Salı, Kasım 29, 2005

Herşeyin üstüste geldiği zamanlarda, omuzlarımda şiddetli bir ağrı hissediyorum. Kötü bir rüyadan uyanamamak gibi. Çıkışı bulamadığım bir binadan kaçmaya çalışmak gibi. Herşey üstüste geliyor...

Çocuklar hasta, ben hastayım, eşim çok yoğun, annem yanımda değil, yataktan kalkamıyorum, çocuklarla ilgilenemiyorum, iş yerinde cevaplanmayı bekleyen mesajlar aklımda... Anneannem ve bakıcımız olmasa halimiz haraptı. Belki bir gün sürdü bu durum ama herhangi bir şekilde düzen bozulsun istemiyorum. Herşey olmasına alıştığımız gibi olsun. Elim kolum bağlı olmasın...

Sonra, kara bulutların arasında sıcacık bir kahkaha günümü aydınlatıyor. Oğlum katıla katıla gülüyor ablasının yaptıklarına. Espri yapacak kadar büyümüş kızım. Beni de güldürüyor. Rahatlıyorum. Şükrediyorum. Sahip olduklarıma. İlaç gibi geliyorlar ruhuma. Omuzlarım daha güçlü oluyor aniden. Tekrar dönebilirim hayata...


Cuma, Kasım 25, 2005

Hastalık Emici Makina

Keşke böyle bir makina olsaydı da, çocuklar hastalandıklarında, fişe taksaydık ve tüm ağrılarını, burun tıkanıklıklarını, hapşırık ve öksürüklerini kendimize alabilseydik.

Ufaklık hasta...İleride, allerjik astıma dönüşme olasılığı olan bir erken bronşit hastalığı imiş. Nefes almakta ve vermekte zorlandığı için, ne rahat uyuyabiliyor, ne de rahat uyanık kalabiliyor. İlaçları var. Hemen başladık. Biraz rahatladı. İştah, kaçmak için bahane arar ya, hiç birşey yeniyor nerdeyse. İçimde mengeneler her yanımı burkuyor gibi hissediyorum ağladığında. İyileşsin istiyorum. Hep gülsün. Hep neşeli olsun. Hasta olmadan vücudunun direçli olmayacağını biliyorum. Ama bunu bilmek bir işime yaramıyor. İyileşsin istiyorum...

Perşembe, Kasım 24, 2005

kızımla sohbet...

-Anne?
-Efendim canım?
-Sana bir bilmece sorucam.
-Tamam, sor...
-Meksika'da yaşar, çabuk bozulur. Nedir bu?
-Hmmmm....Bilemedim nedir?
-Robot!
-........?!

Salı, Kasım 22, 2005

ne istiyorum?

Ne istediğimi düşünüyorum bu aralar. İç sıkıntısı...Çocuklarım... Çok az görüyorum onları. Evim... Çekmecelerimden bazılarılarının içini uzun zamandır görmedim. Yerini değiştirmek istediğim eşyalar var.
Hiçbirşeyden zevk alınmayan günlerden biri bugün herhalde.
Çalışmak da istemiyorum. Evde kalmak da...
Nasıl olur ki böyle birşey?

Pazartesi, Kasım 21, 2005

Uyuyan güzel...


