kendi kitapları boyaları ve bebekleri için ayrı çantası var.

Ve yine aynı çantaya kendim için en az yer tutacak şekilde yedek elbise, cüzdan, gözlük, ruhsat.
Eskiden mama teçhizatımız da vardı bu listede. Sıcak su termosunun çanta ağırlığı üzerindeki etkisi sanılandan fazla.

Kızımın doğumunda bir sporcu çantası almıştım. Şirin bebek çantalarına taa o zamandan beri sığamıyorum zira. Edip Cansever'in "masa da masaymış ha" diye şiiri vardır ya, bizim ki de çanta da çantaymış ha, bu kadar zaman bana mısın demedi.
Kışa ne yapacağız bilmiyorum, değişen hava şartlarına heran uyum sağlayabilmek için farklı özellikte ve kabarık kıyafetler, yağmurluklar, yelekler. Off, şimdiden yoruldum. Biraz risk alıp, hafiflemek lazım. Her servisi de karşılayamayız ya, değil mi?

Perşembe, Ağustos 24, 2006

Güzel Şeyler

Sahilde simitlerine bayıldığımız, her Pazar mutlaka erkenden uğrayıp koca bir poşet kahvaltılık çörek börek simit aldığımız bir fırın var. Dün akşam çarşıda ufak bir gezinti ve köşebaşı balıkçısında yemekten sonra yine uğradık. Duvarda küçük bir kutu asılı idi. Bağış kutusu yapmışlar. Bu paralarla, belediyeden yoksul olduğunu belgeleyen ailelere ücretsiz ekmek vermeye başlamışlar. Yıllardır tanıdığımız fırın sahipleri de oldukça heyecanla kimlere ne kadar ekmek verildiğini kaydettikleri listeyi gösterdiler. Üç varlıklı işadamı da yüklü yardım yapmış ve çeşitli yerlerde bu şekilde ücretsiz ekmek dağıtılmaya başlanmış. Para artarsa da kırtasiye, giyecek, ilaç gibi başka yardımlar da yapılacakmış.
Çok sevindik. Her kim önayak oldu ise, müthiş güzel bir iş yapmış.

Çarşamba, Ağustos 23, 2006

...

Okulun ilk yılı, hepimizi toplayıp devlet tersanelerini gezdirmişlerdi. Hayatında ilk defa tersane ve yapım aşamasında gemi gören bizler, ağzımız bir karış açık, küçük ördek yavruları gibi hocanın peşinden giderek, fazla da etrafı kurcalamamaya çalışarak, işin ciddiyetinden uzak biraz da şakalaşarak dolaşmıştık tersaneleri.
Atölyelerin kapılarındaki yazılar hala aklımda:"Bu atölyede 245 gündür kaza olmamıştır". Gururla yazılmış, her gün tebeşirle yazılı rakam kısmı silinip, kazasız geçen bir günün daha arttırdığı rakamın yazıldığı siyah tahta üzerine beyaz yazılar...
Dün, okuldan mezun olduğumda ilk çalıştığım tersanedeki bir gemide patlama oldu. Haberlere göre 5 işçi ölmüş. Yaralılar var deniyor. Bulunduğum ofisten tersane girişini görebiliyorum. İtfaiye arabaları ve ambulanslar. Bugün de işçileri durdurmaya çalışan polisler ve işçiler kapıdalar. Olan oldu. Giden gitti...

Salı, Ağustos 22, 2006

Atış Serbest

Yeni bir huy geliştirdi oğluşum. Eline ne geçirirse, ağır hafif bakmadan fırlatıyor. Bazen sofranın ortasına, bazen ablasının kafasına. Tepki vermemeye çalışıyoruz ki, iyi veya kötü yaptığının ilgi çektiğini düşünmesin. Seyircisiz bir oyuna devam etmeyeceğini umuyoruz. Ufak düzelmeler yok değil. Yine de atış menzilinde olmamak için hepimiz dikkat ediyoruz. Bir basket potası almanın zamanı geldi galiba. Hiç olmazsa atışlarının bir hedefi olsun. Umarım işe yarar.

Cuma, Ağustos 18, 2006

Hocam Denk Gelip de Okursanız, Saygılar Sevgiler!

