Beyaz duvarların beni neden bu kadar etkilediğini bilmiyorum. Ama ne zaman bir dergide duvarları bembeyaz, pencereleri sonuna kadar açık, belki belli belirsiz bir esintinin elinde hafifçe kımıldayan perdeleri ve illaki bir bahçeye açılan veranda kapısı olan bir ev fotoğrafı görsem, dakikalarca burada kalıp, içinde kimlerin yaşadığını bilmediğim bu mekandan bir türlü ayrılmak istemiyorum. Hele bu duvarlara rengarenk yastıklar, fazla ben burdayım demeyen bir kilim, rahat ve açık renk koltuklar, bir kitaplık eşlik ediyorsa, bir de bahçenin görebildiğim kadarında ayakları beyaz, işlemeli keten örtülü, ferforje bir masanın üzerinde sarı, turuncu ve kırmızı iri çiçeklerin olduğu bir vazo da varsa, mekan benim için daha da çekici olur. Zaman, akşamüstü ya da sabahın henüz sıcak inmemiş saatleridir. Etrafta yalınayak gezinilir, veranda biraz önce yıkanmış, serin, tertemiz, işil ışıldır. Hafif bir müzik de çalabilir ama çok gerekli değildir. İllaki limon kokusu olmalıdır. Akşam ise melisalar parfümleriyle baş döndürmelidir.
Beyaz boyalı duvarlar ferahlık, açıklık, kesintisizlik hissi veriyorlar bana. Bu yüzden etkileniyorum sanırım. Önünde, yanında, üstünde her ne varsa, olduğu gibi ve apaçık ve kendisi gibi görmemizi sağlıyor beyaz duvarlar. Herhangi bir dekorasyon oyununa gelmeden, kusur saklamadan ya da dedorun bir parçası olmadan, en ana satıh oluveriyorlar. Neyse o. Güven veriyor. Türlü oyunlara da izin veriyor. Her renkle kullanım serbest. Üç ana rengin birleşimi olduğundan sebep, her türlü rengi içinde barındırıp, uyum sağlayabiliyor yavru renklere. Anaç da yani. En çok toprak rengi ve tonlarıyla, bir de göyüzünün hertürlü rengiyle yakışıyorlar birbirlerine sanki.
Çocukluğumdan kalma bir histir belki. Çok hoşuma gidiyor işte.
Pazartesi, Ocak 23, 2012
Pazartesi, Ocak 16, 2012
Cuma, Ocak 06, 2012
Yani..
Yeni senenin hızla başlayıp, bir de üstüne 6. gününe bile gelmiş olması, kışı da atlatırız artık hissi uyandırıyor bende. Hastalık, aksırık, tıksırık, kusma ve benzeri sağlıksızlık halleri moral bozucu olsa da, kışın ardından bahar geliyordu değil mi? Hertürlü bağışıklık desteğine devam.
Dün, İçinde Yaşadığım Deri filmine gittim. Onca aksiyon filmi varken, hoş bir seyirlik filmler varken rahatsız edici olanı neden seçtim? Yok, çok da rahatsız olmadım, filmdeki özgün fikirler ilgimi bile çekti. Banderas'a saygı duydum. Tüm oyuncular şahaneydi. Asıl alkış yönetmene olmalı tabii. Yine de Görevimiz Tehlike daha iyi bir seçim olurdu. Bu akşam kızım tiyatroya, biz ise sinemaya gidiyoruz. Şerlok Holmz, bekle bizi geliyoruz.