Pazar günü, Yayla Kültür ve Sanat Merkezinde "Uyuyan Güzel Komedisi"ne gittik kızımla. Okul arkadaşları ve anneleri ile birlikte... Baba oğul evde kaldılar.
Hava buz gibi ve yağmurlu olmasına rağmen salon tamamen doluydu. Ortalık, cıvıl cıvıl sağa sola koşuşturan çocuklarla tam bir curcunaydı. Başlama saatine yakın bir zamanda gittiğimiz için fazla oyalanmadan salondaki yerimizi aldık. Burası oldukça geniş ve temiz bir salon.
Aslında esas olarak oyundan bahsetmek istiyorum. Çocuklar için yapılmış olan tiyatro oyunlarının çok daha özenli olması ile ilgili yazılar okumuştum daha önce. Çok doğru. O kadar taze ve açık ki beyinleri, neyi nasıl verirseniz öyle alıyorlar. Bu yüzden, tiyatro salonu gibi özel bir yerde, pür dikkat sahnede olup bitenleri seyrettikleri anlar, ince ayar işlenebilecekleri zamanlar bence. Dostluk, dürüstlük, dayanışma, çalışkanlık, değerlere bağlılık bu zamanlarda dünyalarında daha da pekişir.
Bu anlamda oyunu başarılı bulmadım. Özensiz ve sığ diyaloglar, popüler kültürü yansıtan şarkılar hayal kırıklığı yarattı. Asıl hikayeye yapılan bazı eklemeler hoş ancak, finalde trakyalı (?!) bir köylünün aniden ortaya çıkması ve Kötülükler Perisi Menefis'in, aslında bu köylünün eski nişanlısı olan Perihan adında bir çingene olması, insanda "neden?nasıl?" gibi dumur tabir edeceğimiz bir ruh hali yaratıyor.
Oyuncular canlı, neşeli ve başarılıydılar. Çocuklar, sahneden gelen sorulara heyecanla cevap verdiler. Repliklerdeki özensizlik, müzik seçimleri, ışık ve kostümler için de geçerli idi. Çocukları (ya da belki anneleri) etkileyecek bir tablo yerine, reklamvari hızlı akan bir oyun izledik.

Çocuklarla ilgili olunca anneler son derece acımasız eleştirmenlere dönüşebilirler. Sadece tiyatro oyunlarında değil, hertürlü konuda bu böyle.

Sonuçta, çocuklar eğlendiler. Fuayedeki hoş kafe, temiz tuvaletler, nazik görevliler, zamanında başlayan oyun ve daha da önemlisi dostlarla olmak, kızımın cıvıltısı ve yüzündeki gülümseme herşeye değer.



Çarşamba, Kasım 16, 2005

yine iş yemeği...

Yine geç gidiyorum eve bugün. İş yemeği denen gereksiz bir toplantı, eve dönüşümü geciktirecek. Akşamları bizim için zamana karşı her gün tekrarlanan bir yarış aslında. Saat sekizde ufaklık, saat dokuza çeyrek kala da ablası olmak üzere uyudukları için, eve dönüş saatimiz olan altı buçukta start veriliyor. Sonrası tam bir Lloyd Floyd filmi... şu herşeyin komik bir hızla yapıldığı eski siyah beyaz filmler vardır ya... öyle işte. Yemek hazırlanacak, yenilecek, günü ise banyo yapılacak, ufaklık gezdirilecek, ablamızla barbi oynanılacak, bu arada eşimle günümüzün nasıl geçtiği konuşulmaya çalışılacak. Muhtemelen başarılamayacak. Pastel boya çalışması yapılıp, iskambil oynanacak. Sofradakiler toplanamayıp, masanın üzerinden halimize bakacak. Ama gülünecek, çok eğlenilecek. İstisnaların olduğu günler olacak. Ateşlenilecek, yarım saatte bir uyanılacak. Tıkalı burunlar inat edip açılmayacak. Bunların hepsi, kronometreye basılmış gibi 2-3 saat içinde olacak.
Bu akşam bunlara yetişemeyeceğim. Sürekli takip ettiğim ve izlemekten sonsuz keyif aldığım bir dizinin en önemli bölümünü kaçırmak gibi birşey bu.
Eşim bugün daha fazla yorulacak. Ama dizinin en heyecanlı kısımlarını görmüş olacak...

Salı, Kasım 15, 2005

kimiz biz?

Normal sıradan insanlarız. Eşim ve ben aynı meslekten olmanın avantajlarını yaşıyoruz. Aynı konularda konuşabiliyor olmak çok rahatlatıcı oluyor.

