Cuma, Nisan 28, 2006

...

Gitmek her defasında daha fazla üzüyor artık beni. Yeni birşeylere başlamak çok yoruyor bir de. Bir yerden sonra, demir atacağı yeri bulup, orada durmalı insan. Limanın ona, onun da limana alışması için zaman ve emek vermeli. Çekip gitmemeli. Direnmeli. Bir yerden sonra...

Dostça ayrıldım bugün, artık eski olan işimden. Yenisi beni bekliyor epeydir. Tüm enerjisi ve yoğunluğuyla. Öğretecekleri ve vereceği derslerle. Korkuyorum biraz, asıl işime dönüyorum, üç yıldır uzak sayılırım kendisinden. Görünce birbirimizi tanıyacak mıyız? Bilemiyorum...

Ama çok kıymetli birşey biriktirdim bu arada. Tecrübe. Konusu ne olursa olsun, her şekilde bence bir hazine. Neler olacak göreceğim.

Pazartesi başlıyorum. Düşünecek bunları tartacak vakit yok zaten. İyi olacağını umarak, demir atmayı diliyorum.

Çarşamba, Nisan 26, 2006

İlk Akrostişim


Sevgili Biyonik sayesinde ilk kez bir akrostiş yazdım. Çok eğlenceliymiş. Mutlaka denemek lazım!

Pazartesi, Nisan 24, 2006

Başka Türlü 23 Nisan

Dün değişik bir 23 Nisan yaşadık. Farklı bir etkinliğe şahit olduk. Ucuz atlattık, ancak çok üzüldük.
Kozyatağı Karfır'a, daha önce satın aldığımız birşeyin iadesi için gittik. Öğleden sonra gidilmemesi gerektiğini ve kalabalığın trajik boyutlarda olacağını biliyorduk ama, yine de gittik. Çekirge bulutu kalabalığının içinde biraz yürümeye çalıştıktan sonra bitkin düşüp, kendimizi starbucks'a attık. İç kısımlarının tenha olmasına hayret ederek, koltuklara gömüldük. Ben çantalar veya kişisel eşyalar konusunda aşırı dikkatliyimdir, hatta hastalık derecesinde kontrol ederim herşeyi. Arabaya biner binmez kapıları kilitlerim mesela. Çantamı gözümün önünde veya hemen uzanabileceğim kuytu bir yerde tutarım hep. Şeytan fısıldadı herhalde, hiç yapmayacağım birşey yapıp, içi oğluşumun eşyalarıyla dolu olduğu için şişkin duran çantamı oturduğum sandalyenin kenarına astım. Bu arada hemen çapraz arka masamıza, yaşları en fazla 15-16 olabilecek iki genç kız oturdu. Burayı tercih edecek tipler değiller ama gelmiş olmaları ilginç diye düşündüm kısacık bir an. Biz çocuklarla ilgilenirken bir anda kızlar ortadan kayboldu. Çantamın yerinde de yeller esiyordu. Kimse birşey görmemişti. Hemen sağa sola bakındık ama, bina çıkışı da çok yakınımızda idi. O kalabalıkta da kaybolmak zor bir iş değil tabii. Hemen güvenlik görevlilerine haber verdik. Üst kattaki danışma bölümüne aldılar bizi. Bu arada da polis çağırdık. Ruhsat ve araba anahtarı da çantada olduğu için, telsizle diğer görevlilere haber verip, bizim arabanın başına da birilerini yolladılar. Ne olur ne olmaz diye.
Danışma kısmı dışarıdan pek görülebilen bir yerde değil. Ben daha önce orada öyle bir ofis olduğunu farketmemiştim. Zabıt tutulurken beklediğimiz süre içinde iki ufak çocuk için kayıp anonsu yapıldı. Neyse ki, sonradan her ikisi de aileleri ile buluşabildiler. Ancak, güvenlik kameralarının bulunduğu odanın kapısında 12 yaşında bir erkek çocuğunun resmi asılıydı. Günlerdir kayıpmış. Resmin altında görüldüğü takdirde ulaşılması istenen telefon numaraları sıralıydı. Hala gülen yüzü gözlerimin önünde. Ailesinin yaşadığı acı dayanılır katlanılır birşey olmasa gerek. Dilerim ki bulunur ve ailesine yuvasına kavuşur.
Bir de 9 tane genç kızın resimlerinin basılı olduğu bir gazete sayfası asılıydı aynı yerde. Hepsi sabıkalıymış. Defalara yakalanıp serbest bırakılmışlar. Eli yüzü düzgün gencecik kızlar hepsi. Tıpkı bize rastgelen kızlar gibi. Temiz giyimli ancak kirletilmiş bakışlı. Ve inanılmayacak kadar cesur, meydan okuyan, korkacak kaybedecek birşeyleri olmayan...
Bir saat kadar sonra, eşimin cep telefonundan bir çantanın bulunduğuna dair mesaj aldık. Ataşehir'de biryerlerde bulunmuş çantam. İçindeki herşey etrafa saçılmış vaziyetteki çantamdan şans eseri eşimin telefonuna ulaşmış bulan kişiler. Eşim ve Karfır güvenlik ekibinden bir kişi, tarif edilen yere gidip çantamı geri getirdiler. Birlikte gittiler, çünkü bazen bu bir tuzak da olabiliyormuş. Çalan kişiler arayıp, çanta için pazarlık edip para kopartmaya çalışıyorlarmış. Kredi kartım ve telefonum dışında herşey yerli yerinde idi. Her ikisini de hemen iptal ettirmiştim zaten. Para ise hiç yoktu.
Bu olaydan en çok etkilenip üzülen kızım oldu. Şimdi biz bu olaydan ne gibi dersler çıkartıyoruz diye konuştuk. Kayıp çocukları görmek ve hırsızlık kavramı ile yakından tanışmak oldukça sarsıcı ancak eğitici oldu onun için. Oğluşum pek etkilenmedi, güvenlik bölümündeki masanı üzerini zevkle dağıtmakla meşguldü.
Başka türlü bir 23 Nisan yaşadık.
O yaşta çocukların farklı bir hayatta, cesaret isteyen gösterilerde rol aldıklarını gördük ve bu konuda kendilerini parlak bir geleceğin beklediğine şahit olduk.
Biz ucuz atlattık. Ancak gençliklerini ve geleceklerini, çaldıkları çantaları darmadağın etmeleri gibi, bilinmeyen bir sokağa fırlatan bu kızlar için üzüldük. Çok üzüldük.

