Cuma, Aralık 30, 2005

Hoppala Tombala


Bu aralar favori oyunumuz tombala.
Tabii ufalıklık yattıktan sonra.
Kızım, babamız, ben, misafir oyuncular anneannem ve kayınvalidem, kıran kırana bir tombala mücadelesi içindeyiz akşamları. Kızım oyun kurucudur herzaman, sen şu yeşil kartı al, sen pembeyi bırak, annem çeksin sayıları gibi. Ya da kurallar anlık olarak onun isteğiyle değişiverir. Neden diye sorulmaz. Onun oyunudur ve kuralları düzenleme hakkı vardır. Biz de uyarız, saygı duyarız. İki turdan fazla oynamıyoruz ama hem herkes katılabiliyor, hem de sayılarla içli dışlı olabiliyor kızım. Ayrıca bir süre barbi konuşturma oyununa da ara vermiş oluyoruz ki, herkesi en çok bu rahatlatıyor:)

Salı, Aralık 27, 2005

İyi ki Doğdun(uz)!

Bugün oğlumun doğum günü...Hayatımıza katılalı ve daha da renklendireli 1 yıl oldu. Nasıl geçtiğini anlamadığımız, bazen bunalıp yorgunluktan bayıldığımız ama sonsuz keyif aldığımız ve her dakikası için şükrettiğim bir yıl...

Hafta içine rastladığı için, geçtiğimiz Pazar günü kutladık oğluşumun doğumgününü. Yakın akrabalarımız ve yakın arkadaşlarımız ile birlikte olmak, kızımın hem oğluşuma hem de kendine gelen hediye paketlerini açarkenki heyecanını görmek, herkesin konuştuğu bir ortamda sohbet etmeye çalışmak, annemin, kayınvalidemin ve benim yaptığımız ikramların beğenilmesi, diyet programımı bir günlük askıya almak gerçekten harikaydı.

Günün tek olumsuzluğu, benim aniden hastalanmam ve ancak misafirlerin gelişinden kısa bir süre önce ayaklanabilmem oldu. Zaten kısa süre sonra da hastalığımı unuttum. Fotoğraf çekmeye, ikramlardan atıştırmaya, bizim için misafir sayılmayacak kadar yakın olan dostlarımızla sohbet etmeye kaptırdım kendimi.

Kızım artık alıştı kalabalık ortamlara. Oğlum ise biraz şaşkındı, tam olarak neler olup bittiğini anlayamadı önce. Yabancılardan pek çekinmez, dışarıda gördüğü ablalara önce tüm şirinliğiyle gülümser sonra da kucaklarına atılır. Bu kez, önceden gördüğü tanıdığı pek çok kişiyi bir arada görünce hafif bir şaşkınlık yaşadı. Ablasının doğumgününden hafızasında kaldığını tahmin ettiğim birşey yaptı sonra. Üzerinde mumları yanan pastasını görünce kendi kendine alkışlamaya başladı. Böyle bir sahnede bu yapılıyordu diye düşündü galiba. Hepimiz çok güldük. Bir de, ellerini kullanmadan pasta yiyişi vardı ki herkesi yine çok güldürdü.
Uyku saati geldiğinde, eğlence ve hareketi bırakmak istemediği ama yorgunluktan da bitkin halde olduğu her hareketinde belliydi. Yaklaşık iki dakika kadar sürdü uykuya dalması. Ya da sızması demeliyim belki. Küçücük vücudu için yoğun bir gündü. Deliksiz uyudu sabaha kadar.

Bilerek sipariş vermemiştim ama, pastasında 6 tane mum olması iyi oldu. Böylece, ablası da pastada kendi yaşı ile ilgili birşeyler bulup kendini kötü hissetmedi. Yapılan hazırlıkların her ikisi için de olduğunu söylemiştim önceden. Mumları bu şekilde görmek ve kardeşi yerine üflemek de çok hoşuna gitti.

İkisini de neşeli, canlı, hareketli görmek, birlikte böyle günler yaşamak aslında anne ve babaları olarak bize verilmiş ödüller. Çok yoruldunuz, gerildiniz, bazen birbirinizi kırdınız, yapmak istediklerinizi ertelediniz, ama bakın bu anlar da sizin ödülleriniz...Yaptıklarınızın karşılığını bu şekilde görüyorsunuz ve asıl hediye bugün size verildi, diyor derinden bir ses. Ben buna inanıyorum. Zorlandığım her anda ödülümü aklıma getiriyorum. Ve hiç yanılmıyorum...