Bugün, ikinci kez aşure yaptım. Evet, evet! Hiç de korktuğum gibi zor değilmiş ve ikincisinde tarife bile bakmayıp, ben oldum artık, göz kararı bile yaparım aşureyi havalarındaydım. Aşure yapmanın bu kadar hoş bir his olduğunu bilmiyordum doğrusu. Site hayatında kimse kimseyi tanımaz hallerinde aşure dağıtan pek olmuyor. Ama dün, beni aşure dağıtırken görmüş ve canı çekmiş bir komşu(m), aşure yapıp getirmiş. Ben dördüncü katta oturuyorum, sizi görmüştüm de, canım çok çekmişti diye çat kapı aşure getirdi. İsmini de söyledi ama anlayamadım, sadece çok canayakın biri idi ve sanırım yeni bir komşum oldu. Bir bardak buğdaydan, biraz fasulye ve nohuttan, mis gibi sakız ve portakal rendesinden, dağlar kadar, tabak tabak tatlılar çıkması tek kelime ile büyüleyici. Hele üzerini süslemek..Önce biraz kabuklaşmasını bekleyip, süslemelerin ağırlığını taşıyacak kıvama gelmesi yüzeyin, sonra sırayla, keyifle, artık evde ne varsa, kavrulmuş susam, dolmalık fıstık, ceviz, kuru dut, badem, fındık, minik minik kesilmiş hurma ve incir, kuru kara üzüm ve mücevher gibi ışıl ışıl nar taneleri. Nefis bir görüntü. Bu kadar karman çorman lezzetin biraraya gelip kendine has bir tad yaratması da ayrı bir şaşırtıcı durum benim için. Aşure ayı bitti galiba ama arada sırada yapamazsın diye bir kural yok iyi ki. İşin başka bir boyutu da, aynı malzemelerle ve belki de aynı sıra ile yapılsa da, herkesin yaptığı aşurenin farklı olması. Hayat gibi. Malzemelerle ne yapacağımız ve ortaya lezzetli birşeylerin çıkıp çıkmayacağı kişiden kişiye değişiyor. Şans, tecrübe, istek, yetenek, çalışma, azim, merak, yardımlaşma, deneme yanılma, yanılıp yılmama..Hepsi de etkili sonuca. Aşureden nereye geldik? Burdan nereye gideriz? Kim bilebilir ki.
Yani, şaşırmaya devam.
Dün, İçinde Yaşadığım Deri filmine gittim. Onca aksiyon filmi varken, hoş bir seyirlik filmler varken rahatsız edici olanı neden seçtim? Yok, çok da rahatsız olmadım, filmdeki özgün fikirler ilgimi bile çekti. Banderas'a saygı duydum. Tüm oyuncular şahaneydi. Asıl alkış yönetmene olmalı tabii. Yine de Görevimiz Tehlike daha iyi bir seçim olurdu. Bu akşam kızım tiyatroya, biz ise sinemaya gidiyoruz. Şerlok Holmz, bekle bizi geliyoruz.
Bugün, ikinci kez aşure yaptım. Evet, evet! Hiç de korktuğum gibi zor değilmiş ve ikincisinde tarife bile bakmayıp, ben oldum artık, göz kararı bile yaparım aşureyi havalarındaydım. Aşure yapmanın bu kadar hoş bir his olduğunu bilmiyordum doğrusu. Site hayatında kimse kimseyi tanımaz hallerinde aşure dağıtan pek olmuyor. Ama dün, beni aşure dağıtırken görmüş ve canı çekmiş bir komşu(m), aşure yapıp getirmiş. Ben dördüncü katta oturuyorum, sizi görmüştüm de, canım çok çekmişti diye çat kapı aşure getirdi. İsmini de söyledi ama anlayamadım, sadece çok canayakın biri idi ve sanırım yeni bir komşum oldu. Bir bardak buğdaydan, biraz fasulye ve nohuttan, mis gibi sakız ve portakal rendesinden, dağlar kadar, tabak tabak tatlılar çıkması tek kelime ile büyüleyici. Hele üzerini süslemek..Önce biraz kabuklaşmasını bekleyip, süslemelerin ağırlığını taşıyacak kıvama gelmesi yüzeyin, sonra sırayla, keyifle, artık evde ne varsa, kavrulmuş susam, dolmalık fıstık, ceviz, kuru dut, badem, fındık, minik minik kesilmiş hurma ve incir, kuru kara üzüm ve mücevher gibi ışıl ışıl nar taneleri. Nefis bir görüntü. Bu kadar karman çorman lezzetin biraraya gelip kendine has bir tad yaratması da ayrı bir şaşırtıcı durum benim için. Aşure ayı bitti galiba ama arada sırada yapamazsın diye bir kural yok iyi ki. İşin başka bir boyutu da, aynı malzemelerle ve belki de aynı sıra ile yapılsa da, herkesin yaptığı aşurenin farklı olması. Hayat gibi. Malzemelerle ne yapacağımız ve ortaya lezzetli birşeylerin çıkıp çıkmayacağı kişiden kişiye değişiyor. Şans, tecrübe, istek, yetenek, çalışma, azim, merak, yardımlaşma, deneme yanılma, yanılıp yılmama..Hepsi de etkili sonuca. Aşureden nereye geldik? Burdan nereye gideriz? Kim bilebilir ki.