Salı, Nisan 18, 2006

Terasta Keyif

İnsanın annesiyle msn'de konuşması çok ilginç geliyor bana. Öğle tatilinden hemen önce annemden gelen mesajda nasılsın diye yazıyordu. Benim listemde pek kimse yoktur zaten. Ebruşum, annem bir de Gitar vardır. Annemi telefonla sürekli takip ettiğim için yazışmaya gerek duymuyoruz genelde. Neyse, ikimiz de pek iyi değildik; ben şirket sahibine, annem de kendi annesiyle ilgili birşeylere canımız sıkılmış vaziyetteydik.
Hadi yemeğe götüreyim seni, açılırız dedi. Nazlandım biraz, keyifsizim çıkmayayım filan dedim ama ısrarına da dayanamayıp kabul ettim.
İyi ki de etmişim...
Deniz manzalı bir teras katında, nefis bir havada balık yedik birlikte. Konuştuk, gülüştük, açıldık, keyiflendik. Ben şirket sahibi ile ilgili olanları anlattım, o da nelere kırıldığından bahsetti. İçimizi döktük.
Hem de ben keyifsizim, şöyle içim açılsın keyifleneyim diye de, müthiş şık giyinmiş makyaj yapmış. Benim için...
Büyümenin en güzel taraflarından biri, insanın annesiyle çok daha iyi anlaşmaya başlaması ve paylaşabileceklerinin artması bence. Ben işe, o da eve oğluşumun yanına çok daha keyifli döndük. Biraz önce telefon ettim, sesi gayet iyiydi. Demek ki gerçekten terasta keyif ikimize de iyi gelmiş...

Pazartesi, Nisan 17, 2006

Foto

Yok böyle olmuyor...
En kısa zamanda kendime dijital bir fotoğraf makinası almam lazım. Blogda görünecek şekilde çocukların kıyılarından köşelerinden resim çekmek istiyorum ama tek makina olunca zor oluyor. Diğeri iş için kullanılıyor ve sürekli bende değil çünkü.
E yazdığım zaman resim de olursa daha çok hoşuma gidiyor. Hatta resimlerine yazı yazdığım bile olmuştu birkaç kez.
Bir araştırayım bu konuyu...

Cuma, Nisan 14, 2006

Az zamanda çok iş...


...başardık!

