Salı, Ocak 31, 2006

Rapunzel

Çocukların yaptıkları resimlerde, iç dünyaları ile ilgili pek çok ipucu olduğunu bildiğimiz için, yapılan her resmin bizce önemi vardır. Amatörce inceleriz. Canlı renkler mi kullanılmış, resimde kimler var, sayfanın nerelerine yerleştirilmiş, kişiler gülümsüyor mu, vucütları nasıl, eksik çizilen özel bir yer var mı, ne hayal edilmiş gibi. Özel durumlarda bulabildiklerimiz, konuşulmayan pek çok konuda bizi aydınlatır. Ufaklığa hamileyken kızım hep beni resmederdi, karnımda ayakta duran elbiseli bir bebekle birlikte.
...
Uzun ve gür saçlara bayılır küçük hanımım. Aksi gibi öyle çabucak uzamaz saçları. Gürül gürül olmadıkları gibi, bir de benimkilerin aksine, dalgalı olmaları sebebi ile, uzasa bile ensesinde topluca durmakta ısrar eder lüleleri. Bebekken söylemişlerdi, çok kısa kestirin daha gür çıkarlar diye. Dinlemedim, nedense kıyamadım. Sonradan da kendisi itiraz etti berber koltuğuna. Benim acemi makas darbelerimle geçiştirdik hep. İlk kez geçen yıl sonunda gittik berbere. Daha bebek saçları duruyor, bir kaç ay sonra tekrar kestirin, cansız kalmış saçları dedi berber. Geçtiğimiz haftasonu ikinci berber ziyaretimizi yaptık. Saçları kısacık oldu. Saçlarım kaç gün sonra uzar diyor. Hani bir yağ vardı, banyodan önce sürüyorduk, başıma yine sürelim diyor. Saçları biran önce uzasın arkadaşlarınınkiler gibi olsun istiyor.

...
Berber ziyaretinden sonra çizdiği resim ilginçti. Kağıdın ortasında bir kız çocuğu ve kalan tüm boş yerleri kaplayan gür saçlar...Bu kadar etkilenmiş olacağını tahmin etmemiştim. Umarım kestirince gür çıkar kehaneti doğrudur.

Pazartesi, Ocak 30, 2006

Link Ekleme

Bir türlü fırsat bulup tek tek izin alamadığım, ama linklere de eklemek istediğim ve severek takip ettiğim bir çok blog var. Kimse için sakıncası olmayacağını umarak artık eklemek istiyorum.

Perşembe, Ocak 26, 2006

100 Kanguru


Kafam hala iş(im?)le meşgul. Ne yapacağım, ne zaman yapacağım bilmiyorum.
...
Anne olduktan sonra ve yapılması gereken işler arttığından bu yana, birçok işi eş zamanlı yapmaya başladım. Buna kitap okumak da dahil. Eskiden paşa paşa bir kitabı alır bitirir, öbürüne geçerdim. Şimdi tam tersi. Evde, iş yerinde, biryerlerde beklemem gerekirse diye çantamda, hep farklı farklı ve bitirilmemiş kitaplar var. Mesela, Boccaccio'un Decameron'unu yaklaşık üç yıldır okuyorum. Her aklıma geldiğinde ve uyumadan önce sayfaları çevirecek kuvvetim varsa, kaldığım yerden devam ediyorum. Aramadığıma içerlememiş, beni gördüğüne yine de sevinmiş eski bir dost gibi karşılıyor beni...

Konu kitap dostluğu değil tabii...İş yerindeki çekmecemde geçen yıl aldığım ama henüz bitiremediğim birkaç kitap var. Bunlardan biri Ahmet Şerif İzgören'in "İş Yaşamında 100 Kanguru" kitabı...İş değiştiriyor olmaktan dolayı kendimi sürekli suçlar ve şurda şunu yapsaydım daha iyi olurdu filan diye düşünürken, elektriklerin kesik olduğu bir sırada bugün okuduğum bir bölüm, belki de ben o kadar da ele avuca sığmaz bir çalışan olmayabilirim diye düşünmeme ve açıkçası rahatlamama sebep oldu.
Şöyle diyor bir bölümde: "Dünyada çok az ülkede Türkiye'deki eleman değişim hızını görebilirsiniz. Bu kadar çok iş değişikliğinin ana nedenlerinden biri çalışılan kurumu sahiplenmeyle bağlantılıdır. ..... Sahiplenebilmek için, sahiplenilecek firmanın bir felsefesi olması gerekir. Felsefe Yunanca Philo-Sophia kelimelerinin birleşmesinden geliyor; yani Sevgi+Akıl. Bu ikisi bir kurumda bir arada değilse, sahiplenmeyi bekleyemezsiniz."