Minik oğlum ve şeker kızım, iyi ki doğdunuz, iyi ki varsınız!

Pazartesi, Aralık 26, 2005

İyi Haftalar!

Neden blog başlattın diye soran arkadaşlarıma henüz net bir açıklama yapabilmiş değilim, ancak çok keyif aldığım bir gerçek. Her sabah, arkadaş bloglarda neler yazılmış, bebişler neler yapmış, bizim hayatımızla benzer neler yaşanmış, yazdıklarıma ne gibi yorumlar yapılmış, ben neler yazsam diye merakla açıyorum bilgisayarımı. Çalışmaktan bunaldığım anlarda da, şöyle bir tur atmak çok iyi geliyor.

Aranızda olmaktan çok mutluyum.

Herkese iyi haftalar!

Perşembe, Aralık 22, 2005

Farklılar...

Derler ya "beş parmağın beşi bir değil" diye. Çok doğru.

Yavaş yavaş farkediyorum ki, oğlum ve kızım birbirlerinden çok farklılar. Daha yolun çok başında olmamıza, oğlumun ilk yılını yeni dolduracak olmasına rağmen, bazı farklar net görünüyor. Cinsiyetlerinin de mutlaka etkisi vardır. Erkekler daha aktif, kızlar daha narin genellemesi bizde tutuyor mesela. Kızım küçük bir hanımefendidir, giydikleri uyumlu olacak, o kıyafetin altına giden ayakkabı giyilecek, o deftere yazdığı belirli bir kalemi vardır kaybedilmeyecek, örtüsü kalıp gibi ve yatağın her tarafını kaplıyor olacak. Ufak bir bakışımızdan etkilenir, yüz ifadelerini takip eder, kırılgandır, son derece dikkatlidir.

Oğlum da, yaşı gereği tam bir araştırma canavarı. Tehlikeli ve güvenli ayrımı henüz olmadığı için sürekli tetikteyiz. Ancak, dokunmaması gereken herşeye bilerek ve isteyerek hem de istikrarlı bir şekilde, küçük yüzündeki o çapkın gülümsemeyle dokunmaya devam ediyor. Elektrik kabloları mesela. En favori, etrafındakileri çileden çıkartma oyuncağı. Ya da prizler. Çok eğleniyor bize bakıp. Bizse, bu şirin surat karşısında otoritemizin darbe almaması için gülmemeye çalışıp, çoğunlukla başarılı olamıyoruz. Kızımın bu yaşlardaki meraklılığına ilave olarak oğlum bir de korkusuz.

İkisi de kendilerine özgüler. Birbirlerinden farklılar. Karşılaştırma yapmak yapılabilecek en büyük hata. Her ikisinin de gelişimlerini merak ve hayretle izliyoruz. Bloglardan birinde okumuştum ama not etmemişim sahibinin adını. Diyor ki; şaşırmak en sevdiğim duygudur. Biz bunu bol bol yaşıyoruz:)

Salı, Aralık 20, 2005

Nereye?

Karar vermek, hayatımızın vazgeçilmez bir parçası.

Yol ayrımlarındaki V harfinin alt ucunda durup, türlü soruları düşünüp ihtimalleri hesaplamak, heran yapmak zorunda olduğumuz bir iş. Seçim yapmak ve yaptığımız seçimlerin sonuçlarına katlanmak ya da onlarla mutlu olmak...Ya da mutlu olurmuş gibi yapmak...Aslında ne yapmak istediğini bilmek ama, yörüngesini değiştirmenin imkansız olduğunu bilen bir gezegen olmak...

Yaptığım işi düşünüyorum uzun zamandır. Mezun olalı 10 yıl olmuş. Çalışmaya başlayalı ise, daha çok yıl. Bildiğim, tanıdığım bir ortam içindeyim artık. Başarılı mıyım? Cevabı göreceli...Bir işim var, işsiz kalmayacak kadar çevrem var. Bu bir başarı. Peki nasıl hissediyorum? Bu seçimi ben yapmamışım gibi...Sanki yolda giderken bana göktaşı çarpmış ve ben kendimi şu an yaptığım mesleğin okulunda okurken bulmuşum. Sanki ben başka şeyler yapmalıymışım. Kumaştan elbise, ağaçtan mobilya, kilden heykel, müzikten dans, topraktan bitki yaratmalıymışım...Bir malzemeyi alıp işleyip başka bir şeye dönüştürmeliymişim.