Bi kere okul işimizi hallettik. Çok da uzak olmayan, makul bütçeli, düşünce altyapısını bildiğimiz, ingilizce öğretimi olan, düzenli olduğunu düşündüğümüz bir vakıf okuluna kayıt yaptırdık. Öğretmenimizi de tanırsak bu iş tamamdır. Süsten uzak ama fonksiyonel bir binada, kalabalık olmayan sınıflarda yabancı dilden uzak kalmadan, hele ki iyi bir öğretmen de varsa, çocuklarımız için arzuladığımız gösterişsiz ama etkili eğitimin tam yerini bulduk demektir.

Bu arada evimizi sattık ve üzerine bir miktar katıp, bizimkinden daha geniş bir ev aldık. Tapu ve ödeme işlerini de bugün tamamladık. Eylül gibi taşınacağız.

Bu haftanın bir diğer konusu ise bir kaç aydır aldığım iş tekliflerinden biri için büyük heyecan duymam ve teklife evet demem oldu. Gelişme çizgisini bildiğim, yıllardır da birlikte iş yaptığımız bu firma ile çalışmak bana çok şey katacak, benim de onlara faydalı olacağıma eminim. Lüks yatların yapıldığı tersanelerden birine geçmeyi planlıyordum ama görünen o ki, tankerler bir süre daha hayatımda olacaklar. Bizim son derece oynak ve geleceği belirsiz sektörümüzde sağlam bir firma bulup orada kalmayı istiyordum hep. Sanırım bunu gerçekleştirebileceğim burda. Aynı dilden konuşabildiğimiz bir ortam olacak en azından. Mayıs başında hiç ara vermeden başlıyorum.

Bir de araba taksitlerimiz bitti.

Pedal çevirmeye ve çok çalışmaya devam...Yapacak daha çooook iş var.

Pazartesi, Nisan 10, 2006

Veli Toplantısı


Geçtiğimiz Cumartesi günü veli toplantısı vardı. Arkadaş bloglardan anladığım kadarıyla mevsimi geldi galiba. Birçok okulda toplantılar var.
Bizimki bu kez farklıydı. Çocuklarımızdan değil, okuldan ve öğretmenlerden konuştuk. Çünkü okulumuz, büyük bir gruba satıldı. Bir ay içinde tabelalar değişti, sınıflar yenilendi. Fakat, biz veliler ve öğretmenler olarak, yeni yönetimin katılmadığı toplantımızda detaylıca konuşup, yeni anlayış ile ilgili rahatsızlıklarımızın aynı olduğunu gördük.
Bir de öğrendik ki, eski yönetim 5 aydır öğretmenlerin maaşlarını ödemiyormuş. İlgi ve alakada hiçbir eksiklik olmadığı için, kimse bunu farketmedi. Son derece saygı duyduğumuz ve takdir ettiğimiz Müdüre Hanım ve Öğretmenlere bu özverili çalışmaları için teşekkür ettik. 6-7 yıl önce ben de aynı durumda çalışmak zorunda kalmıştım. Zorluğunu bilirim. İyi bir ekip ve kötü bir işletme böyle oluyor işte. O iyi ekip, soru işaretleri içinde konuştu bizimle. Ancak sonradan birebir görüşmelerle anladık ki, yeni grup ile anlayışları tamamen zıt ve çoğu ayrılacaklar. Çok emek vermişlerdi ve duruma çok üzülüyorlardı. Biz de öyleydik.
Şimdi yeni bir okul bulmak zorundayız. Çocuklarla ilgili olarak, okul seçimi konusunda zorlandığım kadar hiçbir konuda zorlanmadım. Devlet mi özel mi, özelse hangisi, bütçesi, uzaklığı, adaptasyonu, öğretmenleri, yönetimi......Yine bunaldım.
Hedefe giden çok fazla yol ve engebe var. En azından doğru bir başlangıç yapılmalı diye düşünüyorum. Mahalle mektepleri eskisi gibi değiller. Evimizin tam karşısında bir ilköğretim okulu ve lise var. Öğrencileri görüyoruz hergün. Böyle olmamalı. Öğretmenin iyi olması tabii gerekli ama, okulun da bir tavrı, disiplin anlayışı, kısaca kişiliği olmalı bence.
Bizim mütevazi özel okulumuzda bu vardı. Şimdi yine kafam çok karışık. Abartmak da istemiyorum ama içimize sinen bir çözüm bulana kadar rahat değilim.
Ne olurdu devlet okulları bu kadar kalabalık olmasaydı ve yabancı dil eğitimi erkenden başlasaydı?
Ne olurdu?