Düşünüyorum... Bi kere, kurum diyebileceğim sadece bir iş yerim olmuş. Ondan da kendi isteğimle ve saçma bir idealizm uğruna ayrıldım. Sanırım esas hatayı da burada yaptım. Diğer yerlerden de, birinde uzun süre maaşımı alamadığım için, iki tanesinden de, bunu kabul ederek işe almış olmalarına rağmen, akşamları geç saatlere kadar kalmıyorum ve cumartesi pazar her düdük çaldıklarında işe gelmiyorum diye gelen tepkilerden dolayı ayrılmak zorunda kalmıştım. Gemi inşa sektörü son derece hızlı büyüyor Türkiye'de, ancak maalesef bu hızlı ortamda firmalar ne kurumlaşacak zaman bulabiliyor ne de kendilerine uygun bir felsefe yaratabiliyorlar. Sahiplenmeyle ilgili ise benim sorunum şu ki, en baştan fazla sahiplendiğim için, kurum olmayan diğer yerlerde rahatsız ettiğim kişiler oluyor. Bu kısım üzerinde biraz düşünmeliyim. Muhasebesini tam yapmadım daha.
Sonuç olarak, çalışanda olması gerektiği kadar, çalışılan yerde de bazı meziyetler olması gerekiyor. İkili ilişki gibi, sevgi ve akıl olmadan yürümüyor...

Çarşamba, Ocak 25, 2006

Tesadüfen...

...keşfettim bu siteyi. Belki benzerleri de vardır ancak, onlar en hakikisi olduklarını yazmışlar. Tüm dünyadan, 600'e yakın annenin (belki babalar da vardır) bloglarına buradan ulaşmak mümkün. Gün geçtikçe de sayıları artıyor gibi.
Böyle bir çalışmayı bizde de yapmakta fayda var. Geleceği yetiştirmek kolay değil, aynı yöne yürüyenlerin birbirlerine vereceği destek ve tecrübeleri paylaşmak ne şekilde olursa olsun önemli...

Cuma, Ocak 20, 2006

Dün sabah gittim...

...ve hatta dönüyorum bile. Tek günlük bir iş gezisinden...
Eindhoven'a (daha doğrusu havaalanı ve şehir merkezi dışına) ilk gidişimdi. Burda tanışıp görüştüğüm iki firmanın davetlisi olarak gidip, bir tam günü toplantı yaparak geçirdim. Sabah bile denemeyecek kadar erken bir saatte idi uçağım. Yolculuk sırasında da pek uyuyamadığım gibi, esnememe de bir türlü engel olamıyordum. Neyse... Havaalanında, görüşüceğim ilk firmanın yetkilisini beni bekler buldum. Birkaç dakika sonra toplantıya başlamıştık bile. Binalarına girdiğimde burnuma çarpan nefis kahve kokusu, biraz beni ayıltsa da pek yeterli gelmedi. Halen uyku modunda olduğum için, ilk başlarda galiba oldukça boş bakmış olmalıyım ki, önce onlar kendi firmalarını tanıtmayı tercih ettiler. Sonra sıra bana gelince, o da ne?! Kekeliyorum!! İngilizce kelimeler bir türlü aklıma gelmiyor, gelselerde sıraları doğru olmuyor! Aklımdan geçenleri söze dökmek ve aradığım kelimeleri bulmak saniyeler sürüyor. Her türlü işi e-maille halletmeye alışıp, çok az telefon görüşmesi yaparsam olacağı buydu. Bir fincan kahveden sonra, biraz açıldım da, neyse ki birkaç birşey söyleyebildim.

Sonra imalat yapılan yerleri gezdik sırayla. Düzene ve saat gibi işleyen çalışmalarına hayran kaldım yine. Eindhoven'ı birkaç kilometre geçince, Belçika'daki, diğer görüşeceğim firmaya gittik. Her iki firma da bizi beğenirse ve biz onları beğenirsek anlaşma yapılacak ve birlikte çalışılacak. Yani neyi nasıl söylediğim önemli...