Herkesin hayatında var mıdır böyle birileri? Lise yıllarında, henüz hayat acemisiyken, söyledikleriyle ve yaptıklarıyla "etkileyen"?
Her Beşiktaş Atatürk Anadolu Liselinin hatırlayacağı ve benim de hiç unutmadığım edebiyat hocam Ersin Aybars öyle biri. Tesadüfen Ekşi Sözlük'te rastladım kendisine. Hesaplıyorum, en son 15 yıl önce ders almış olmalıyım. İlkokulda "hayat bilgisi" dersi vardı ya, işte onun lisedeki versiyonunu müfredat kılıflı edebiyat derslerinde, ama sahicisini, bizlere öğreten hoca.
Mecburi hizmet dolayısıyla Elazığ'da bir süre okuyup, sonrasında İstanbul'un göbeğinde bir okula gelmek yeterince sarsıcı iken, bir de o ana kadar gördüklerimden çok daha farklı bir Ersin hoca, en az kendisi kadar değerli ve "ders" aldığım eşi, yine edebiyat öğretmeni olan Tülin Aybars, bildiğim herşeyi sorgulatmışlardı bana.
Lise sonda idi galiba Amadeus filmini, her beş on dakikada bir durdurup yorumlayıp/yorumlattırarak seyrettirmişti bize. Sınavda da sorular filmden gelmişti. Ekşi sözlükte okuduğuma göre son zamanlarda Fight Club seyrettiriyormuş. Andre Gide'in "Dünya Nimetleri"ni ise tüm yıl boyunca okuyup tartışmıştık.
Şimdi beni görse tanımaz herhalde. Adımı hatırlamaz. Ama bir yerlerde karşılaşmayı ve teşekkür etmeyi çok isterdim. Emekli olmuş bile olabilir.
Hocam! Yazımı okursanız en azından burdan teşekkürümü kabul edin. İmla ve mantık hatalarını da affedin. Sizi ve eşinizi hiç unutmadım. Süslü cümleler kurup haddimi aşmayayım diye kısa kesiyorum. Biraz korkuyla karışık da olsa, saygı ve sevgilerimi gönderiyorum.

Perşembe, Ağustos 17, 2006

Baba, Çık Dışarı Oynayalım!

Anneme gittiğimizde, büfenin kitaplık bölümlerini kurcalarken şu kitaba rastladım. Daha önce görmemiştim ya da farketmemişim. Annem almış bir ara. Ama okumamış. Hemen el koydum.
Aslında babalara hitaben yazılmış. Günümüz koşturmacasında annelerin olduğu kadar babaların da işi oldukça zor. Bize kıyasla, çalışma saatleri ve günleri (hatta yerleri)konusunda herhangi bir kapris yapma şansları yok.
Kitap biraz önceliklerle ilgili. Çabucak okunabildiği için sıkmadan konsantre bilgiler verip, kısaca babalara (ya da o roldeki kişilere) çocuklarınıza vakit ayırın, model olun, ilgi gösterin diyor.
Tabii vakti daha da az olan babaların bu kitabı okumak yerine çocuklarıyla vakit geçirmesi de doğru bir seçenek.
Yine de, kendini geliştirmek isteyen bir babanın okumasında fayda olacağını düşündüğüm bir kitap.


Salı, Ağustos 15, 2006

Hamurcuk

Unutmadan oğluş sözlüğü yapmam lazım. Şimdi başlayayım. Zaman zaman yenileri oldukça eklerim. Düzgün söylediklerini değil ama ilginç olanları ileride de hatırlamalıyız mutlaka. Fotoğraf makinasının tarihini de düzeltmeli artık.

Bambuş : Babaanne
Aninne : Anneanne
Kaaga : Kuş
Av : Al
Abakaka : Al bakalım
Tikko : Domates
Zuş : Su
Üt : Süt
Amba : Lamba
Ampil : Ampul
Baakım : Balkon

Fotoğraf tatilde iken anneannesinde çekildi. Babaannesine hamur işleri konusunda oldukça yardımcı oldu. Sonrasında tüm mutfağın süpürülmesi gerekse de, epey eğlendi.