33 yaşına gelince insan bunları sorguluyor demek. Üzerine olmayan bir elbiseyle dolaşmak, dahası bundan kurtulamamak ne kadar rahatsız ediciyse, ben de öyle hissediyorum bu aralar.

Çözümü ile ilgili en ufak bir fikrim yok. Kontrol edemediğim bir nehirde akıp gidiyorum sadece. Denize dökülebilmeyi umarak...

Çarşamba, Aralık 14, 2005

Kalbimiz yumruğumuz kadardır...


-B.E. : Biliyor musun Dilek Teyze (bakıcımız), elini yumruk yap, işte insanların kalbi o kadardır.

-D.: Öyle mi?
-B.E.: Evet. Ama anneminki daha büyük.
-D.: Aaa, neden?
-B.E.:Çünkü hem beni hem kardeşimi çok sevdiği için. Kalbi daha büyük bu yüzden...
-D.: ....
...
Hangimizi daha çok seviyorsun? diye her sorduğunda ne diyeceğimi bilemeyip lafları geveliyordum. Sonra, içini rahatlatmanın ancak eski yerinden hiçbirşey eksilmediğini söyleyerek (zaten tavır olarak hissttirmeye çalıştığımız gibi) mümkün olacağını düşündüm. Ve benim ikinizi de çoook sevecek kadar büyük bir kalbim var dedim. Sanırım hoşuna gitti ve aklı yattı. Ama kontrol etmeye devam edeceğine eminim:)

Salı, Aralık 13, 2005

Kaçamak


Bu sabah oğlumla kaçamak yaptık yine.

Ablamızı okula, babamızı da işe yolcu ettikten sonra, birlikte geçirdiğimiz yarım saatimiz var her sabah. Onbir buçuk aylık oğlum, akla gelebilecek her yeri karıştırmak istiyor. Saksıların içleri, çekmeceler, dolaplar, kapalı veya içinde birşeyler olduğu belli olan herşey onun için keşfedilmeyi bekleyen yerler. Tabii bunlara ablasının odasındaki her kutu, sepet ve dolap dahil. Kızım, kardeşiyle hemen hemen herşeyini paylaşıyor, oynamasına karıştırmasına müsaade ediyor. Tabii bazı dokunulmazlar var. Mesela renkli kalemlerinin durduğu sepet ve özel kutusunda renklere göre sıralanmış kuru, sulu, pastel boya seti. Çok haklı. Karıştırılmamalarını, renklerin yerlerinin değiştirilmemesini istiyor.

Ancak bunu oğluma anlatmak bazen zor olabiliyor. Suç ortağı bir anne olarak, yasak kalemleri de bir güzel dağıtmasına izin veriyorum sabahları. Bu durumun pek çok yararı var. Oğlum kalemleri dağıtırken merakını gideriyor, ben de onu rahatlıkla öpüyorum, kokluyorum, sohbet ediyorum. Sağa sola da koşturmamız gerekmiyor tabii. Hatta, iki arada bir derece yaptığım kahvaltımda bitiremediğim çayımı bile içiyorum bazen. Bakalım ne zaman yakalanacağız...

Hiçbir zaman, etraf dağılmasın diye çocukların çekmece karıştırmalarını engelleyen bir anne olamadım. Doğalarında var. Meraklılar. Küçük birer kaşif oldukları zamanları iyi değerlendirmeliler diye düşünüyorum. Kendilerine veya çevreye zarar vermedikleri sürece. Dağınıklık bazen insanın gözünü döndürücü boyutlara ulaşabiliyor, bu bir gerçek. Şöyle, dekorasyon dergilerindeki gibi derli toplu, ortalıkta hiç yaşam belirtisi olmayan evleri arıyor insan bazen.

Muhtelif çap ve ebatta oyuncaklar, boya kalemleri, defter, faaliyet, kıyafet, çanta, yap-boz ve lego parçaları, tanımlanamayan bir dolu parçacık, barbiler, onların kıyafetleri ve ayakkabıları, resimler, makasla kesilmiş gazete dergi parçaları...Anlatması bile yorucu. Toplaması ise insan üstü çaba gerektiriyor bazen.

