Çarşamba, Ocak 24, 2007

Hayatın Kaynağı

Biraz daha dikkat, biraz daha gayret. Okullarda da uyarılarda bulunulmalı. Bu konuda bir yazı yazacağımokula yarın. Duyarlılar. Eminim olumlu tepki vereceklerdir. El yıkarken, diş fırçalarken suyun borularla taşınıp musluğumuzdan aktığını, sonsuz olmadığını, havadan gelmediğini anlatıyoruz. Ufaklığım anlayamıyor henüz tabii. Olsun. Başlamak için erken değil yine de.
Konuşmaktan ziyade örnek de olunmalı. Davranışları çok daha iyi gözlemleyip kapıyorlar çünkü. Dikkat etmek, bu işi daha da ciddiye almak lazım artık...
Buraya bakmakta fayda var!!

Salı, Ocak 23, 2007

Çantadan Ne Çıktı?

Sevgili Çenebaz sobelemiş. Konu çantamızda ne var. Benim haftasonlarında taşıdığıma çanta değil valiz demek daha doğru olduğu için, haftaiçinde kullandığım nispeten daha makul yükteki çantamı konu edeyim diyorum. İçerik pek eğlenceli olmasa da şöyle:
-cüzdan
-ruhsat
-anahtarlar
-telefon
-fotoğraf makinası ve ara kablosu
-kullanmıyorum pek ama lazım olur diye saç tokam
-ajanda
-kasabı, balıkçıyı,kuaförü, taksiyi ve bilimum evimle ilgili olabilecek her türlü dükkanı arayabilmek için kartvizitlik
-uzun yola gidersem bardak termosuma koyup yanıma almak için ikisi bir arada kahve poşeti
Bir de fotoğraf çekeceğim diye çantamın içine dağılmış satış fişleri vardı ama toparladım neyse ki.
Bunlara ilave olarak bazen öğlen özel bir yemeğe gideceksem allığım, fırçam, rimel ve göz kalemim olur. Hepsi bu. Bunlardan biri eksik olunca da rahatsızlık hissediyorum, kullanılmasalar da mutlaka yanımda bulunmalılar diye hissediyorum.
Hmmm..Kimleri sobelesem? Çocuk Gibi, Asortik Krep, Nimet. Sobee!

Pazartesi, Ocak 22, 2007

Mevsim Anormalleri

Mevsim normalleri yerine, artık anormalleri diyeceğiz herhalde. Kışın tam da en ortasında ışıl ışıl sıcacık bir gün yaşayabiliyor olmak hem çok güzel, hem de çok korkutucu. Işıltı da öyle güzeldi ki, çocuk parkının her yerine anne babalar tarafından öbek öbek atılmış çekirdek kabukları, çocukların kullandığı aşikar bir alanda kumdan dışarı çıkmış tırtıklı beton yükseltiler, başıboş köpekler bile keyif kaçırmaya yetmiyordu bu Pazar günü.
Her musluğu açışta gelecek yılları düşünüyorum. Ne kadar kalabalık olduğumuzu kentlerde. Susuz yapamayacağımızı ama yine de alışmamız gerekecek olan yokluğu. Şimdiden israf etmemek gerek. Yerküre ısındıkça, biraz daha buharlaşıyor su bolluğu. Çocuklarımız neler görecek, nelere katlanacaklar. Hiç etkileri ya da kabahatleri olmadığı halde hem de.
Ama sonuçta, karlı bir günü tercih ederdim Pazar günü, gelecek yıllardan çalmamış olurduk böylece. Zamanında, mevsiminde yaşamış olurduk. Kendini bilmez bir Ocak günü yerine...