Pazartesi, Ağustos 14, 2006

Haftabaşı

Haftaya ağlayarak başladım.
Bence kariyer denilemeyecek ama bir şekilde çalıştığımı düşündüğüm iş hayatımın dönüm noktası diyeceğim bir kararla geçtiğim firmadan, mesai saati bitiminde (!) çıkıyorum diye işten atılmıştım. Bundan 3-4 yıl kadar önce. Hem de kendileri iş teklif etmiş olmalarına rağmen. Hem de baştan altıda çıkacağımı söylememe ve kabul (!) etmelerine rağmen. Hem de yine de çoğu akşamlar daha geç çıkmama rağmen. Hem de çok alıştığım sevdiğim hala unutamadığım bir işte zaten çalışıyor olmama ve bir söz verdim deyip kal ısrarlarına rağmen...
Hiç bir işimi özgeçmiş gönderek bulmadım ben. Bulunduğumuz yer küçük. Herkes birbirini tanır. Nasıl çalıştığını bilir. Değil bir iş yerinden kovulmak, o ana kadar kötü söz dahi işitmemiş bir ben, sizinle çalışamayacağız dendiğinde ne yapacağımı şaşırmıştım. Bugün o iş yerinden bir arkadaşımı gördüm. Tüm kadro değişmiş, bir tek benimle iş görüşmesini yapan, beni baştan söylediğim mesai bitiminde çıkmalıyım şartıyla kabul eden, taşaronluk zamanında iş verdiğim o müdür kalmış. Arkadaşım da üzgündü. Saat altıda çıkıyorsun diye yapılacak iş miydi dedi. O da istifadan dönmüş bir iki kez. Şimdi ben de beş buçukta çıkıyorum dedi. Onunla konuşurken boğazımda düğümlendi kelimeler. Devam edemedim. Gittiğinde de zaten yaşlarımı tutamadım. Demek pişmanlık böyle birşey. Yokolmuyor. Romatizma gibi her yağmurda sızlıyor.
Nefis bir haftasonuna ait nefis resimler çekmiştim bir de. Bu sabah hafıza kartının azizliğine uğradı hepsi. Silindiler. Ama pozlar bile aklımda. Yapabilirsem ve denk getirebilirsek birkaç tanesini tekrar çekmeliyim. Özellikle dört büyük dört küçük aynı masada, hem de hepsi (!) oturur vaziyette ve kameraya bakar iken yakaladığımız poz mutlaka tekrarlanmalı. Cumartesi kaçamağı ise ayrı bir konu.

Tüm bunların üstüne, neyse ki kızlarla buluştuk öğlen. İyi geldi. Çok tatlılar. Eksik kadro idik ama, Eylül gibi tamam olacağız. Bir de bebek haberi aldık. Grubun en minik üyesi o olacak.
Yukarıdaki resimdeki ben oluyorum. Bu sabah kahvaltıda kızım çizdi. Eteğim resimde çok daha uzun ve renkli. Saçlarım olduğundan uzun resmedilmiş. Dudaklarım ancelina coli gibi değil tabii gerçekte. Ama bu aralar nedense abartılı çiziyor. Bir de kollarımı kısa çizmiş. Sanırım daha çok sarılmalıyım. Yanaklarımdaki makyaj değilmiş. Sadece pembe pembelermiş. O kadar. Kısa bir ayrılık yaşadıkları için bu sabah anneanneleri çok revaçtaydı. Beni o yüzden çalakalem çizdi. Üzülmemeyeyim diye sanırım. Anneannesini peri kızı şeklinde çizmiş çünkü. Böyle kabarık etekler, yapılı saçlar, ellerde kurdedeli sihirli değnekler filan. Oğluşum ben giderken bakmadı bile. "Aninne"sinin kucağından inmedi bir türlü. Ben de sessizce kapıyı kapatıp çıktım.

Akşama az kaldı. Evim. Seni özledim.

Perşembe, Ağustos 10, 2006

100.Post

Blog yazmaya başladığımda ne kadar devam edeceğimi bilmiyordum. Yüzüncü post olmuş bile. Tebrikler Annelog!