Ancak emin olduğum birşey var. Bu dağınıklık bağımlılık yapıyor. Evimizi, onlarsız düşünemiyorum. Oğlumun küçücük elleri ile oyuncakları evirip çevirmesini seyretmek, kızımın hayali tiyatro oyunlarını dinlemek ve her dakika yeni şeyler öğrendiklerine şahit olmak hayatımın vazgeçilmez bir parçası artık.

Sadece, bir kaç derleyip toparlayıcı kutuya daha ihtiyacımız var. Hepsi bu...






Salı, Aralık 06, 2005

Hırsız Vaaaaar!

Evet, hırsız var! Dün gece, ofisteki tüm bilgisayarları ve laptop'ımı götürmüşler. Sabah tam bir şok yaşadık hep birlikte. Eskiden e-mailler olmadan nasıl çalışıyormuşuz anlamıyorum. Bilgisayar ve internet elimiz ayağımız. Hepsi çalındı. İçindeki dosyalar ve tüm bilgilerle birlikte. Makinaların bulunma ihtimali var ama formatlandılarsa içindekilere ulaşmak artık imkansız. Bu derece bilgisayara bağımlı olmak hem iyi hem kötü. Yedek aldığımız makinayı da almışlar. Herhalde yedeğin de yedeği, onun da yedeği filan olmalı başka bir yerde.

Vaziyet hoş değil yani. El yordamıyla iş yapmaya çalışıyoruz. Yeni makinaların gelişi hafta sonunu bulur. O zamana kadar hepimiz tarih öncesinden kalma bir laptop'a kaldık. Buna da şükür...

Salı, Kasım 29, 2005

Herşeyin üstüste geldiği zamanlarda, omuzlarımda şiddetli bir ağrı hissediyorum. Kötü bir rüyadan uyanamamak gibi. Çıkışı bulamadığım bir binadan kaçmaya çalışmak gibi. Herşey üstüste geliyor...

Çocuklar hasta, ben hastayım, eşim çok yoğun, annem yanımda değil, yataktan kalkamıyorum, çocuklarla ilgilenemiyorum, iş yerinde cevaplanmayı bekleyen mesajlar aklımda... Anneannem ve bakıcımız olmasa halimiz haraptı. Belki bir gün sürdü bu durum ama herhangi bir şekilde düzen bozulsun istemiyorum. Herşey olmasına alıştığımız gibi olsun. Elim kolum bağlı olmasın...

Sonra, kara bulutların arasında sıcacık bir kahkaha günümü aydınlatıyor. Oğlum katıla katıla gülüyor ablasının yaptıklarına. Espri yapacak kadar büyümüş kızım. Beni de güldürüyor. Rahatlıyorum. Şükrediyorum. Sahip olduklarıma. İlaç gibi geliyorlar ruhuma. Omuzlarım daha güçlü oluyor aniden. Tekrar dönebilirim hayata...


Cuma, Kasım 25, 2005

Hastalık Emici Makina

Keşke böyle bir makina olsaydı da, çocuklar hastalandıklarında, fişe taksaydık ve tüm ağrılarını, burun tıkanıklıklarını, hapşırık ve öksürüklerini kendimize alabilseydik.

Ufaklık hasta...İleride, allerjik astıma dönüşme olasılığı olan bir erken bronşit hastalığı imiş. Nefes almakta ve vermekte zorlandığı için, ne rahat uyuyabiliyor, ne de rahat uyanık kalabiliyor. İlaçları var. Hemen başladık. Biraz rahatladı. İştah, kaçmak için bahane arar ya, hiç birşey yeniyor nerdeyse. İçimde mengeneler her yanımı burkuyor gibi hissediyorum ağladığında. İyileşsin istiyorum. Hep gülsün. Hep neşeli olsun. Hasta olmadan vücudunun direçli olmayacağını biliyorum. Ama bunu bilmek bir işime yaramıyor. İyileşsin istiyorum...

Perşembe, Kasım 24, 2005

kızımla sohbet...

-Anne?
-Efendim canım?
-Sana bir bilmece sorucam.
-Tamam, sor...
-Meksika'da yaşar, çabuk bozulur. Nedir bu?
-Hmmmm....Bilemedim nedir?
-Robot!
-........?!

Salı, Kasım 22, 2005

ne istiyorum?

Ne istediğimi düşünüyorum bu aralar. İç sıkıntısı...Çocuklarım... Çok az görüyorum onları. Evim... Çekmecelerimden bazılarılarının içini uzun zamandır görmedim. Yerini değiştirmek istediğim eşyalar var.
Hiçbirşeyden zevk alınmayan günlerden biri bugün herhalde.
Çalışmak da istemiyorum. Evde kalmak da...
Nasıl olur ki böyle birşey?