İkinci toplantıda da kelimeler kayboldu!!! Konuşamıyorum! Yok, yok, yok! Karşı tarafın kaşları çatılmaya başladı. Birbirlerine filan bakıyorlar.Ben hala geveliyorum. Su içiyorum sık sık. Yok, olmuyor!
Bir ara müdürlerine telefon geldi. Zil sesi ve bir süre mola vermek işe yaramış olacak ki, nihayet açılabildim. Durumu toparlayıp söylemek istediklerimi, onların da anlayacağı şekilde anlatabildim sonunda.

Sonuç mu? Evet, her iki firma da bizimle çalışmak istiyor. Hem de bana rağmen...

Hollanda'ya her gidişimde (hepsi iş için ve son derece kısa geziler), ülkemde bulamadığım için hayıflandığım iki konuya üzülür dururum. Biri, musluktan bardağımı doldurup, tadını çok lezzetli bulduğum sudan içmek. Görüştüğüm firmalardan biri, çöl ortasında kumlu ve nükleer silahla kirlenmiş dahi olsa, böyle bir sudan, tatlı ve içilebilir su yapacak ekipmanları üretiyor. Demek ki yapılabilir. Belki de vaktinde düşünülseydi, İstanbul'da da musluktan su içilebilirdi. Çok zor hatırlıyorum o zamanları ama eskiden musluktan içerdik galiba.

Diğeri ise, çok yaygın olan, annelerin haftanın belirli günleri çalışmaları. Mesela sadece Pazartesi ve Çarşamba...Ya da Salı, Çarşamba ve Cuma...Hem çalışıp hem de evlerine ve çocuklarına yeterince zaman ayırabiliyorlar. Kazançlarını sormadım şimdiye kadar ama, çok da düşük olacağını sanmıyorum. Belki burda da yarı zamanlı çalışabilen şanslı anneler vardır ama azınlıkta oldukları kesin. Tam bana uygun olabilecek bir durum işte.

Bu arada, bu sabah az kalsın dönüş uçağını kaçırıyordum! Süper hafızam sayesinde, uçak saatini gerçekte olduğundan otuz dakika geçmiş gibi hatırlayınca, hevesle beklediğim alışveriş faslını on dakikada filan yapmak zorunda kaldım. Beş tane parfüm deneyip, sonunda ikisi kırkdokuz euro standından, hiç denemediğim iki tanesini, konserve alır gibi sepete attım. Çocuklar için birkaç oyuncak ve hediye çikolataları alışımı ise hayal meyal hatırlıyorum. Ucuz standdan aldığım ruj ve allık renklerine ise, ancak uçakta bakabildim. Neyse ki, kullanılabilir şeyler almışım.

Bir yerlere geç kalmayı sevmeyen ben, peşimde bir parfüm bulutu bırakarak ve sonuncu olduğumu düşünerek bindim uçağa. Kalkışa birkaç dakika kala gelenler olduğunu görünce, rahatlıklarına hayret ettim doğrusu. Unutmamak için uçakta yazıyorum bunları. Bu arada, akşam yemeğinde ve kahvaltıda, bir de biraz önce çikolata ve kahve keyfi yaparak, diyet listemin tamamen dışına çıktım. Pişman mıyım? Tartıya çıkana kadar hayır.

Eve gidiyorum. Ve onları çok özledim...

Çarşamba, Ocak 18, 2006

Hayatımın Erkekleri

Onları böyle görünce, birkez daha çok şanslı olduğumu düşündüm.

Her ikisiyle de aramdaki boy farkı hiç önemli değil. Ya da her ikisinin de hasta olduklarında ilaç içmeye direnmeleri. Ve her ikisinin de güneşe baktıklarında hapşurmaları. Onlar benim hayatımın erkekleri.

Bazen birbirlerini kıskandıkları olmuyor değil tabii. Ancak boylarıyla ters orantılı şekilde ilgi gördüklerini de itiraf etmeliyim. Bu durumda, büyük olanın en azından eşit ilgi görmesi için herhalde bir yirmi yıl kadar beklemesi gerekecek. Ancak şu da bir gerçek ki, evin diğer hanımının ilgisi bu aralar onun için daha önemli. Kısa süreceğe de benzemiyor.