Perşembe, Nisan 06, 2006

Sobeler Devam II

Sevgili Yogun Anne sobelemişti, bir düşüneyim:

Soru: Cocuklarınız mı size adapte oldu yoksa siz mi onlara?
Kızımda biz adapte olduk. Aksini düşünemezdim zaten, zira gaz problemi, süt azlığı, uykusuzluk, v.s. derken eski düzeni korumanın imkanı yoktu. İlk dönemleri atlattıktan sonra, sanki biz şimdiye kadar hep bu düzendeymişiz gibi hissettik. Herkes birbirine adapte oldu. Zorlanmadık. Bir tek Pazar uykularını özlüyoruz. Oğluşum için de aynı şeyler geçerli oldu. İlk dönemler bocaladık, ama kızıma göre geçiş süreci daha kısa oldu. Yine hepimiz birbirimize adapte olduk.

Soru : Uyku, yemek, uslu durma v.b. konularda uyguladiginiz yontemler ?
Oldukça derin mevzular. Bir kere her ikisi de erken yatıp erken kalkarlar. Kendileri de etkilidir tabii ama, uyku saati bizde mutlaka uyulması gereken sert bir kuraldır. Tatil günleri dahil çocuklar saatinde yatarlar veya yatırılırlar. Nadiren istisnalar olur tabii. Bunun faydasını hep birlikte görüyoruz. Zira hem çocuklar uykularını alıp dinlenebiliyorlar, hem de bize akşamları ayaklarımızı uzatma vakti kalıyor.
Yemek konusunu eskiden çok problem ederdim. Şimdilerde daha rahatım, her çeşitten azar azar da olsa yedirmeye gayret ediyorum. Oğluşum için daha kolay çünkü sebze çorbası yiyor ve içinde herşey oluyor. Ama kızıma sebze yedirmek oldukça maharet gerektiriyor.
Uslu durma konusunda çok fazla sıkıntı yaşamıyoruz. Birşeyi engellediğimizde her ikisine de sebeplerini açıklıyoruz ve net tavır koymaya çalışıyoruz. İşe yarıyor genelde. Arada da yaramazlık yapmalarının hiçbir sakıncası yok. Göz yumduğumuz da oluyor.

Elma Şekeri, Sobeeeeee!

Sobelere Devam

Sevgili Crescent aşağıdaki sorular için sobelemişti, zaten geciktim, hemen cevaplıyorum:
1.Soru: Cennette yada cehennemde (kim bilir ?) insanlığa yön veren bütün o eski bilim adamları (Einstein, Newton, Maxwell, Rudherford, Galileo, Pascal, Bohr vs…) bir araya gelmişler. Her gün bilimsel konular üzerinde tartışmak çok sıkmış onları, ve bir gün saklambaç oynamaya karar vermişler. Kısa çöpü çeken Einstein başlamış saymaya yüze kadar herkeste bir koşuştumaca, saklanacak yer arıyorlar. Ama bir tek saf (?) Newton olduğu yerden kıpırdamamış. Yerden bir sopa almış ve yere bir şeyler çizmiş. Bu arda Einstein saymayı bitirmiş ve arkasını döner dönmez, hemen hiç düşünmeden ...... sobe demiş. Einstenin sobelediği kimdir ve neden ?
Hmmm, şimdi ne desem. Herhalde dönünce Newton'u gördü ve onu sobeledi. Neden mi? Neden olmasın?
2.Soru: Okuduğunda seni en çok etkileyen kitap?

Can Yayınlarının eskiden içinde 52 tane çocuk kitabının bulunduğu bir set vardı. Bulabilsem yine onu alırım ve çocuklarımın da okumalarını isterim. Hepsi çok güzellerdi. Bak iyi aklıma geldi, bu konuyu yazayım ben Can Yayınlarına.
3.Soru: Takip ettiğin dergi?
Focus, Sofra, Maison Franceis (yanlış yazdım galiba), Popüler Tarih, Yemek Zevki
4.Soru: Günlük okuduğun gazete?
Yok. Gazete okumayı bırakalı uzun zaman oldu.
5.Soru: En yaramaz çocukluk anın?
Maalesef öyle çok yaramaz bir çocuk değildim:( Hiç hatırlamıyorum.
6.Soru:Televizyon yapımcısı olsan yapmak istediğin program ne olurdu?
Gezi programı olurdu. Ordan oraya seyahat eder, üzerine bir de para kazanırdım:)

Sobelenmedi ise; Zeynep sobeee!