Pazartesi, Kasım 21, 2005

Uyuyan güzel...


Pazar günü, Yayla Kültür ve Sanat Merkezinde "Uyuyan Güzel Komedisi"ne gittik kızımla. Okul arkadaşları ve anneleri ile birlikte... Baba oğul evde kaldılar.
Hava buz gibi ve yağmurlu olmasına rağmen salon tamamen doluydu. Ortalık, cıvıl cıvıl sağa sola koşuşturan çocuklarla tam bir curcunaydı. Başlama saatine yakın bir zamanda gittiğimiz için fazla oyalanmadan salondaki yerimizi aldık. Burası oldukça geniş ve temiz bir salon.
Aslında esas olarak oyundan bahsetmek istiyorum. Çocuklar için yapılmış olan tiyatro oyunlarının çok daha özenli olması ile ilgili yazılar okumuştum daha önce. Çok doğru. O kadar taze ve açık ki beyinleri, neyi nasıl verirseniz öyle alıyorlar. Bu yüzden, tiyatro salonu gibi özel bir yerde, pür dikkat sahnede olup bitenleri seyrettikleri anlar, ince ayar işlenebilecekleri zamanlar bence. Dostluk, dürüstlük, dayanışma, çalışkanlık, değerlere bağlılık bu zamanlarda dünyalarında daha da pekişir.
Bu anlamda oyunu başarılı bulmadım. Özensiz ve sığ diyaloglar, popüler kültürü yansıtan şarkılar hayal kırıklığı yarattı. Asıl hikayeye yapılan bazı eklemeler hoş ancak, finalde trakyalı (?!) bir köylünün aniden ortaya çıkması ve Kötülükler Perisi Menefis'in, aslında bu köylünün eski nişanlısı olan Perihan adında bir çingene olması, insanda "neden?nasıl?" gibi dumur tabir edeceğimiz bir ruh hali yaratıyor.
Oyuncular canlı, neşeli ve başarılıydılar. Çocuklar, sahneden gelen sorulara heyecanla cevap verdiler. Repliklerdeki özensizlik, müzik seçimleri, ışık ve kostümler için de geçerli idi. Çocukları (ya da belki anneleri) etkileyecek bir tablo yerine, reklamvari hızlı akan bir oyun izledik.

Çocuklarla ilgili olunca anneler son derece acımasız eleştirmenlere dönüşebilirler. Sadece tiyatro oyunlarında değil, hertürlü konuda bu böyle.

Sonuçta, çocuklar eğlendiler. Fuayedeki hoş kafe, temiz tuvaletler, nazik görevliler, zamanında başlayan oyun ve daha da önemlisi dostlarla olmak, kızımın cıvıltısı ve yüzündeki gülümseme herşeye değer.



Çarşamba, Kasım 16, 2005

yine iş yemeği...

Yine geç gidiyorum eve bugün. İş yemeği denen gereksiz bir toplantı, eve dönüşümü geciktirecek. Akşamları bizim için zamana karşı her gün tekrarlanan bir yarış aslında. Saat sekizde ufaklık, saat dokuza çeyrek kala da ablası olmak üzere uyudukları için, eve dönüş saatimiz olan altı buçukta start veriliyor. Sonrası tam bir Lloyd Floyd filmi... şu herşeyin komik bir hızla yapıldığı eski siyah beyaz filmler vardır ya... öyle işte. Yemek hazırlanacak, yenilecek, günü ise banyo yapılacak, ufaklık gezdirilecek, ablamızla barbi oynanılacak, bu arada eşimle günümüzün nasıl geçtiği konuşulmaya çalışılacak. Muhtemelen başarılamayacak. Pastel boya çalışması yapılıp, iskambil oynanacak. Sofradakiler toplanamayıp, masanın üzerinden halimize bakacak. Ama gülünecek, çok eğlenilecek. İstisnaların olduğu günler olacak. Ateşlenilecek, yarım saatte bir uyanılacak. Tıkalı burunlar inat edip açılmayacak. Bunların hepsi, kronometreye basılmış gibi 2-3 saat içinde olacak.
Bu akşam bunlara yetişemeyeceğim. Sürekli takip ettiğim ve izlemekten sonsuz keyif aldığım bir dizinin en önemli bölümünü kaçırmak gibi birşey bu.
Eşim bugün daha fazla yorulacak. Ama dizinin en heyecanlı kısımlarını görmüş olacak...