Pazartesi, Ağustos 07, 2006

Kız Kıza

Her ikimizin de heyecanla bu Cumartesi'yi beklediğimizi söylemeliyim. Bakıcımız öğlene kadar kaldığı için, sabah erkenden çıkıp, en geç bir gibi dönmeliydik. O yüzden kahvaltıdan hemen sonra çıktık.
Yolda ilginç konulardan bahsettik. Mesela araba kullananların neden etraflarına ve diğer arabalara hiç bakmadıklarını sordu. Bir de elektrik direkleri ve telleri çok ilgisini çekmiş. Kablolar koparsa neler olur, evde hangi eşyalar elektrikle çalışır, yeraltına döşenen kablolara derine konuldukları için üzerlerinden araba geçse bile birşey olmaz gibi konularda, epeydir konuşmadığımız kadar sohbet ettik.
İlk durağımız kitapçı oldu. Uzun uzun kitaplara bakıldı. Kimsecikler olmadığı için bölümler arasında ayrı ayrı dolaşırken, bir yandan da konuşuldu. Yeni gelen kitaplara bakıldı. Boyama kitabı ve bir dergi alındı. Bir de şu yeni moda olan kartlar var. Üzerlerinde çeşitli fantastik çizgi karakterlerin olduğu ve her birinin kısa özgeçmişinin (evet üşenmemişler ayrı ayrı geçmişlerini ve şu anki durumlarını yazmışlar!) ve özelliklerinin puanlandığı kart destesinden aldık. Kızımı kartların başında gören ufak bir erkek çocuğu babasına "ama bunlar erkekler için!" dese de biz aldırmadık. Nasıl oynandığı hakkında en ufak bir fikrim yok bu kartların. Ama hangisi iyilik hangisi kötülük için çalışıyor hepsini tek tek okutturdu bana. Hangi tarafta oldukalrını anlayamadıklarını da sordu. "Bu iyi mi yoksa kötü mü anne?" diye. İyileri kendine aldığı ve kötüleri de bana verdiği bir oyun icad etti bile aslında.
Sonra,dondurmacı henüz açılmadığı için kahve içmeye gidildi. Çantamızı çaldırdığımız kafenin başka bir şubesine gittiğimiz için, "Anne çantana dikkat et!" diye uyarmayı da ihmal etmedi. Bir de ben kasada iken "Anne, gözünü benden ayırma olur mu?" dedi. Çok etkilenmiş çantamın çalınmasından. Hala etkisi geçmemiş anlaşılan.
Kafede kitaplarımıza dergilerimize baktık ayrı ayrı. Çiyzkek ve kahve keyfi yaptım bu arada. Artık dondurmacı da açılmıştır diyip kalktık. Şekerci dükkanına uğrayıp, stikırlı barbi şekerinden almayı da ihmal etmedik yol üstünde. Dondurmamızı alıp incik boncuk baktık bir süre. Çıngıl çıngıl kolyelere pek bir meraklı olduğum için, fiyatı inanılmaz derecede düşmüş iki kolyeyi hemen aldım. Bu arada "anne çok şey aldık" diye de beni frenlemeye çalışıyordu 6 yaşındaki kızım! Başarılı da oldu hani.
Bebek mağazalarını dolaşıp, oğluşum için indirimden bir sonraki sene giyebileceği uygun fiyatlı giysilerden aldık.
Ayakkabı mağazasına da bakalım lütfen lütfen diye tutturunca ben (!), "tamam anne bakalım, sonra eve gidiyoruz ama!" dedi.
Rolleri değiş tokuş ettik bir müddet. Hiç de fena olmadı. Dönüşte, başka ne yapsaydık iyi olurdu diye sordum. Düşündü. Tombul bebek istiyordum alsaydık iyi olurdu dedi. Zaten pek çok bebeğin var, hem de büyüdün ne bebeği gibi nutuk atma işine girişmedim. Sadece bu günden çok keyif aldığımı söyledim. Diğer kısımlar hoşuna gitmiş. Sanırım tekrarlayacağız.
Eve gitmeden Neşeli'ye uğradık. Bizim hatun, Neşeli'nin kibar davetini ikiletmeden hemen "tabii kalırım" diyerek kendi öğleden sonra programını yapıverdi. Vaktimiz hiç kalmadığı için ben de oğluşumun yanına döndüm. Biz gittikten sonra yarım saat arkamızdan ağlamış. Kendini gösterip attaaa diyormuş. "Özür dilerim annecim, ablanla gitmemiz gerekti. Bir dahaki attaya birlikte gideriz" dedim. Neyse ki kızgın değildi. Unutmuştu bile.
Akşamüstü Neşeli eve bıraktığında hatun gayet keyifliydi. Tek sorun, günümüzü babasına anlatırken ayakkabı mağazasına gitmek için tutturmamı anlatması oldu. Gerisi süperdi!