Çarşamba, Nisan 05, 2006

Fazla da geciktirmeden...

Sevgili Aslıberry ve Aslı, sobelemişlerdi beni. Daha fazla gecikmeden yazayım;

Kitaplar;
Kızımın bizden çok kitabı var şu an. Çeşitli boy ve ebatta olmakla birlikte, küçükken sayfaları sert karton olan kitapları kolaylıkla okur(!) ve hatta beğendiklerini yerdi. Muşamba kaplı banyo kitaplarını da severek kemirmişti bir dönem. Biraz daha büyüdüğünde hikayeleri hatırlar ve resimleri tanır oldu ki, bir kitabı bize defalarca okutmak suretiyle, ufak çaplı sabır deneyleri yapardı üzerimizde. Büyüdükçe ilgisi prensesli masalların olduğu kitaplara yöneldi. Bizim her hafta yaptığımız kitapçı turlarımız vardır. Her ziyarette tek bir kitap alma hakkı olur. Bulabildiği bir yere oturur, uzun uzun kitapları inceler. Ve sonra bir tanesine karar verir. Artık yaşı geçti ama Tübitak'ın o güzel mavi kaplı kavramlar serisini çok sevmiştik biz. Birlikte yapardık hep. Oğluşum için de aynı seriyi almayı düşünüyorum. Kendileri şu an uzun süreli olmasa da kitaplarla ilgileniyorlar. Özellikle dekorasyon dergilerindeki çeşit çeşit lambaları bulup "Amma!" (lamba yani) diyerek göstermek çok hoşuna gidiyor. Renkli, net resimli kitaplar oğluşumun da ilgisini çekiyor ama en çok içinde kuş resmi olanları seviyor ve kanatlı her türlü yaratığa "Kaaga" (Karga) diyor. Salça kavanozunun üstündeki penguen de onun için bir karga!

Oyunlar;
Oooo bir sürü...Kızımla ilgili hemen aklıma gelen oyun bebek konuşturmaca. Biz baygınlık geçirdik köşe bucak kaçıyoruz bu oyundan ama, kazara eve gelen misafirleri esir almak suretiyle, zorla tiyaro oyununda oynattığı oluyor. Kimseyi bulamazsa, kendi kendine senaryo uydurup, bebekleri de başka oyuncaklarla yaptığı sahnelerde konuşturuyor sürekli. Bir dönem kurallarını kendi icat ettiği pişti oyununu ve tombalayı çok sevmişti. Şimdi hiç oynamıyor. Bilmece uydurup sorma oyununu da çok oynardık. Oğluşum şu an daha çok iri legolarla, mutfak ekipmanları, benim tuvalet masamın üzeri ve banyo dolapları ile sıkça oynuyor. Saklambaç oynamayı da seviyor. Kızımda herşey sıralı gitmişti, yapbozlarla uzun süre uğraşırdı. Ama oğluşumda öyle olmuyor, ablasının tüm oyuncakları, yaş gruplamasından bağımsız olarak, zaten elinin altında. Henüz yapbozlar ilgisini çekmedi. Bakalım, belki ilerde ilgilenir.

Sobelenmeyen kaldı mı bilmiyorum ama, Neşeli'de süper fikirler vardır. Sobeee!

Sıra Sıra Odalar

Dün akşam, bildiğim kadarıyla 10 yıldır (belki çok daha öncesi de vardır) ilk kez yapılan bir toplantıya katıldım.
Gemi mühendisleri odasında yapılan toplantının konusu bizim sektörde kadının yeri, durumu, sorunları, yaşadıkları, v.s. idi. Gazetelerden biri için röportaj yaptılar bizimle.
Şimdiye kadar hiçbir oda toplantısına katılmamış olmam hoş değil ve ödenmemiş aidatlarım var ancak konu kadınları ilgilendirince, bu toplantıya katılmamazlık edemezdim.
Erkeklere oranla çok fazla sayıda olmadığımızı biliyordum, yine de 4 kişi olacağımızı da tahmin etmemiştim doğrusu. Katılımı arttırmak ve düzenli şekilde toplanabilmek için sözleştik en azında. Küçük gruplar halinde zaman zaman toplandığımız, ev ziyaretlerine gittiğimiz oluyor ama, nerde kim var tam olarak bilemiyoruz.
Konuşulurken aşağı yukarı aynı dertlerin yaşandığı ortaya çıktı. Farklı bakış açılarıyla tabii. 10 yıl öncesine göre bugün yeni mezun olanlar daha rahat edebiliyorlar pek çok konuda. En azından etrafta karşı cinsin dolaşmasına, fiziki mukavemet gerektiren işler yapmasına, idarecilik yeteneğine ve daha pek çok şeye alışılmış.
Yine de çok daha iyi olabilir. Biraz gayret ve ilgiyle...