Salı, Kasım 15, 2005

kimiz biz?

Normal sıradan insanlarız. Eşim ve ben aynı meslekten olmanın avantajlarını yaşıyoruz. Aynı konularda konuşabiliyor olmak çok rahatlatıcı oluyor.

Tabii iş dışında evde iki enerji tavşanı bizi bekliyor oluyor. İş dönüşü kapıdan içeri girdiğimde, üzerime doğru dört koldan gelen taarruz, herhalde olabilecek en güzel istilaya dönüşüyor bir süre sonra. Boynuma asılı kalmış kızım ve bacaklarımda neredeyse yürümeye başlayacak olan oğlum olmak suretiyle paltomu çıkarmaya çalışmak, bir anda dış dünya ile bağlantılarımı kopartıp, farklı bir boyuta ışınlayıveriyor beni.

Yaptığım en güzel ve en doğru iş anne olmak. Tabii insanın bu konuda iyi bir ekip arkadaşına ihtiyacı oluyor. Onsuz yapamazdım. Eşim olmadan asla...

Gerçekten bir amacı olmalı hayatın. Yoksa rotasız bir geminin zavallılığında bir yaşam boşa harcanmış bir servet gibi. Bazen amacın nedir senin diye soruyorum kendime. Çocuklarım olduktan sonra pek fazla bu konuda vakit harcamıyorum çünkü cevap benim için çok netleşti. Amacım, ikisinin de kendi ayakları üzerinde durabilen ve iyi ki doğmuşum, iyi ki yaşama katılma şansım olmuş diyebilen insanlar olabilmeleri.
Her dakika mutlu olmak imkansız ancak onları öyle silahlar ve anahtarlarla donatmalıyım ki, üzüntü ve zorlukların da yaşanılması gerektiğini bilecek kadar güçlü olsunlar. Yılmasınlar. Öğrenmeye açık ve aç olsunlar. Dürüst ve saygılı olmanın erdemini bilsinler. Güçsüzleri korumanın, güçlüye karşı hakkını savunmanın gerekirse yeldeğirmenleriyle savaşmanın asaletini öğrenebilsinler. Denemekten ve yanlış yapmaktan çekinmesinler. Soru sormanın ve cevaplar bulmanın keyfini çıkarsınlar. Zamanı geldiğinde, kanatları yeterince kuvvetlendiklerinde, uzun bir uçuşa hazır olsunlar. Kendi hayatlarının lideri olmayı, yönetilmeyi bildikleri kadar yönetmeyi de bilsinler. Hata yapmanın hiçbir yanlış tarafı olmadığını, ancak bundan ders çıkartılmamasının gerçek hata olduğunu öğrensinler. Sevsinler. Tutkuyla yaşasınlar hayatlarını.

Kızıma hamileyken başladım çocuklar ve bebekler ile ilgili kitaplar, web sayfaları okumaya. Okudukça birşey farkettim. Her nekadar çocuklar ve bebekler ile ilgili olsa da, aslında temelde insanı okuduğumu ve pek çok kuralın büyüklerin dünyasında da geçerli olduğunu gördüm. Bakış açım değişti.

Önümüzdeki günlerde, okuduğum kitaplardan bahsetmek istiyorum. Site içinde ne şekilde bir format kullanmam gerektiği ile ilgili biraz desteğe ihtiyacım var. Bunu hallettikten sonra, her birini buraya kayıt edeceğim. Bu kitaplar bana son derece güzel şeyler kattıkları gibi, bir gün bir kişinin dahi olsa hayatını etkiyebilme şansını verebilirler belki.











Pazartesi, Kasım 14, 2005

neden durup dururken bir blog başlattım?


Öylece pat diye başladım işte...

Şimdiye kadar hiç günlük, haftalık veya yıllık tutmadım. Herşeyin bir ilki oluyor demek ki...

Yazmayı konuşmaktan daha yakın bulmuşumdur hep kendime. E, her dakikada duygulardan filan bahsedecek vakit olmuyor. Hem hep söylerler "günlük tutmak iyi birşeydir" diye. Bir bildikleri vardır mutlaka.

Bu bir seyir defteri... Öncelikle, içimdeki anneye...Bir nevi kendime ayna tutmak. Bakalım neler göreceğim.