Bu durumda, büyük olanın bana kalması, benim de büyük olana kalmam için epey bir zaman gerekecek.

Tüm dileğim bu şansımızın olması...

Pazartesi, Ocak 16, 2006

Yeniden

Nefis bir tatildi!
Çocuklarla kesintisiz birlikte olmak hem çok yorucu, hem de çok eğlenceliydi. Neyse ki, ufak tefek öksürükler dışında hastalıksız geçirdik tatilimizi. Bu arada yazmayı da özlemişim. Şu birikmiş işleri halledip, tekrar yazmak için sabırsızlanıyorum.
Herkese iyi haftalar:)

Pazartesi, Ocak 09, 2006

Yine yol gözüktü

Uzun bir tatil...İyi gelecek...

Sonra yine heybemi alıp yollara düşmem gerekecek gibi görünüyor. Bir şekilde lanetlendim herhalde. Uzun süre kalamıyorum bir işyerinde. Kalbim yanlış gördüğünü söyle diyor, aklım sana ne otur yerinde diye bağırıyor. Vicdanım rahat, doğru bildiğimi ve inandığımı yaptığım için. Kariyerim ise, parlak zaferlerle dolu diyemesek de, yamalı bohça misali yuvarlanıp gidiyor.

Herhalde bir disiplin sorunum var, iyi bir asker olabilmek için iyi bir komutan görmek istiyorum karşımda. Söylediğine güvenmem, yaptığına inanmam ve her ne olursa olsun kararlarından şüphe etmemem gerekiyor. Aksi halde, huysuz ve huzursuz, aksi ve inatçı bir çalışan oluyorum. Güven, maaştan önemli benim için. Patronu hergün ofiste 2 saat uyuyan bir firmada, ben neden burası kendi firmammış gibi çalışayım? Bir sözü diğerini tutmayan, bunu da üstün ticari ve idari kaygılar adına yaptığını söyleyen birinin vereceği kararlara nasıl uyayım? Gidecek bir adım daha yokken, kendime nasıl bir gelecek kurayım? En iyisi gideyim...Diyorum.

Bunları düşünürken kalmak, çalışır gibi yapmak, yalan söylemek gibi geliyor. İkiyüzlülük gibi...Dokuz köyden kendi kendimi kovma pahasına, katlanamayacağım bir ikiyüzlülük. İki durumun arası yok benim için. Keşke olsa, göçebe olmak hiç hoşuma gitmiyor.

Bakalım nasıl gelişecek olaylar? Göreceğim...

Cuma, Ocak 06, 2006

Yapma, etmeler...

Kızım 2 yaşlarındayken;
1.annecim yoğurt saça sürülmez! Aaaah, çok geç! kameraya alalım bari:) (burada bahsedilen ufak bir kasenin tamamıdır)
2.hayatım, top köftelerini içtiğin suyun içine atma lütfen! Ağğğgh! ıslanmış köfteyi yiyo! Böööğg şimdide yağlı yağlı suyunu içiyor! Fena oluyorum...
Oğluma;
3.kitap yenmez annecim, bak hamur olmuş ama sen yine de yeme!
4.içleri dolu çekmeceler bizim dağıtmamız için hazır bekleyen oyun alanları değildir canım. Annecim dağıtma ablanın çoraplarını!
5.Aaaa, ağzında yeşil birşeyler var! Pastel boya yenmez oğlucum! (başımı çevirdiğim 4 saniye içinde gerçekleşen olay)

Sevgili, İpek'e teşekkür ederim. Sobelenmedi ise ve kabul ederse, Yasemin'i sobeliyorum.

