Çarşamba, Şubat 28, 2007

Denizkızı

Bu resmini çok seviyorum kızımın. Arada bunu senin için, bunu da babam için yaptım diyerek resimler veriyor bize. Gerçekten ileride, şimdiden söylediği gibi ressam olacak herhalde. Resim yapmaktan, boyamaktan, çizmekten büyük keyif alıyor. Denizkızını bana yapmamıştı aslında. Bir süre buzdolabının üzerinde durduktan sonra çekmecedeki yerini aldı bu resimde. Ama bunu nedense çok güzel buluyorum ben. Bakmak hoşuma gidiyor. Buraya da koydum ki, arada bakabileyim. Biraz gülümsese daha iyi olurmuş gerçi. Yine de baktıkça neşelendiriyor beni bu denizkızı.

Pazartesi, Şubat 26, 2007

Düzelme

Hayatımın en kötü günleri kolleksiyonuma birbirinden nadide anlar kattım geçen iki hafta boyunca. Zorlandım. Hala da çok zorlanıyorum. Yapacak birşey yok yine de. Zaman ne getirir göreceğim.

Güzel şeylerden bahsedeyim. Haftasonundan mesela. Cumartesi Cesur Balık filmine gittik kızımla,onun ve benim arkadaşlarımızla. Küçük hanımlar filme bayıldılar, takip sahnelerinde koltuklarına yapışıp, en sondaki mutlu sahnede yüzlerinde hafif utangaç ve mahçup birer gülümseme ile, hoşça vakit geçirdiler. Ben kendi adıma, Nemo ve Köpekbalığı Hikayesi'nden daha iyi bulmadım filmi. Hoş bir seyirlikti.
Pazar günü etkinliklere devam ettik kızımla. Neredeyse tam kadro halinde, çocuklardan dolayı kıpır kıpır büyücek bir grup olarak, Kadıköy Halk Eğitim'de sahnelenen Tiyatro Alkış'ın Hayal Ettiğim Dünya isimli oyununa gittik. Salonun en köşesinde kalmamıza rağmen, en az çocuklar kadar ilgiyle izledik oyunu biz anneler de. Eğlenceli, akılda kalıcı, ilgi, ve dikkat çekiciydi oyun. Emek ve özen ışıldıyordu sahnede. Çocuk oyunları salondan çıt çıkmayan, arada bir hafif öksürüklerin duyulduğu yerler değildir mutlaka. Bu kez de kural bozulmadı ve bir salon dolusu çocuğun sahnede aranan kuklaların yerlerini hep bir ağızdan oyuncu abiye duyurmaya çalışmaları da görülmeye değerdi. Oyunu sıkı takip etmiş olmalılar ki, canla başla duyurmaya çalıştılar seslerini. Bizimkiler büyümüş artık herhalde. Arada kahkaha patlatsalar da, ciddiyetle seyrettiler genelde. Seneye oğlumla da gelmeliyiz tekrar. Seveceğine eminim. Umarım sahnelenmeye devam eder bu oyun.
Çıkışta, kızımla yaşadığımız hafif gerilim ve güneşe rağmen dondurucu bir soğuk olması, en nihayetinde keyiflerin yerine gelmesini engelleyemedi. Döndüğümüzde oğlum yeni uyanmıştı. Biz kızımla tiyatroya gitmeden önce saç tıraşına götürdü babası. Dönüşte yaptığı banyodan hiç hoşlanmasa da ve bana "bi daha böyle yapmaaaa!!!" diyerek bir süre ağlamış olsa da, rahatlamış olacak ki, biz çıktıktan hemen sonra dört saate yakın uyumuş.
Yakında denemeyi düşünüyorum, bakalım oğlum da film ya da oyun seyredebilecek mi artık. Erken de olabilir. Yine de ne tepki vereceğini merak ediyorum. Bebekli anne seansları var bazı sinemlarda. Onlardan başlamak iyi olabilir. Haftaya denesem mi acaba?

Salı, Şubat 20, 2007

Geçecek Değil Mi?