Pazartesi, Nisan 03, 2006

Bir Başka 1 Nisan

Hastaneden anneannem aradığında, doğacağıma Babam inanmamış önce. Şaka yapıyorsunuz demiş. Anneannemin o hışımla, normalde hiç yapmayacağı birşey yapıp, ister inan ister inanma deyip telefonu kapatması babamı yeterince ikna etmiş ve hastaneye koşmuş.
Hikaye böyle başlıyor.
Ve bu güne kadar geliyor. Nereye ne kadar süre ile gideceğini bilemiyorum tabii.
1 Nisan Cumartesi günü yaşadığım en güzel doğumgünü idi. Bir süreden beri oluyor bu. Her seneki, bir öncekinden daha güzel oluyor.
Sabah gelirken bakıcımız fırına uğrayıp, bir sürü kurabiye kek ve küçük bir de pastacık almış. Bizim burdaki fırın nefis pastalar da yapıyor. Annemle, bunu önceki gün planlamışlar. Mum almayı unutmuşlar ama. Biz de salonda dekoratif amaçlı kullandığımız mumlardan birini, ki neredeyse pasta boyutlarındaydı, seçip kullanalım dedik. Öyle de yaptık. Yaşla birlikte mumlar da büyümeli tabii. Üflerken dilek dilmeyi de ihmal etmedim. Annem de bakıcımız da, birer hediye almışlar. Beklemiyordum ve gerek de yoktu ama çok mutlu oldum.
Kızım hediye almadığı için kendini kötü hissetmiş olacak ki anneannesini yanına çağırıp birşeyler fısıldadı. Benim dışarıda olacağım zaman içinde, hediyemi ayarlamaya karar vermişler. Sır saklamayı da pek bilmediği için hemen açık etti gerçi. Bak sürpriz yapacağız sana ama, sen bilmiyorsun dedi. Ben de tamam dedim. Sonradan hediyemin, bize yakın bir bi milyoncudan aldığı, benim için dünyanın tüm mücevherlerinden daha kıymetli olan, beyaz plastik bocuklu bir kolye küpe takımı olduğunu öğrendim. Paketi açar açmaz da hemen taktım. Birkaç kez beğendin mi diye sordu. Hem de çok beğenmiştim. Yakası açık bir bluz giydim ki, daha da ortaya çıksın, görünsün dedim. Tabii kendine de ufak tefek bir kaç hediye almayı da ihmal etmemiş. Bak ne şirin şeyler aldım diye onları da gösterdi.
Sabahki erken doğumgünü partimden hemen sonra evden fırladım. Kırmızı bir gül ile karşıladı beni eşim. Yine 11:00 matinesine sinemaya gittik. Bu kez film
V for Vendetta idi. Pörtlekler, kahve, film hepsi harikaydı. Çıkışta biraz koşturarak evden kızımı kapıp, yüzme dersine yetiştik. Ders bitti, yine hızla duşumuzu alıp eve gittik ve bu kez oğluşumu da hazırlayıp, hep birlikte arkadaşlarımızın yemek davetine yetiştik. Nefis yemekler, hoş sohbet, kikirdeyen çıtırlar, etrafı sürekli merak edip kurcalamak isteyen oğluşum eşliğinde güzel bir akşam geçirdik. Eve döndüğümüzde çocuklar hemen uyudular, zaten bizde de daha fazlası için enerji kalmamıştı.
Doğduğum günün 33 tam yıl sonrası, çok hareketli, çok renkli ve en önemlisi sevdiklerimle geçti. Birlikte olamadığımız arkadaşlarımla da telefonla görüştük hiç olmazsa.
Yeni yaşıma hızla girdim. Yaşadığım hergün, olduğum ve yaşadığım en güzel zaman benim için. Bunu aileme eşime ve çocuklarıma borçluyum.
Bir de annem ve babama. Annem henüz söylemedi ve babamın da beni görüp görmediğini bilemiyorum ama, umarım benimle gurur duyuyorlardır. Çünkü ben kendimle duyuyorum...