Çocuklarımdan önceki hayatımızda;

1.birden fazla kişiye aşık olunamayacağını sanırdım,
2.iş hayatındaki başarının çok önemli ve vazgeçilmez olduğunu düşünürdüm,
3.aniden bana birşey olacağından veya hastalanıp kalkamamaktan bu kadar korkmazdım,
4.sabrımın sınırları hakkında hiçbir fikrim yoktu,
5.az uykuyla asla yaşayamayacağımı düşünür, geceleri kimsenin üzerini örtmek için kalkmazdım,
6.okul servislerinde kurallara uygun işaretler olup olmadığına dikkat bile etmezdim,
7.kendime bu kadar güvenmez, hayata bu kadar bağlanabileceğimi düşünmezdim,
8.iyi bir model olabilmek için, kimsenin yanında sözlerime ve hareketlerime bu kadar dikkat edeceğimi aklıma getirmezdim,
9.birçok kişinin benimle aynı hissedeceğini ve yıllardır tanışıyormuşuz gibi arkadaşça çocuklardan ve daha pek çok şeyden konuşabileceğimizi tahmin bile edemezdim,
10.evimdeki dolapların bir kısmında, eczane açacak kadar ilaç, şurup, fitil, merhem hiçbir zaman bulundurmazdım.

Her ne kadar 10 maddeye sığdırmak mümkün olmasa da, hiçbirşeyin eskisi gibi olmadığını ve eskiyi asla aramadığımızı (pazar sabahı uykuları dışında:) söylemek, aslında tam bir durum özeti olabilir.

Sevgili Aslı'ya, tekrar teşekkürler. Kabul ederse Sardunya'nın da listesini merakle bekliyor ve blog deyimiyle kendisini "sobeliyorum".

Çarşamba, Ocak 04, 2006

İlk kez...

...sobelendim:) Sevgili Ibeking "yapma, etmeler" ve Sevgili Aslı "çocuklardan önceki hayat" konularında sobelediler. Özellikle Aslı'nın sobelediği konuda biraz düşünmem gerekecek. Her iki listemde de neler olacağını merak ediyorum. Düşünmeye başladım bile...

Salı, Ocak 03, 2006

Hoşuma gitti #1


Bana ne yapmam gerektiğini, öyle olursa nasıl hissedeceğimi ya da hissetmem gerektiğini söyleyen kitaplar, hiçbir zaman ilgimi çekmedi. Neşeli ol ki genç kalasın, hayallerinin peşinden gidesin tarzını gerçekçi bulmadığım gibi, bu tip yazarların, okuyucunun zekasını hafife aldıklarını düşünüyorum.
Herneyse...
Ne zamandır aklımdaydı bahsetmek. Etkili İnsanların 7 Alışkanlığı severek ve etkilenerek okuduğum bir kitap oldu. Yedi alışkanlığı say bakalım dense, listenin tamamını sıralayamam şu dakikada. Ancak, kitap bana günlük hayatımda (bu da ne demekse, günlük hayat dışında bayramlık, ellik günlük hayat varmış gibi) kullanabileceğim önemli fikirler verdi.
Kitabın ismini biraz iddialı bulmuştum ama okudukça kendime önemli dersler çıkardığımı gördüm. Bir de ingilizcesini alarak 3 katı fiyat ödediğimi:) Çok daha uygun fiyata alınabilirmiş...

...

İş...Stressss...Birşey olsun ve düzelsin herşey.

Pazartesi, Ocak 02, 2006

Yeni dört mevsim...

Aslında hiç bölünmemiş ve sürekli akmakta olan bir zamanın, yeni bir dört mevsim döngüsündeki ilk çalışma günümdeyim.

Geçen yılı düşünecek fırsat olmadı pek. Kendimi bir anne, eş, arkadaş, çalışan, evlat, gelin ve akraba olarak değerlendirmedim henüz. Envanter sayımı yapıp, stoklarla kafamdakiler tutuyor mu bakamadım. Kar ve zarar hanelerini denklemiş miyim hiç bilmiyorum. Kırdığım kimse olmuş mu, üzdüğüm ve bunu farketmediğim... Varsa, henüz onlarla da mutabakat yapamadım. Yeni seneye böyle başladım.
Kendimle ilgili kararları netleştirmedim, plan yapmadım önümüzdeki yıl için. Hedeflerim neler olsun, uzun veya kısa vadeli getirisi olacak ne gibi yatırımlar yapayım, karar vermedim. Belki bir gün süreyle kepenk kapatmalıyım tüm bunları yapabilmek için. Öyle mi yapmalıyım onu da bilmiyorum.

Bildiğim ve inandığım tek birşey var... Ailem. Tüm muhasebe hesaplarının ve hesaplaşmalarımın ötesinde, geri dönüşü en kazançlı yatırımım.

Herkese ve kendime, ailesiyle birlikte huzurlu ve sağlıklı bir yeni yıl dilerim!