Cumartesi, Kasım 08, 2014

Öykü mü? Neden Yazayım Ki?

Nihil dixi..Latince "hiçbir şey demedim" demek.  Yaptığımız da bu değil mi? Rüzgarda savrulan sözcükler sarfediyor, aslında "hiçbir şey" demiyoruz.  Tam bu noktada, bilincin sonsuz laneti devreye giriyor ve yine de yazıyor, konuşuyor, resmini yapıyor, yontuyor, fikir yürüyor, eleştiriyor ve daha binbir türlü yolla yürüyen bir merdivende aksi yöne doğru koşmaya çalışıyoruz.  Yine de, varlığımızı haykırabileceğimiz her türlü alet edevatla, sürekli kendimizi inşa ediyoruz.  Bir tarafta, sonlu hayatın gerçeği, diğer tarafta bunu bir türlü kabullenmeyen, gündelik olduğu halde kendini sonsuz zanneden bilinç.  Sürekli bir mücadele halindeyiz sanki.  Beynin iki yarı küresi arasında, tahterevalli misali gidip gelen düşüncelerle doluyuz.  İnsan olmanın cilvesi diyelim.  Açıklamaya çalışmak, direnmek nafile çoğu zaman.  Rahat olmak, akışa bırakmak gerek düşünceleri, duyguları.  Direnilen, direnci de yaratıyor ister istemez.  Hiçbir şey söylemiyor olmak dahi gerekli, aklın sınırlı iradesine dayanabilmek için.  Öyküler yaratmakla yaratmamak arasında kararsız bir zihne ne denir?  Yaz kardeşim, nedir ki, okunur okunmaz senin derdin mi? Sen yaz.  Ya da; Yazıp da ne yapacaksın, kim okur, okusa ne olur, bir sürü kurgunun, olmayan karakterin, soluk manzaranın, hayatın gerçekliğinin kötü birer kopyasını yapmanın ne alemi var?  Hangisi? Zihnin birinden diğerine akışını izliyorum günlerdir.  Ağır basan tarafın karşılığı, aksi taraftan geliveriyor hemen.  Kaçıncı raunddayım bilemediğim bir karşılaşma bu.  Köklerime bakıyorum, dallardan sıyrılıp.  İlk bilinç pıhtıları damlamaya başladığında insanın irade havuzuna, ne uğraşıcam barınak yapmayla deseydi mesela ilk insan, burda olur muyduk?  Ya da ateş mi? Aman canım, yemek pişmesin, vahşi hayvanlar birkaçımızı yiyiversin, mağarada birbirimize sokulur ısınırız deseydi, hala burda olur muyduk?  Kayaların, reçinelerin arasında bulunup, başka bir türün müzelerinde sergileniyor mu olurduk yoksa?  Bilinci lanetleyip, karşı koymak yerine, hayatta kalmak, iki ayak üzerinde doğrulup başını göğe erdiren atalara selam ve saygılar bu andan.  Bunca acıya merhem diye verilmiş yaratıcılık.  Kullanmamak, şifahanede hastalıktan kıvranmak gibi olmaz mı? Yoktan var olmadık, yok da olmayacağız.  Şimdilik sonsuza yakınsayan bir dönüşüm içinde, her neyi başarmaya geldi isek, onu gerçekleştirmeye, ömrün yetmediği yerde ise, gelecek sezonda devam etmek üzere hayatta ilerlemeyi seçiyoruz.  Bilerek ya da bilmeyerek.  Farkediyorum ki, ben seçimimi çoktan yapmışım.  Sadece sebebini anlamaya ihtiyacım varmış.  Yaz tabii.  Oku elbette.  Muhteşem bir sofradan aç kalkılır mı?  Ruhuna ne iyi geliyorsa onunla beslen.  Ruhunu ne hafifletiyorsa onu yap.  Dar olan vaktin değil, aklının karmaşasının yarattığı cendere.  Gevşet herşeyi.  Rahat ol.  Bırak.  Barajları yık.  Canın ne istiyorsa onu yap.