Hayat kedi-fare, tavşan-tazı oyunu gibi bazen.
Kaçarken ya da kovalarken takıldığımız çalılar mı sadece canımızı acıtan? Ellerimizde kollarımızda sıyrıklar, yara bere içinde, bastığımız yerin altında ne olduğunu bilmeden, belki bir mayına belki bir çukura denk gelmeden belirsiz bir süre için, nefessiz kaçmak ya da kovalamak.
Dünya üzerinde sağlam topraklar aramak ne zor. Ayağının altından kaymayacak bir kere, bereketli ve anaç olacak. Bir verip on almasan da, altında ne olduğunu, neyin yetiştiğini bileceksin. Güvenle basacaksın. Bacağını kaybetme korkusu olmadan. Meyveleri olacak lezzetli. İlk ısırıktan sonra gözlerin kararıp yere düşmeyeceksin. Bir daha , bir daha yemek isteyeceksin.
Atmosferi olmayan bir galakside değil, yörüngesinde sakince dönen ve üzerinde fanussuz nefes alınabilir bir küçük gezegende olacak. Gerçek, cızırtılı görüntülerden değil, net şekillerden oluşacak. Bileceksin neye baktığını. Neye dokunduğunu. Keşfetmek seni korkutmayacak. Güveneceksin yerçekimine.
Bilemiyorum tabii..
Bugün hangisiyim kedi mi, fare mi?

Çarşamba, Şubat 14, 2007

Beklemezken..

Tam da bugüne denk gelen Amerika seyahati olmasaydı, uçağa binmeden gönderdiğin sanal çiçeklerimi ve güzel notunu alamayacaktım. Nice 14 Şubat'lara, sağlıkla ve huzurla...

Pazartesi, Şubat 12, 2007

Faydalı

Üyesi olduğum gruplardan birine geldi şu link. Çocuklarımda kitap okuma alışkanlığını yerleştirebilmek için her türlü işe yarar öneri ilgimi çekiyor benim. Gerçi ufaklık için, ablasında ayırdığımız kitap okuma zamanlarını, fazlaca denk getirip de sakin bir ortamda pek yakalayamıyoruz. Ama şu da var ki, ablasının okuduğunu gördükçe o da bulabildiği yazıları, süt kutularının üzerlerini, ters tuttuğu gazete sayfalarını ya da giysi etiketlerini okurmuş gibi yapıyor sürekli. Bazen de burda ne yazıyor diye soruyor. Resimli hikayelere karşı bu kadar ilgili değil. İlgilense bile ilgi süresi oldukça kısa.
Bu sabah ablası okula gittiğinde henüz uyanmamıştı. Tüm tatil boyunca inişli çıkışlı,bazen sevecen, bazen de kavgalı günler geçirdiler birlikte. Uyanır uyanmaz ilk iş ablasını sordu yine de. Sanırım bugün özleyecekler birbirlerini. Akşama haberlerini alırım artık.

Salı, Şubat 06, 2007

Beş Bilinmeyen

Sevgili Sevil ve Zeyno hakkımda bilinmeyen 5 şeyi yazmam için sobelemişler. Teşekkür ediyor ve hemen cevaplara geçiyorum:

Aslında öyle çok da şeffaf bir günlük tutmadığım için, hakkımda bilinmeyen beşten fazla şey saymak mümkün, ama yine de aralarından seçim yaparak şunların da biliniyor olmasını isterdim diyerek bir liste yapayım.

1.Eşimle dört yıl boyunca aynı fakültede okuduk ama hiç konuşmadık, selamlaşmadık, bu sandalye boş mu bile demedik. O zamanlar aklımın ucundan değil evlenmek, çıkmak bile geçmemişti tabii. Sırt sırta veya yanyana oturmuş, çakışan dersleri belki birlikte almış olsak bile, gelecekte olacaklardan habersiz başka başka hayatlar yaşıyorduk. Tam bugün evliliğimizin dokuzuncu yılını bitirip onuncu yılımıza başlıyoruz. Hem de nüfus olarak ikiye katlanmış şekilde. İnanamıyorum hala!

