Pazartesi, Nisan 28, 2008

Troya

Henüz kendisini gidip görmedim Çanakkale'de. Ama geçtiğimiz Cuma, Homeros'tan efsanesini dinledim ve çok benzer beyaz bir maketini görebildim. Troya, tek kelime ile müthişti. Uzun zamandır görmek istiyordum bu topluluğu ancak bir önceki gösterilerine bir türlü fırsat olup da gidememiştim. Okul aile birliğinden birkaç hafta önce gelen yazıyı gördüğümde çok heyecanlandım. Nihayet gidebilecektim.
Gösteriyi soluksuz izledim. Müthiş bir disiplin, özen, etki, ihtişam..Bu topraklara yakışır bir gösteri ile Troya'nın hikayesini, muhteşem müzikler, kostümler, zımba gibi dansçılar, harika kostümler ve dekorlar eşliğinde dinledim.
Fırsat bulunursa izlenmesini şiddetle tavsiye ederim. Kızım da gelmek istedi ancak sonuna kadar dayanabilir mi diye endişe ettik ve biz eşimle gittik. Hem de gecikmiş doğumgünü hediyem oldu bu gösteri.

Dünkü gazetelerden birinin ekinde, Mustafa Erdoğan röportajı vardı. Konu Troya idi. Öğrendim ki, çocuklar için de bir müzikal projeleri varmış ve Troya'dan bile büyük bir proje imiş bu. Merakla ve heyecanla bekliyorum ben.
Dönüşte aynanın üzerinde kocaman bir kalp bulduk. Kızım hazırlamış. Beni, babasını ve kardeşini çok sevdiğini yazmış ve bizi hiç unutmayacağını eklemiş. "Aşkıııııım" diye de imzalamış. Sanırım bu kısmı Şahika gibi söylememiz gerekiyor. Dönüşte kocaman bir kalple karşılanmak çok hoştu doğrusu. Gece bizsiz, gayet sorunsuz geçmiş. Büyüyorlar. Büyüdükçe kolaylaşıyor herşey. Bence.

Cuma, Nisan 18, 2008

Keçileri Kaçırmak ve Sünger

Geçen hafta kızım ve arkadaşlarımızla gittiğimiz opera tam bir felaketti. İsmiyle uzaktan yakından alakası olmayan, hatta opera dahi olmayan, Polonyaca soyut bir tiyatro oyunu imiş meğerse. Çok sıkıldık, üst yazılar doğru düzgün okunmadığı ve belirgin bir konu da olmadığı için, hiçbirşey anlayamadık oyundan. Çantam omuzumda tetikte bir vaziyette, ara şimdi olur çıkarız diye sabrederken oyun bitiverdi neyse ki. Adında keçi ve opera olan bir oyuna rastlanırsa gidilmemesi, ya da en azından çocukların götürülmemesi tavsiye olunur. Yine de farklı bir deneyim oldu hepimiz için. Her oyun beğenilecek diye birşey yok. Kızlar en azından bunu tecrübe ettiler. Ay sonuna doğru bir sonraki aktivitemiz ise bir bale gösterisine gitmek olacak. En azından lisanı anlamama gibi bir sıkıntımız olmaz ve umarım bu kez keyifli birakşam geçiririz.

Bu aralar, bu sevimli sarı süngeri seyretmeyi çok seviyoruz hepimiz. Denk geldiğimizde toplaşıyoruz ve iki bölümü arka arkaya seyretmeden de dağılmıyoruz. Çok sevimli. Çok içten. Eskiden deniz biyoloğu olan yaratıcısının hayal gücüne hayran olmamak elde değil. Uzmanlık alanı ile alakalı tabii, ama yine de nasıl düşünmüş de bir deniz süngerini, dünya çapında sevilen bir çizgi karaktere dönüştürebilmiş. Çocuklar da ben de çok seviyoruz. Hatta ben masama bir tane maketini koydum bile. Sanırım bir miktar bu sevimli süngerin fanatiği oldum. Bu yaşta hem de.

Yine yoğun bir haftasonuna giriyoruz. Programlar şimdiden hazır. Her işin başı sağlık ama. Hepimize önce sağlık sonra güzel bir haftasonu diliyorum.

Perşembe, Nisan 17, 2008

Bugün..
Boş bir salyangoz kabuğu bulup, içine girip kaybolasım var..
Yarın..
Geçer herhalde.

Cuma, Nisan 11, 2008

Yeni Futbol Takımı

Hayat süratle akmaya devam ediyor. Daha dün ufacıklığını hatırladığım çocuklar askere gidiyorlar. Uzağa hem de. Aslında burdalarken de yılda iki veya en fazla üç kez görüşebiliyorduk. Yine de üzülüyormuş insan. Sağ sağlim gidip dönerler umarım. Tüm bekleyen annelere de sabırlar.

Yazının başlığına gelince;
Dün akşam yemekte konuşuyoruz. Konu yenmek ve yenilmeye geldi bir şekilde. Oğlum da herzaman yaptığı gibi konuşmaya kendi yorumuyla katılıp saymaya başladı:
-Biliyor musunuz ben Fenerbahçe'yi yendim.. Galatasaray'ı yendim (saydıkça da açık parmaklarından birer birer kapatıyor avucunun içine)..Beşiktaş'ı yendim..
Saydı saymasına ama baktı ki hala kapatılacak parmak var, e takımlar bitti, o da yeni bir takım ismi uyduruverdi:
-Dördüncütaş'ı yendim!
E beşiktaş'tan sonra tam da dördüncü parmağa uygun bir takım ismi oldu. Bol bol güldürdü bizi.
Bu, sohbete katılma isteği öyle güçlü ki, bir keresinde yabancı misafirlerimizle sofrada sohbet ederken, o da katıldı konuşmaya ve anlamasalar da onlara önce Türkçe birşeyler anlattı, sonra tamamen uydurma bir yabancı dilde birşeyler söyledi. Bu rahatlığı ileride de devam ederse, yabancı dil öğrenirken yaşanan aman hata yaparım korkusuyla konuşamamazlık sıkıntısına yakalanmadan,kolayca pratik yapabilir.

Bu akşam kızımla opera'ya gidiyoruz. Ve arkadaşlarımızla. Eleştiriler güzel ama bakalım hoşlanacak mı kızlar. Bu ay etkinlik yönünden yoğunuz. Annem de geliyor az kaldı. O olmadan zorlanıyoruz. Baba oğul yanlızlar bu akşam. Biz de kızımla gezmekteyiz.

Perşembe, Nisan 03, 2008

Taze Bilgi

Sabah oğlumla konuşuyoruz:
-Anne biz nerdeyiz şimdi?
-Burası Mercan canım.
-....
Bir süre sessizlikten sonra:
-Hayır Mercan değil!
-Ama eskiden burayı kuran insanlar böyle isim vermişler, Mercan diyorlar şimdi.
-Hayır! Mercan, denizin en alt katındaki sebzelere denir. Buraya değil!
-...
Bu noktada küçük dil yutulur, açıklamaya çalışılır ama karşı taraf ikna edilemez.
Sonuç: Burası Mercan değildir!

Salı, Nisan 01, 2008

Nisan..Hem de 1'i..

Güle güle 35 yaşım. Merhaba 36.