Çarşamba, Ağustos 27, 2014

Başlıksız



Sokrates ve Agathon arasındaki dialogdan ufak bir bölüm:

Yenilip içilen sonrada uzun sohbetler edilen akşamlardan birine biraz geciken Sokrates'i Agathon karşılar:
-Buraya gel Sokrates.  Yanıma yerleş de komşuların avlusunda içine doğan hikmet bir dokunuşta bana geçsin.  Herhalde birşeyler yakaladın, yoksa kolay kolay ayrılmazdın oradan.
-Ah, ne iyi olurdu Agathon, demiş Sokrates.  İki insan birbirine dokununca, bilgi, dolu olandan boş olana akabilseydi! Tıpkı iki çanaktaki suyun bir yün ipliği ile çok doludan az doluya aktığı gibi.
Platon (Şölen-Dostluk sf.8)

Güzel olurdu tabii.."Öyle sanıyoruz" çoğu şeyi.  Acaba demeden "biliyoruz".  Duyulardan içeri alınan ve geçmişle ve genle allanıp pullanan seslere, görüntülere, düşüncelere göre oluşturup yargımızı, "biliyorum" diyoruz.

Neyi bilmek isterdim ve kimden öğrenmek isterdim diye düşünüyorum.  Sanırım kaplardaki suyun eşitlenmesi gibi, kendiliğinden bir denge haline gelebilmesi için, herkimden ne öğrenmem gerekiyorsa o çıkıyor hayatta karşıma.  Ancak elverdiğim kadarını öğrenip "zannettiklerimden" sakınmaya çalışıyorum.  Çok yol katettim.  Nerdeeen nereye..Hakikaten nereye?

Pazar, Ağustos 24, 2014

Karbondur Sonuçta


Çok eskiden yazmışım bu yazıyı.  Sanal sayfalara ekliyorum an itibariyle..

"Algımızın tuhaf oyunları ve ayarları, kömür ve elmasın yerlerini değiştirsek nasıl düşünceler üretirdi acaba?  İrice bir kömür parçası kolye olup hanımefendinin apak gerdanını süslerken, apartman depolarında tonlarca elmas olsa, maden ocaklarından arabalarca elmas çıkartılsa nasıl olurdu?  Elmasla ısınabilir, buhar üretebili miydik?  O bir tek kömür parçası için milyonlarca lira mı verecekti alıcısı? Toprağın çocuğu ikisi de.  Algımız değer biçmeye, sınıflandırmaya meraklı.  Hayatta kalma dürtüsünün evrildiği yer burası belki.  Elmas ısıtmaz belki ama ışıltısı göz kamaştırır.  Kömür ise yaşamsal; ısı, enerji, hareket için gerekli.  Biri kıymetli ise, diğeri de öyle.  Biri yaşamsal ise, diğeri de öyle.  Zihin, algı, düşünce, ayırmaya ve sınıflandırmaya meraklı hep...Cıvıl cıvıl bir öğrenci grubu geçiyor yanımdan ben bunları yazarken.  Neşeliler, kıpır kıpırlar.  Yanlarındaki öğretmenleri kaskatı, neşesiz, sanırım biraz da yılgın.  Çocuklara bağırıyor bir tanesi: "Susun!".  Biran için susuyorlar çocuklar.  Neyse ki biran için.  Ufaktan başlıyorlar yine kaynaşmaya.  Hiçbirşey yapamasa sallanıyor yerinde birkaçı.  Servisleri geldi, gidiyorlar.  Kaskatı öğretmenleri hala kaskatı.  Neşesiz.  Çocuklar cıvıl cıvıl.  Uyumayın, hep uyanık kalın, olduğunuz gibi, mükemmel özünüzle, hep güçlü, yaşam enerjisi serbestçe bedeninizde gezer halde.  Hep sakin bir uyanıklıkla, gözleriniz kapalı dahi olsa, algınız sonsuz açıklıkta ve birleştirici olsun.  İçlerindeki ışıltı elmasın parklaklığında ve kömürün gücünde olsun."  

Pazartesi, Ağustos 04, 2014

Rastgele Özlü Sözün Söz Ettiği

Oscar Wilde demiş ki: "İyi yetiştirilmiş olmak, büyük bir ayak bağıdır günümüzde.  O kadar çok şeyin dışında bırakıyor ki insanı.."
Kiminle konuşmuştum şimdi hatırlamıyorum ama sokak dilini bilmeyen, dünyadan habersiz yetişen çok iyi okullarda okuyup hayatı tanımayan gençlerden bahsedip, bir de üzerine bir bilgi yarışmasında hemen bilinebilecek bir sokak jargonuna ait sözü bilemeyen gençten dert yanan kişinin hakkı var.  Bilmeyebiliyorlar sokakta ne oluyor, nasıl konuşuluyor, sokağın kendine has adap kuralları neler..Sadece sokak değil mesele. Hayat, okulda öğretilen teorik bilgiden ibaret olmadığı gibi, dinamik ve sürekli akan, değişen bir yapıda.  Sabit ders kitapları bu hıza erişemeyeceği gibi, sınırları belli, kaskatı coğrafyalar gibi geliyor bana.  Elbette öğrenilmeli, rehberliğinden faydalanılmalı.  Ancak hayat uçsuz bucaksız..Deneyimlerimizle inşa ettiğimiz, eğitimi, çevre ve genetik özelliklerimizi kullanarak biraraya getirdiğimiz bir yapı.  Oscar Wilde'ın sözünü ettiği iyi eğitimden kastı, hayatı yaşayarak deneyimlemenin, hatalar yapıp ders almanın, özgün ve biricik brir yol çizmenin sonsuz olasılıklarına vurulan bir darbe olarak gördüğü olmalı.  Tam olarak katıldığımı söyleyemeyeceğim.  Ama gecenin bu vaktinde okuyunca etkilenip, birşeyler yazma hissi uyandıran bu söz, üzerinde düşünmeyi de hakediyor.  Kuzey ülkelerinden birinde, sanırım Norveç'ti, tatillerde çalışmayan gençler ayıplanırmış.  Otu samanı ayıplayan halkımın da böyle bir "ayıp" mekanizması olsa ya! Çocuklar ekran karşısında, türlü tehlikelerle başbaşa bırakılacaklarına, mesela çay bahçesinde çay dağıtsa, boncukçuda bilezik satsa, turistlere çevirmenlik, bebeklere bakıcılık, yaşlılara kitap okuyuculuk yapsa ya! Yapmayan çocuk, illede birşey için "ayıp"lanılacaksa bunun için ayıplansa ya! Yaşamın içinde, emek vererek, mücadele edip, deneyimleyerek yetişse, mezun olduğunda sudan çıkmış balığa değil, dimdik duruşuyla kolları açılmış, hayata gülümser ve gel bakalım deyip, tanıdık bir dosta sarılır gibi sarılsa hayata ya!
Hayal değil, yapılabilir.  Biraz gayret, biraz farketmek ve eğitimi sadece okul olarak düşünmemek gerek.