Pazartesi, Ekim 27, 2014

Yazı Evi Radyo

Sevgili Arzu'nun hazırladığı, Yazıevi Radyo'da yayınlanan Olmasa Mektubun programı, biraz önce bitti.  Şöyle diyor Arzu; Olmasa mektuplarımız, yazdıklarımız olmasa, kim inanır yaşadığımıza.  Doğru, kim inanır bir zamanlar var olduğumuza, yazdıklarımız olmasa.  Dijital bilgi çağının, elimizden aldığı kalemin yerine, parmak uçlarımızdan darbe alan tuşlar var artık.  Bir hamlede "mektuplarımız" ulaşıveriyor adrese.  Kenarı çiçekli, tertemiz, belki kokulu mektup kağıtlarının artık kullanılmadığı bir çağdayız.  Özenle yazılıp, dikkatle katlanmış, el yazımızdan kimlik tahilili yapılacak kadar bizi yansıtan mektuplar, eskiye ait anılar oldular.  Hatta unutuldular.  Arzu'nun hazırladığı program, tüm bu hafıza erozyonuna inat, bize mektup yazmayı hatırlatıyor.  Duyguların giderek görünmez olduğu bir çağda, elle tutulur yürekle hissdilir belgelerdir mektuplar.  En son ne zaman mektup yazdım birine hatırlamıyorum.  Söz uçar, yazı kalır demişler.  Sonsuzluğu arayan insan ruhuna, kalemin ucundan damlayan duygularla yazılmış  bir mektuptan daha iyi ne gelebilir? Mektup yazmayı hatırlamak gerek.  "Sevgili ....." diye başlamak, satır çizgilerine harfleri özenle denk getirmeye çalışarak, içtenlikle ve açıklıkla yazmak gerek.  Küçüklerin gözlerinden, büyüklerin ellerinden öpmek, soranlara selam göndermek gerek.   Siz de yazın..Yazacak kimseniz yok mu? Yukarıdaki bağlantıda posta adresi var.  Ne olursa, içinizden ne gelirse yazın, gönderin Arzu'ya.  Kentleşmeye, elektronikleşmeye inat, tekdüze karakterli mesajlar yerine kendinize ait, tüm yaşamınızın aynası el yazınızla mektup yazıp, postalayın.  Çok iyi gelecek.  Yazana, okuyana, dinleyene, hepimize...

Salı, Ekim 14, 2014

Kuruntu


Sevgili Günlük, (tamam sıradan oldu)

Bak ne yazmış şair..Oku da eğlen..

Yazma be şair bozuntusu
Sana mı kaldı kuruntusu
Bak çorbana daldır kepçeni
Sıyır ekmeğinle yemeğin dibini
Gerin şöyle göbeğini şişirerek
Aşure mi pişirsek diyerek
Neyine lazım düşünmek
Hak, emek, akıl diye şişinmek
Güneş yine doğar, yine batar
Senin işin yan gelip hoş geçmek.

Çarşamba, Eylül 10, 2014

Panayır Bitti




Panayır bitti.  Toparlanma, nerdeyim, nereye gidiyorum diye bakma zamanı.  Şarkı bile var..Topladım dağılan kalbimin heeeer köşşesini..

Pazartesi, Eylül 01, 2014

Böyle


Not etmişim beğenip, defterlerimi karıştırırken buldum...

Dallarımda güneşler, ışıl ışıl
Yapraklarım, şeftalilerimin pembesine karışır damar damar
Kirazlarım şaşkın, çiçeklenirler durduk yere
Uzanıp bir limon koparsam kulağımın hemen üstünden
Kıskanır üzümlerim
Adını bilmediklerim
Yetiştirip büyüttüklerim
Tatlı, leziz, uluorta dallarımı basan
Alayı birden kıpır kıpır
Gövdemden kabuk kabuk yaş-lar,
Dökülür ben güldükçe
Halkalar eklenir gövdeme büyüdükçe
Dallarımda güneşler, ışıl ışıl
Cansuyum yürüdükçe bedenime
Dallarım yapraklarım açılır..
..açılır sonsuz gökyüzüne..

Çarşamba, Ağustos 27, 2014

Başlıksız



Sokrates ve Agathon arasındaki dialogdan ufak bir bölüm:

Yenilip içilen sonrada uzun sohbetler edilen akşamlardan birine biraz geciken Sokrates'i Agathon karşılar:
-Buraya gel Sokrates.  Yanıma yerleş de komşuların avlusunda içine doğan hikmet bir dokunuşta bana geçsin.  Herhalde birşeyler yakaladın, yoksa kolay kolay ayrılmazdın oradan.
-Ah, ne iyi olurdu Agathon, demiş Sokrates.  İki insan birbirine dokununca, bilgi, dolu olandan boş olana akabilseydi! Tıpkı iki çanaktaki suyun bir yün ipliği ile çok doludan az doluya aktığı gibi.
Platon (Şölen-Dostluk sf.8)

Güzel olurdu tabii.."Öyle sanıyoruz" çoğu şeyi.  Acaba demeden "biliyoruz".  Duyulardan içeri alınan ve geçmişle ve genle allanıp pullanan seslere, görüntülere, düşüncelere göre oluşturup yargımızı, "biliyorum" diyoruz.