Çarşamba, Ocak 17, 2007

Hafıza Sorunları #2

Hüloş'la tanışıklığımız her ikimizin de bebekken yanyana ayak üzeri yastıklarda beraber sallandığımız zamanlara kadar gidiyor aslında. Ama zaman geçip te başka başka yerlere dağılınca, büyüyüp de neye benzediğimizi, hatta birbirimizin varlığını bile unutmuş bir halde iken, tesadüfen aynı okulu kazadığımızı öğrenmiştik, bundan tam 16 yıl önce (ne çok olmuş!!!). Kayıt olmaya birlikte gidelim diye sözleşip, birbirimizi Karaköy'deki Güllüoğlu'nun önünde nasıl tanıyacağımızdan bahsedip, sırt çantalarımızdan kıyafetlerimizden tanımıştık birbirimizi. Sonrası 5 yıllık birliktelik ve yine bir başka başka yerlere dağılış..
Çok fazla görüşemesek de önemlidir Hüloş benim için. Kendisi de bilir bunu. Ya da bilmelidir. Tabii onun da şanssızlığı benim gibi hafıza sorunları olan bir arkadaşı olmasıdır.
Dün, bir telaşla, geç kaldığımı da düşünüp ve bununla ilgili bir not bile yazarak, doğumgünü hediyesini gönderdim. Öyle sevinmiş ki, ağlıyorum ben diye aradı beni. Ama niye geç kaldığını düşündün ki dedi. Halbuki doğumgünü benim zannettiğim gibi geçen hafta değil, bu Cuma imiş. Üzülmeyeyim diye zaten işe giriş yıldönümüm filan dedi ama tam gününde gönderebilseydim süper olacaktı.
Neden böyle bu hafızam benim? Gerçi bazen iyi de oluyor, çok eskiden olmuş bende kötü anılar bırakmış şeyleri de pek hatırlamam. Nadiren gelirler aklıma. İyi güzel de, hatırlanması gerekenleri atlayınca olmuyor tabii. İlave hafıza kartı filan takılabilseydi ne güzel olurdu. Belli mi olur, belki ilerde yapılır böyle bir şey. İlk müşteri kesinlikle ben olacağım..

Pazartesi, Ocak 15, 2007

?!?

Oğlum, küçük bir papağana dönüştüğünden beri şaşkınlık üstüne şaşkınlık yaşıyoruz. Bugün bakıcı ablamızın saçlarındaki değişikliği farketmiş ve telefonda öğrendiğime göre "çok güjeeşin" demiş! Daha neler duyacağız bilmiyor ama merakla bekliyorum.

Çarşamba, Ocak 10, 2007

Sufle Tadında

Kızlarla Ocak yemeğini, bu öğlen çok şirin bir balık restoranında gerçekleştirdik. Tam kadro olamadık, ama yine de çok güzeldi. Gelemeyenlerimize de sufle resmi düştü çaresiz.
Vakit öyle güzel geçti ki, öğle tatilinin sınırlarını bir güzel aştım, tam ben yoldayken ofisten aradılar. Merak etmişler. Önce içten bir hiddetlendim geç kaldım diye kinaye mi var bu aramada diye. Ama ofise dönüşte öyle olmadığını anlayınca ahatladım. Belli yaşa gelmiş sorumluluğunu bilen insana dakika hesabı yapılmamalı bence. Hoş, yok öyle bir problem burda genelde ama, ben yine de daha dikkatli olmalıyım. Kızlarla da vakit öyle çabuk uçup gidiyor ki, yetmiyor işte bir saat.
Cuma günleri de oryantal kursundan önce laflıyoruz çabucacık, bir de hocamız kısa aralar verdiğinde otuz saniye de olsa durmuyor habire konuşuyoruz.
Seviyorum ben bu kızları. Fıkır fıkırlar, akıllılar, çok güzeller. İyi ki varlar.
Ebruş da olsa ne güzel olurdu. Hem yemekte hem de kursta. Belki ileride, neden olmasın?
Şimdi çalışmalıyım, zaten geç döndüm tatilden, laf gelmesin.

Ankan

İşte bu...Bravo size Nimet! Birçok kişinin hayatını böyle güzel yönde etkileyebildiğiniz, buna istekli ve bunda başarılı olduğunuz için. Sadece gazetedeki resim biraz daha büyük olsaydı da seni görebilseydim.
Tekrar tebrikler..

