Cuma, Mayıs 09, 2008

Megatronik Nedir?

Dün akşam çok şeker bir abla geldi bize. Çocuklar bayıldılar tabii. Nasıl aklı başında, nasıl cıvıl cıvıl. Gelecek yıl okulunda branşını seçecekmiş. Megatronik okumayı düşünüyormuş. Nedir ki o dedim. Robotların içlerindeki çipleri filan yaparmış bu kişiler. Senkronizasyon ve otomasyon gerektiren her alanda çalışabilirlermiş. Ülkemizde fazla yokmuş bu bölümü bitiren. Geleceğini garanti altına almak istiyormuş. Hem de ailesinin kurulu hazır işleyen bir işi olmasına ve okul sonrası iş bulma kaygısı olmamasına rağmen. Hayatta ne olacağı belli mi olur diyor. Bravo tabii.

Ben o yaşlarda bu kadar aklı başında mıydım diye düşünüyorum. Yok. Kesinlikle değildim. Olmalıydım ama. Geçti artık. İlerinin gençleri için herşey çok farklı. Etrafta o kadar çok malzeme var ki. Oyunlar, kitaplar, filmler, çizgi filmler saymakla bitmez.

Ay'da kitabına bayılıyoruz bu aralar. kitabın sonunda belki bizim de birgün aya gidebileceğimiz yazıyor. Oğlum pek istekli değil bu konuda, ay çok uzakmış ve orda yanlız kalırmış çünkü. Yine de legolarla çeşit çeşit uzay gemileri yapıyor. Şimdilik sadece odadan odaya seyahat ediyor bu uzay gemileri.

Bir de bu kitabımız revaçta. Yatmadan önce okuyoruz. Dünyadaki en büyük hayvan hangisidir onu tartışıyoruz sonra. İleride hangi konuyu seçerlerse seçsinler, megatronik konulara dalmasalar bile, bu yaşlarda gördükleri renklerin, şekillerin, hikayelerin, seslerin izlerini taşıyacaklardır diye düşünüyorum.

Şeker abla bir de çocuklar için olan Tabu oyununu getirmiş. Ufak çaplı bir paylaşamama krizi dolayısıyla oynayamadık oyunu. Bir süre cezalı kızım bu konuda. Sanırım bir sonraki haftasonu oynayabiliriz. Ben hiç oynamadım. Eğlenceli olacağa benziyor.