Neyi bilmek isterdim ve kimden öğrenmek isterdim diye düşünüyorum.  Sanırım kaplardaki suyun eşitlenmesi gibi, kendiliğinden bir denge haline gelebilmesi için, herkimden ne öğrenmem gerekiyorsa o çıkıyor hayatta karşıma.  Ancak elverdiğim kadarını öğrenip "zannettiklerimden" sakınmaya çalışıyorum.  Çok yol katettim.  Nerdeeen nereye..Hakikaten nereye?

Pazar, Ağustos 24, 2014

Karbondur Sonuçta


Çok eskiden yazmışım bu yazıyı.  Sanal sayfalara ekliyorum an itibariyle..

"Algımızın tuhaf oyunları ve ayarları, kömür ve elmasın yerlerini değiştirsek nasıl düşünceler üretirdi acaba?  İrice bir kömür parçası kolye olup hanımefendinin apak gerdanını süslerken, apartman depolarında tonlarca elmas olsa, maden ocaklarından arabalarca elmas çıkartılsa nasıl olurdu?  Elmasla ısınabilir, buhar üretebili miydik?  O bir tek kömür parçası için milyonlarca lira mı verecekti alıcısı? Toprağın çocuğu ikisi de.  Algımız değer biçmeye, sınıflandırmaya meraklı.  Hayatta kalma dürtüsünün evrildiği yer burası belki.  Elmas ısıtmaz belki ama ışıltısı göz kamaştırır.  Kömür ise yaşamsal; ısı, enerji, hareket için gerekli.  Biri kıymetli ise, diğeri de öyle.  Biri yaşamsal ise, diğeri de öyle.  Zihin, algı, düşünce, ayırmaya ve sınıflandırmaya meraklı hep...Cıvıl cıvıl bir öğrenci grubu geçiyor yanımdan ben bunları yazarken.  Neşeliler, kıpır kıpırlar.  Yanlarındaki öğretmenleri kaskatı, neşesiz, sanırım biraz da yılgın.  Çocuklara bağırıyor bir tanesi: "Susun!".  Biran için susuyorlar çocuklar.  Neyse ki biran için.  Ufaktan başlıyorlar yine kaynaşmaya.  Hiçbirşey yapamasa sallanıyor yerinde birkaçı.  Servisleri geldi, gidiyorlar.  Kaskatı öğretmenleri hala kaskatı.  Neşesiz.  Çocuklar cıvıl cıvıl.  Uyumayın, hep uyanık kalın, olduğunuz gibi, mükemmel özünüzle, hep güçlü, yaşam enerjisi serbestçe bedeninizde gezer halde.  Hep sakin bir uyanıklıkla, gözleriniz kapalı dahi olsa, algınız sonsuz açıklıkta ve birleştirici olsun.  İçlerindeki ışıltı elmasın parklaklığında ve kömürün gücünde olsun."  

Pazartesi, Ağustos 04, 2014

Rastgele Özlü Sözün Söz Ettiği

Oscar Wilde demiş ki: "İyi yetiştirilmiş olmak, büyük bir ayak bağıdır günümüzde.  O kadar çok şeyin dışında bırakıyor ki insanı.."
Kiminle konuşmuştum şimdi hatırlamıyorum ama sokak dilini bilmeyen, dünyadan habersiz yetişen çok iyi okullarda okuyup hayatı tanımayan gençlerden bahsedip, bir de üzerine bir bilgi yarışmasında hemen bilinebilecek bir sokak jargonuna ait sözü bilemeyen gençten dert yanan kişinin hakkı var.  Bilmeyebiliyorlar sokakta ne oluyor, nasıl konuşuluyor, sokağın kendine has adap kuralları neler..Sadece sokak değil mesele. Hayat, okulda öğretilen teorik bilgiden ibaret olmadığı gibi, dinamik ve sürekli akan, değişen bir yapıda.  Sabit ders kitapları bu hıza erişemeyeceği gibi, sınırları belli, kaskatı coğrafyalar gibi geliyor bana.  Elbette öğrenilmeli, rehberliğinden faydalanılmalı.  Ancak hayat uçsuz bucaksız..Deneyimlerimizle inşa ettiğimiz, eğitimi, çevre ve genetik özelliklerimizi kullanarak biraraya getirdiğimiz bir yapı.  Oscar Wilde'ın sözünü ettiği iyi eğitimden kastı, hayatı yaşayarak deneyimlemenin, hatalar yapıp ders almanın, özgün ve biricik brir yol çizmenin sonsuz olasılıklarına vurulan bir darbe olarak gördüğü olmalı.  Tam olarak katıldığımı söyleyemeyeceğim.  Ama gecenin bu vaktinde okuyunca etkilenip, birşeyler yazma hissi uyandıran bu söz, üzerinde düşünmeyi de hakediyor.  Kuzey ülkelerinden birinde, sanırım Norveç'ti, tatillerde çalışmayan gençler ayıplanırmış.  Otu samanı ayıplayan halkımın da böyle bir "ayıp" mekanizması olsa ya! Çocuklar ekran karşısında, türlü tehlikelerle başbaşa bırakılacaklarına, mesela çay bahçesinde çay dağıtsa, boncukçuda bilezik satsa, turistlere çevirmenlik, bebeklere bakıcılık, yaşlılara kitap okuyuculuk yapsa ya! Yapmayan çocuk, illede birşey için "ayıp"lanılacaksa bunun için ayıplansa ya! Yaşamın içinde, emek vererek, mücadele edip, deneyimleyerek yetişse, mezun olduğunda sudan çıkmış balığa değil, dimdik duruşuyla kolları açılmış, hayata gülümser ve gel bakalım deyip, tanıdık bir dosta sarılır gibi sarılsa hayata ya!
Hayal değil, yapılabilir.  Biraz gayret, biraz farketmek ve eğitimi sadece okul olarak düşünmemek gerek.