2.Çocuklarım olmadan önce, Türkiye'nin ilk kadın tersane müdürü olmak istiyordum. Hatta bu durumda sanırım Dünya'da bir ilk olacaktı. Şimdi hem bana uzak bir hayal bu, hem de pek bir önemi kalmadı benim için.

3.Babamı, tam üniversite son sınıfta bitirme finallerine gireceğim hafta kaybettik. Ertesi günkü sınava hazırlanırken gelen ani bir telefonla İstanbul'dan İzmir'e Dokuz Eylül Üniversite'ne gitmek üzere apar topar yola çıktığımızı hatırlıyorum net şekilde. Bir hafta hastanede yoğun bakım kapısında, ex olan hastaların çıkışını izleyerek bekledik annemle. Yazılı olandan kaçamadık. Herşey bittiğinde okula döndüm ve tüm hocalar kaçırdığım sınavları tekrar ve daha önce sorulan sorularla yaptılar. Ancak o şekilde sınavları verebildim. Bu andan itibaren bana yardım eden, destek olan insanları unutmuyorum hiçbir zaman. Altından kalkamayacağım ağırlıkta anlar oldu ve onlar sayesinde üstesinden geldim herşeyin. İlk işime başladığımda cebimde hiç para yoktu. Nerden nereye diye düşünüp hayretler içinde kalıyorum bazen. Şu an bulunduğum yerde olmamda bir şekilde emeği geçen herkese minnettarım. Beni yetiştiren aileme de tabii.

4.Eğimli yerlerden aşağı inemem. Düşerim diye çok korkarım çünkü.

5.Dikiş dikmeyi bilmiyorum ve öğrenmeyi istiyorum. Anneanne veya babaanne olabilecek kadar şanslı olursam, bilmem lazım gerekenlerden biri de bu diye düşünüyorum.

Göründüğü kadar kolay değilmiş bilinmeyenleri yazmak. Şimdi akşam için rezervasyon yaptırmalıyım. Öğlenleri sıkça buluşup başbaşa yemek yiyoruz. Ama yılda sadece bir kez akşam yemeğine başbaşa çıkabildiğimiz için biraz heyecanlıyım. Bakalım nasıl geçecek?

Pazartesi, Şubat 05, 2007

Çocuklar (!) İçin Tiyatro

Yarıyıl tatilinden de faydalanarak çocukları her hafta bir etkinliğe götürüyoruz kızlarla. Fırsat bulup yazamamıştım, bir önceki hafta Tiyatro Alkış'ın Ben Çöp Değilim adlı oyununa gitmiştik. Yayla Sanat Merkezi'nin geniş salonu, hava soğuk olmasına rağmen oldukça doluydu. Oyun hem esprili, hem de öğreticiydi. Oyunun müzikleri sahnede canlı olarak yapıldığı için daha da ilgi çekici oldu çocuklar için. Kızım en çok bir çöp tenekesinin nasıl olup da konuşabildiğini merak etmiş, iki bölüm arasında sordu hemen. Çocukların hepsi pür dikkattiler, sıkılmadan da seyrettiler sonuna kadar. Ve oyunun mesajı da bence çok önemli idi. Saati de öyle bir denk geldi ki, tam ufaklığın uyku saatinde başlayıp, uyanacağı saatlerde de eve dönebileceğimiz bir arada idi. Çok iyi oldu.
Bu haftasonu da Müjdat Gezen Sanat Merkezi'nde sahnelenen Taş-in-san isimli oyundaydık grupça. Cumartesi olmasına rağmen küçük salonun yarısı bile dolu değildi. Nedense bu oyunda bir öncekinde aldığım keyfi bulamadım ben. Arkadaşlarımızla iyi geçinelim mesajının yanında, hem çocuklara hem de anne babalara verilen üstünkörü mesajlar verilmeye çalışılmış ve bolca ağız oynatmalı teypten şarkılar eşliğindeki danslar, toplamda biraz özensiz bulduğum bir oyun çıkartmış ortaya. Ama oyuncu abi ve ablalar çok başarılıydılar. Zaman zaman çocukları da oyuna katmayı bildiler. Bir de anlayamadığım bir şey bu oyunda da dikkatimi çekti. Çocuk oyunlarında kostümlere ve hatta bazen dekora önem verilmiyormuş gibi görünüyor nedense. Yırtık pırık kıyafetler, sahnede toz içindeki halılar, özensiz araç gereçler olmamalı diye düşünüyorum. Canlı müzik olması harika ama olamıyorsa şarkıların kayıt kalitesi iyi olmalı, en azından sözleri anlaşılmaz boğuk gürültüler şeklinde çıkmamalı. Çocuk seyircilere çok daha fazla önem verilmeli her konuda. Taş-in-san'ın hemen ardından ücretsiz olarak sahnelenen Mıknatıs Çocuk oyunu vardı. Biz kalamadık ne yazık ki.
Gittiğimiz her iki oyunda da çocukların aldığı keyif yanında, anneler olarak bizim, birlikte olmaktan dolayı daha çok eğlendiğimizi ve keyif aldığımızı söylemeden geçemeyeceğim. Oyun sonunda bir sonraki gideceğimiz oyun ne olsun diye konuşmaya başlamıştık bile.
Tüm çabamız çocuklar için. E bu arada biraz da bizim eğlenmemizin hiçbir sakıncası yok. Değil mi?