Cuma, Ağustos 04, 2006

Plan

Yarın için sadece ikimize ait bir öğleden önce planladım. Bol dondurma ve en sevdiği dergiler. İsterse de sinema.
Başbaşa kalamadık uzun zamandır. Arada bu kaçamakları mutlaka yapmalıyız. İnciklere boncuklara bakarız hem. Kız kıza.
Sıcaktan ofiste erirken yarını hayal ediyorum. Bakalım planımı beğenecek mi?
Oğluşumun tekelindeki saatlerim oldukça fazlalaştı. Akşam ve sabahları görüştüğümüz zaman zaten sınırlı. Özellikle kendisine ayrılmış, sadece ona ait saatler iyi gelecek. Bunu evde yapmamıza imkan yok. En iyisi dışarı çıkmak. Elele tutuşup canımızın istediği yerde durmak, istemediği yerde koşmak.
Saatler de geçmiyor bir türlü...

Perşembe, Ağustos 03, 2006

İçimden Geldiği Gibi

Kalbimden ve aklımdan geçenleri bilmiyorsun. Senin için neler istediğimi öncelikle.
Olamadıklarımı olmanı. Yapamadıklarımı yapmanı. Gidemediğim yerlere gitmeni. Söyleyemediklerimi söylemeni. Başaramadıklarımı başarmanı. Bilemediklerimi bilmeni. Boynuzun kulağı geçmesini. Hayata kafa tutmanı. Benden cesur, benden akıllı, benden sağduyulu olmanı.
Ama "kendin" olmanı.
Bıçak sırtında yürümek gibi bazen. Yaşken eğmeye çalışmak bir fidanı.
Kırılmasın incinmesin ama eğri de büyümesin.
Şu an bile benden güçlüsün, sen bensiz oluyorsun artık ama ben sensiz olamıyorum. Biraz önce yine "doğru" yapmadığın birşeyleri anlattıktan sonra da dediğim gibi..Seni çok seviyorum. Bu yaşlarında yaşadıklarından ne kadarını hatırlarsın bilmiyorum ama, herşeyi unut, bunu unutma!

Çarşamba, Ağustos 02, 2006

Öğle Tatilinde Yapı Markete..

...giden var mıdır acaba? Yani benim gibi...
İş arkadaşlarımdan biri de benimle geldi. Girişte ayrıldık, herkes rahat dolaşsın diye.
Eylül'de boya işleri var yeni evimiz için. Biraz fiyat karşılaştırması, biraz renk seçimi, teflonlu mu silikonlu mu, hangi marka, vs araştırma yaptım. Durum vahim. Tahminimden pahalıya patlayacak gibi. Yapacak birşey yok, hamama giren terler.
Haftasonu kalabalığı yokken rahat dolaşılıyor böyle yerlerde. Zaman kısıtlı olmasa daha iyi olurdu tabii, yine de işlerin bir miktar beklemede olduğu şu günlerde, ileride bulamayacağım bir zamanı değerlendirmiş oldum.
Maydonoz tohumları aldım. Bir paket de toprak. Hem evdeki saksılar için, hem de yetiştirebileceğimden emin olmadığım tohumcuklar için. Toprak yenileme işi baharda yapılırdı galiba. Biraz geç kaldım. Ne yapalım şimdi sıra geldi. Konu üzerine, çok da ilgili ve bilgili olduğum söylenemez.
Aslında tohumları kızımla birlikte ekebiliriz. Onun da pek çiçek bakımı üzerine ilgili olduğunu söyleyemem ama belki bu sayede peynirli börek yerken içindeki maydonozları ayıklamaktan vazgeçer. Belli mi olur...