Tabii iş dışında evde iki enerji tavşanı bizi bekliyor oluyor. İş dönüşü kapıdan içeri girdiğimde, üzerime doğru dört koldan gelen taarruz, herhalde olabilecek en güzel istilaya dönüşüyor bir süre sonra. Boynuma asılı kalmış kızım ve bacaklarımda neredeyse yürümeye başlayacak olan oğlum olmak suretiyle paltomu çıkarmaya çalışmak, bir anda dış dünya ile bağlantılarımı kopartıp, farklı bir boyuta ışınlayıveriyor beni.

Yaptığım en güzel ve en doğru iş anne olmak. Tabii insanın bu konuda iyi bir ekip arkadaşına ihtiyacı oluyor. Onsuz yapamazdım. Eşim olmadan asla...

Gerçekten bir amacı olmalı hayatın. Yoksa rotasız bir geminin zavallılığında bir yaşam boşa harcanmış bir servet gibi. Bazen amacın nedir senin diye soruyorum kendime. Çocuklarım olduktan sonra pek fazla bu konuda vakit harcamıyorum çünkü cevap benim için çok netleşti. Amacım, ikisinin de kendi ayakları üzerinde durabilen ve iyi ki doğmuşum, iyi ki yaşama katılma şansım olmuş diyebilen insanlar olabilmeleri.
Her dakika mutlu olmak imkansız ancak onları öyle silahlar ve anahtarlarla donatmalıyım ki, üzüntü ve zorlukların da yaşanılması gerektiğini bilecek kadar güçlü olsunlar. Yılmasınlar. Öğrenmeye açık ve aç olsunlar. Dürüst ve saygılı olmanın erdemini bilsinler. Güçsüzleri korumanın, güçlüye karşı hakkını savunmanın gerekirse yeldeğirmenleriyle savaşmanın asaletini öğrenebilsinler. Denemekten ve yanlış yapmaktan çekinmesinler. Soru sormanın ve cevaplar bulmanın keyfini çıkarsınlar. Zamanı geldiğinde, kanatları yeterince kuvvetlendiklerinde, uzun bir uçuşa hazır olsunlar. Kendi hayatlarının lideri olmayı, yönetilmeyi bildikleri kadar yönetmeyi de bilsinler. Hata yapmanın hiçbir yanlış tarafı olmadığını, ancak bundan ders çıkartılmamasının gerçek hata olduğunu öğrensinler. Sevsinler. Tutkuyla yaşasınlar hayatlarını.

Kızıma hamileyken başladım çocuklar ve bebekler ile ilgili kitaplar, web sayfaları okumaya. Okudukça birşey farkettim. Her nekadar çocuklar ve bebekler ile ilgili olsa da, aslında temelde insanı okuduğumu ve pek çok kuralın büyüklerin dünyasında da geçerli olduğunu gördüm. Bakış açım değişti.

Önümüzdeki günlerde, okuduğum kitaplardan bahsetmek istiyorum. Site içinde ne şekilde bir format kullanmam gerektiği ile ilgili biraz desteğe ihtiyacım var. Bunu hallettikten sonra, her birini buraya kayıt edeceğim. Bu kitaplar bana son derece güzel şeyler kattıkları gibi, bir gün bir kişinin dahi olsa hayatını etkiyebilme şansını verebilirler belki.











Pazartesi, Kasım 14, 2005

neden durup dururken bir blog başlattım?


Öylece pat diye başladım işte...

Şimdiye kadar hiç günlük, haftalık veya yıllık tutmadım. Herşeyin bir ilki oluyor demek ki...

Yazmayı konuşmaktan daha yakın bulmuşumdur hep kendime. E, her dakikada duygulardan filan bahsedecek vakit olmuyor. Hem hep söylerler "günlük tutmak iyi birşeydir" diye. Bir bildikleri vardır mutlaka.

Bu bir seyir defteri... Öncelikle, içimdeki anneye...Bir nevi kendime ayna tutmak. Bakalım neler göreceğim.