Pazartesi, Ocak 08, 2007

Ölüm Gibi

Hayatta en büyük korkun ne deseler, en tepede aileme birşey olması (bu birşeyi açamayacak kadar korkuyorum) gelir. Sonraki sırada bir üst çemberdeki ailem ve arkadaşlarıma birşey olması gelir. Elimizdekilere avucumuzdakilere birşey olması ise bir sonraki maddedir.
Birkaç gün önce, burda bir yatın yandığı haberleri çıktı gazetelerde. Kırkyedi metrelik bu yat iki yıldır üzerinde çalışılan, emek verilen, bitmek üzere olan bir tekneydi. Bu ülkenin sayılı yat tasarımcılarından biri olan çok sevdiğimiz değerli bir abimizin projesiydi. Biraz önce telefonda ne söyleyeceğimi bilemeden birşeyler geveleyip, yapabileceğimiz birşey olmadığını bile bile, yardıma hazır olduğumuzu söylemeye çalıştım. Sesi bitkindi. Bir yakını ölmüş de ben de onun için arıyormuşum gibi hissettim. Herzamanki olumlu duruşuyla, can kaybı olmaması tek tesellimiz dedi. Bu yarayı sarmak yıllar alacak en başta onun, sonra da ekibi için.
Bizi düşündüm. Biraz daha küçüğünü yapıyor eşim şu an. Binbir emekle ve umutla. Bizim başımıza gelseydi ne olurdu? Herşey iyi giderken aklımıza gelmeyen işler, sinsice ve biranda karşımıza çıkıveriyor. Yıllarca verilen maddi ve manevi emek biranda yokolabiliyor. Tedavisi çok zor yaralar açabiliyor. Hayatın bu yanı dehşete düşürüyor beni. Akıl sağlığım için düşünmemeye çalışıyorum. Başarılı mıyım tartışılır.
Ne olursa olsun duam odur ki, yine de can değil, yongası yokolsun.
Daha önce cansız bir varlığın ölebileceğini düşünmemiştim hiç. Ama oluyormuş işte. Biranda alevlenip, canı sönebiliyormuş demek.

Cuma, Ocak 05, 2007

Unutmadan...

Gözlerimizin önünde iki tane birden mucize gerçekleşiyor. Biraz rüya gibi. İnanması vakit alıyor, gerçek olduğu bir süre sonra anlaşılabiliyor ancak. Beklenmedik anlarda şaşırmak, ne diyeceğini bilememek, küçücük kafalarından geçenlerin müsade ettikleri kısımlarına seyirci olmak, tek kelimeyle muhteşem.
Patlamaya çalışan iki azıllı azı dişinden dolayı uykusuzum biraz. İşler birikmiş bekliyor. Vitamin biraz çabuk etkilese iyi olacak, yoksa bugün yapmam gerekenleri yapamadan haftayı bitirmem gerekecek. Fazla uzatmadan, aklımdakini yazıp hemen çalışmaya başlamalıyım.
Dün akşamki ödev konularından biri evinizin etrafında gördüklerinizi çizinizdi. Bir fırsatını bulup yanında çizimine bakarken dedi ki:
-Anne, okulda bir arkadaşım var. Resimlerime bakıp beğendini söylüyor. Ama aslında iyi olmamış diye düşünüyor. Gözlerinden anlıyorum (!)
Söyleyecek birşey bulamadım. Gözlerimdeki şaşkınlığı gizlemeye çalıştım ama başarılı olabildim mi bilemiyorum. Söylenmeyenleri de neredeyse bir yetişkinden duyulacak şekilde yorumlamaya başlamış. Hep dürüst olmaya çalışsak da, daha dikkatli olmak lazım. Duyargaları bu kadar hassas, alıcıları bu kadar açıkken ve durmadan gözlemliyorken, çelişkiye düşmemek gerek. Dikkat etmek gerek.

Perşembe, Ocak 04, 2007

Dönüş

Üstüste beş tane Pazar günü gibi gün yaşayıp, ardından işe gelmek oldukça zor geldi bana. Yine de, aynı anda farklı duyguları yaşayabilme özelliği geliştirmiş olmam sebebiyle, işe geldiğime mutlu da oldum. Özlemişim. Çocuklarımı fazla aklıma getirmemeye, neler dediler, neler yaptılar diye fazla düşünmemeye çalışıyorum. Odaklanmalıyım. İşe dönmeliyim hemen...