Perşembe, Şubat 01, 2007

...

Bugün pek neşeli, pek iyimser ya da pek pozitif değilim. Kendi kendime ağır geliyorum bugün. Masada bekleyen onca işe rağmen, elim kolum kalkmıyor, işe gitmiyor bir türlü. Nereye kadar, ne zamana kadar hiçbiryere varmayacak bir yolda yürüyebilir bir insan bilemiyorum. Hedefi olmak önemli. Önemliymiş yani. Yok aniden düşünmedim bunları, hep vardı kafamda bir hedefsizlik sorunu ama sanırım bugün bastıramayacak kadar güçsüzüm.
Bu duruma en iyi gelecek çözüm sanırım yine çalışmak. Biraz iş yapmaya çalışayım, böylece çocuklarımın yanlarında olamayarak neler kaçırdığımı ve artık çalışmama gerek kalamayacak dönem geldiğinde onların da kocaman olacaklarını düşünmeyi bırakabilirim belki.
Derin bir nefes al, biraz daha gayret, haftasonuna az kaldı. Şimdilik avutur bunlar beni. Şimdilik.

Bir de unutmadan yazayım. Oğluşu babası uyutuyor artık. Ben girip bir buçuk saat çıkamıyorum odasından ama, babası odasına girince hemen yatıyor ve biraz şarkı söylemeden sonra çıkıveriyor. Bu arada birkaç kez anne nerde diye soruyor ağlamaklı. Ya markete gitmiş oluyorum ya da baba için ilaç almaya. Sesini çıkarmıyor, yanlız başına sessizce sütünü içiyor. Bitince tekrar babasını çağırıp süt istiyor ama bu kez bitiremeden uyuyakalıyor. Bir yandan içim sızlıyor, bir yandan da kızımla vakit geçirebiliyorum diye seviniyorum. Karanlık odada saklandığım yerde o da suç ortaklığı ediyor bana. Soru sormaca oynuyoruz. "Anne sen bir gölge olsaydın, ne gölgesi olmak isterdin?" Hmm..Düşünüyorum. "Şato" diyorum. "Ben deee..At gölgesi olmak isterdim, en sevdiğim hayvan çünkü". Sanırım ben bir de aynı anda pek çok yerde olabilen doğa üstü bir yaratık da olmak isterdim. Ama bunu içimden söylüyorum. Küçük güzel kafasını karıştırmayayım istiyorum. Sadece sıkıca sarılıyorum.