Çarşamba, Mayıs 07, 2008

Ahval

Şimdilerde kendimi sürekli bir yazma isteği içindeyken yakalıyorum. Kaygan, parlak, gümüş grisi balıklar gibi oynaşıyor düşünceler ve herbir andan yazılacak not edilecek birşeyler buluyorum. Ne zaman koca bir kova doldurup yazmaya otursam, bir bakıyorum hepsi kaçmış balıkların. Kovada delik mi var nedir? Bu sefer birkaçını yakalayayım diyorum. Sanırım bu aralar kendimle konuşuyorum fazlaca. Bu yüzden not edilecek, habire kendimi dinlediğimden de kendi kendime aferin denecek pek çok şey buluyorum. Şunu yazmalıyım mesela. Bir hafta içinde tam beş kitaba başlayıp hiçbirine devam edemedim. Aferinlik bir durum değil ama not edilmeli. Kaptan Mihalis'te karar kılıp, uzuuuun zamandır bitirmeye çalıştığım Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nü de fazla gücendirmeden bitirmeli. İlber Ortaylı kitabı biraz bekleyecek. Birkaç sayfa ile başladım ama dikkatim dağıldı çabucak. Okuyamadım. Başka bir dönem okunmak üzere, affına sığınıyorum değerli hocanın. 39 Basamak'ta ise daha ilk basamakta yorulup bıraktım kitabı. Beşinci neydi unuttum. Bir de bu başladı. Unutuyorum. Sürekli. Iris Murdoch geliyor aklıma. Filmin sonu nasıl bitmişti. Unuttum. Sadece sokaklarda kendini bilmez şekilde dolaştığı ve kıyıda oturup sürekli denize baktığı sahneler aklımda kalmış.
Film seyretmek herzamanki gibi keyif veriyor. Tek başına değil ama. Filmin başlama saatine kadar ise mutlaka birşeyler pişiriyorum. Bu aralar mayalı hamur denemeleri yapıyorum sıkça. Bu kadar zaman çekinip yapmadığıma pişman oldum. Başarılı sonuçlar çıkıyor. Fırında puf puf kabardıklarını görünce ellerimi çırpmak geliyor içimden. Yaşasın! Harika kabardılar! İçim de mayalanıyor sanki bu aralar. Yüreğim kabarıyor. Yoğurt mayalıyorum mesela. Bir yandan da kek yapıyorum diyelim ki. Üçüncü olarak ne yapsam diyorum. Bir türlü durmak bilmiyorum film başlayana kadar. Sabahları uyandığımda ayaklarımın sızladığını hissedip şaşırıyorum. Sonra hatırlıyorum. On buçukta film başlayınca oturmuştum koltuğa. Ondandır herhalde diyorum. Vücudumu dinliyorum. duyduklarım hoşuma gitmiyor bu aralar.
Elime kitabımı alıp, fırının başına geçiyorum bazen. Birşeyler pişirmek iyi geliyor, denemeler yapıyorum sıkça. Mutfakta müzik dinliyorum bir de. Çocuklarımın uyuma saati ve film başlayana kadar geçen bir buçuk saat sürede, duramıyorum bir türlü. Pişiriyorum, okuyorum, dinliyorum, bekliyorum, mayalıyorum, kokluyorum, yoğuruyorum, kalıplarla kesiyorum, düşünüyorum, düşünüyorum, düşünüyorum, durmuyorum.
Değişken ruh halleri içinde, aslında hangisiydim ben diye düşünmüyor da değilim. Sizinle tanışmış mıydık bir yerlerde? Evet siz, biraz önce sinirden köpüren kişiyle? İşyerinizde hem de. Yakışmıyor size! Hiç hem de. Yok o kadar kötü değil tabii, ama kontrolü de elden bırakmayın. Öfkeniz boğazınızdan beyninize doğru taarruza geçse de bazen, kendinize hakim olunuz. Profesyonellik bunu gerektirir. Değil mi ama?
Haftasonlarını iple çekiyorum. Hepbirlikte açık havada kahvaltı yapmayı seviyorum. Fırından taze çıkmış simitler ve poğaçalarla. Kalp çarpıntılarıma iyi geliyor bu. Biraz rahatlıyorum.
Küçük Mavi Balık yüzme yarışında üçüncü oldu. Sudan korkan, girmek istemiyorum diyen balık. İki yıl önce zorla ve ağlayarak başladığı yüzme kursundan bugüne, büyüdü mavi balık. Sıra minik balıkta. Okyanusa ne kadar hazır olurlarsa o kadar iyi. Okyanus. Büyük.
Bu endişe hallerim yıpratıyor beni. Dakikada kaç kez atardı normal bir kalp? Bilmiyorum. Şükrediyorum sadece. Bundan 11-12 yıl öncesine bakıp, hergeçen gün daha fazla şükrediyorum. Yine de yetmediğini düşünüyorum.
Ne çok felaket, ne çok kötü haber var. Kulaklarını, gözlerini kapamak bile yetmiyor. Bildiriliyor bir şekilde. Bilmekten kaçılmıyor.
Bu akşam evimizin yakınındaki çiçekçiden çiçek almayı unutmayacağım. Her akşam unutuyorum. Mayıs geldi. Hala koca bir demet papatya alamadım.
Bu akşam birşey pişirmiyorum. Misafirler gelecek.
Belki Kaptan Mihalis okuyabilirim ama.
Bakalım..