Pazartesi, Haziran 09, 2014

Ağaç Yaşken Eğilir Tabii de Esner Demek Daha Doğru Sanki


Haftasonu Neslihan Hocam ile Çocuk Yogası eğitimimi tamamladım.  Geçtimiz hafta da Kalp ve Kanser Hastalarına yönelik yoga eğitimi vardı.  Her ikisi de ayrı ayrı ufuk açıcı oldu.  Dolu dolu dört günden kalanları işlemek ve parlatmak için yapılacak çok şey var. Derslerde öyle çok konu başlığı vardı ki tempo hiç düşmedi.  Neslihan Hoca sadece eğitim konusu neyse onunla ilgili değil, ne sorarsanız sorun cevaplamaya vakit ayırıyor.  Sıcak bir insan, sanki hep tanışıyormuşuz gibi bir his veriyor insana.  Tanıdığıma çok mutluyum onu.  Son gün oğlum da katıldı derse.  Bildiğinden haberimin olmadığı pozları yaptı.  Oldukça da esnek.  Derste çok da eğlendi.  Hem de miniklere başka bir yaşıtı ile birlikte abilik yaptı.  Harika bir deneyim oldu onun için. 

Seçenekler sonsuz.  Niyet ne ise onu uygulayabilmek için sayısız yöntem var.  Görmek, sorumluluk almak, vermek, faydalı olabilmek, bir fark yaratabilmek için yapılabilecekler, onları bulabilmemiz için hazır bekliyor. 
Pazar sabahı bir arkadaşımla konuşuyorduk.  Harekete geçme isteğini ifade ediyor ancak sanırım bunun için yeterli itici kuvveti bulamıyordu kendi içinde.  Biraz sohbet ettikten sonra Eylülde yogaya başlamak üzere sözleştik.  O da bana duvar tenisi öğretecek.  Tabii bu arada, tatil süresince televizyonu kapat diye tavsiye vermeden de duramadım.  Oldukça vaktini alıyordu zira anladığım kadarıyla.  Umarım bu tavsiye ile haddimi aşmamışımdır ama birden çıkıverdi sözler.

Çocuk yogasının faydalarını yazacağım birkaç gün içinde.  Ağaç yaşken eğilir sözünü çok seviyorum ama eğmek fiilinde ince bir çizgi var ya.  O beni düşündürüyor.  Fazla eğmek de istenmeyen sonuçlar verebilir.  En iyisi esnetmek.  Kulak vermek sinyallere.  Eğiyorum diye can acıtmamak, zorlama ile rahat bırakma arasında bir denge aradığımız.

Fotoğraftaki oğlumun avucundaki arkadaşı.  Sanırım 4-5 yıl önce çekilmişti bu resim.  Hala gülümsüyor bana:)    

Pazar, Mayıs 25, 2014

Kimsenin Ölmediği Bir Günün Ertesiydi


Böyle bir gün olmuş mudur tarihte diye merak ediyorum..
Güzel Sanatlar ödevi için bir tiyatro oyunu izleyip hakkındaki görüşlerimizi yazmamız gerekiyordu.  Saati ve yeri bize en uygun olan oyun, Caddebostan Kültür Merkezi'ndeki, Sumru Yavrucuk'un bedenlendirdiği "Kimsenin Ölmediği Bir Günün Ertesiydi" idi.  Oyun saatini beklerken iki ayrı resim sergisi gezme fırsatı bulmak ise keyifli bir sürpriz oldu benim için.  Oyunla ilgili şunları yazmışım ödeve:

Toplumumuzda görmezden gelinen, birer birey, birer insan oldukları unutulan, hor görülen, hem bedenen hem de ruhen şiddet gören bir kesim olan transseksüellerin hayatına bir bakış olan oyunda, Umut karakteri üzerinden, yabancısı olduğumuz, aslında toplumdaki kimlikleri de sorgulamamıza, sonuca bakıp süreci yok saymamıza ve başımızı diğer yöne çevirmemize de göndermelerin yapıldığı, bir dünya ile karşılaşıyoruz.  Arz ve talep diyor Umut.  Pırıltılı giysiler içinde, en temel ihtiyacından yoksun bırakılmış bir halde sahnede karşımızda duruyor.  Annesini yıllardır hergün telefonla arıyor ve uzun uzun konuşuyor.  Telefonun diğer ucundan hiç ses gelmemesine rağmen, sadece anlatıyor.  Sessizlik de olsa bulduğu, kendi özü ile ilgili biricik bağı da koparmak istemiyor, annesinin sessizliğine tutunuyor. Hepimiz gibi sevilmek istiyor.  “İnsanın ruhu annesidir” diyor.  Ses vermese de, bir zamanlar kokusunu içine çektiği, şefkatle kabul gördüğü çocukluğuyla tek bağ bu tek yönlü görüşmeler. 

Yaşadıklarından kesitler var her bir anlattığı hikayede.  Yabancısı olduğumuz bu dünyanın terimleri de farklı.  Gizli kodları var sanki.  Raconu var.  Ama herşeye rağmen inadına özgürlük, inadına direniş var.  Hor gördüklerimiz her kim ise, yaratıcıları,besleyicileri talep edenleri, yardım eli uzatmayanları bizleriz.  İnsanlık onurunun herkese bahşedildiğini, kimsenin kimseyi ayıplama, küçümseme hakkı olmadığını unuttuğumuzu hatırlatıyor bize oyun.  Sumru Yavrucuk, tek kişi ile kalabalık bir sahne yaratıyor.  Düşündürüyor, ağlatıyor, hatırlatıyor.  Duymak, görmek ve hissetmek isteyene..   

Bu kadar..  

Pazartesi, Mayıs 12, 2014

...


Dün..Yaşadığım..En özel..Anneler Günü..Hatta..En özel..Gündü..Artık genç bir kızın annesi olarak; dün bana yazdığı notları okumak, sözleriyle taçlanmak, kardeşiyle birlikte bana sarılmaları, tarifi zor, unutulması imkansız anlar yaşattı bana.  Gözlerimin önünde gelişen serpilen rengarenk narin ama güçlü bir fidan gibi yetişmesini izliyorum.  Bazen karıştırıyorum, o mu beni büyütüyor, ben mi onu diye.  Şükredebilmenin tüm güzelliğini, iç ferahlığını, huzurunu, sakinliğini öğretiyor bana.  Benim için söyledikleri, kendi iç ışığının hüzmeleri. Seni seviyorum demek anlamsızlaşıyor, yetmiyor anlatmaya, göğüs kafesimden taşıyor yaşattıkların.  İyi ki birbirimizi bulmuşuz, iyi ki benim kızım olmuşsun..Sonsuz teşekkürler sana.  

Pazartesi, Mayıs 05, 2014

Taşlar


Felsefe finalleri yaklaşıyor hızla.  Ay sonuna kadar dersleri toparlamam, tekrar için de vakit ayırmam gerek.  Güzel sanatlar ödevi için bir tiyatro oyunu görüp, rapor halinde izlenimlerimi yazmam gerekiyor.  Önerisi olan?

Taşlar mı? Bana sıcacık, uçsuz bucaksız bir sahilden hatıra olmaları sebebiyle burdalar.  Gözlerimi kapatıp, güneşi yüzümde, sıcacık taşları ayaklarımın altında hissettiğim anın, kısa yoldan anımsatıcıları onlar.
 

Pazar, Mart 23, 2014

Bugün İçimden Gelen..

Neyi reddedersen et, onu başka bir yere koymak zorunda kalacaksın.  Onu başka birisinin üzerine yansıtacaksın.  Reddedilen kısım, bir yansımaya dönüşecektir.  Hiçbirşeyi ayıplama.  Aksine, onu kullan.  Herhangi bir şeye karşı olma.  Nasıl kullanılabileceğinin ve dönüştürülebileceğinin yollarını ara.
Osho