Yani, şaşırmaya devam.
Pazar, Kasım 27, 2011
Deneme bir ki..
Sevgili günlük,
Görüsmeyeli epey oldu degil mi? Özledim yahu. Teknoloji ne harika. Dijital günlügüm blogosferde gaz ve toz bulutu halinde dönüp duruyor hala. Ugramadigimda silinmemis, küsmemis:)
Yeniden baslasak mi ne dersin?
Görüsmeyeli epey oldu degil mi? Özledim yahu. Teknoloji ne harika. Dijital günlügüm blogosferde gaz ve toz bulutu halinde dönüp duruyor hala. Ugramadigimda silinmemis, küsmemis:)
Yeniden baslasak mi ne dersin?
Cuma, Ekim 08, 2010
Sakin Günler
Okullar açıldığından beri ve hatta yaz tatiline çıktığımız günlerden beri, ofise uğramıyorum..Evdeyim..Çalışırken, çalışma hayatı olmadan yaşayamayacağımı sanıyordum, yıllarca böyle düşündüm. Öyle olmadı. Evimde ve arzu ettiğim anda evimin dışında olabilme özgürlüğü, kendi işimizde çalışırken yaşadığım geçiş döneminden sonra, sanki hep sahip olduğum bir ayrıcalıkmış gibi geldi bana. Yadırgamadım. Hatta çok sevdim. Günler benim için, önceki yıllara göre çok daha sakin geçiyor. Gün erkenden başlıyor ve gece geç vakte kadar dolu dolu geçiyor. Gün içindeki kendi kendime kaldığım zamanlar, enerji depoladığım anlar oldu şimdi. Her anlamda..Ruhen ve bedenen..Gelişmeleri kaydedtmeye devam edeceğim..
Pazartesi, Nisan 26, 2010
Öğrendikçe..

Deccal Tabakta ilginç ve çoğu yerde dine bağlantı verse de, tarafsız bir kitap. "Global"leşen dünyanın, evimize alıp götürdüğümüz, en sevdiklerimizi beslediğimiz, alışveriş filemize ve hergün midemize saldıran, masum yüzlü ancak sinsi pek çok "besin" yetiştirdiği bir çağdayız. Kitapta anlatılan "organik" bağlar inanılmaz!
Okuyup "farkında" olmak zorundayız.
Diğer konuda ise; kanseri önlemek için alınacak tedbirleri ve "farkında" olmamızı sağlayacak her türlü bilgiyi öğrenmeye çalışıyorum. Bu o kadar da kolay değil gerçi. Bilgi bolluğunda, doğru ve güvenilir olanı bulmaya çalışmak çok zor.
Benim bir cep telefonum olduğunda, üniversiteyi bitirmiş, çalışmaya başlamıştım. Şimdi ise, 10 yaşındaki kızımın sıra arkadaşının cep telefonu var. Bundan 15-20 yıl önce zararlı olduğu bilinmeyen(!) pek çok günlük hayat yardımcısı malzeme şimdi biliniyor ki, ya genetiği değiştirilmiş, ya bir sürü toksik kimyasal içeriyor, ya da radyasyon yayıyor. Yöneticilerin, ticari kaygılarla ve diretmelerle elleri kolları bağlı sanki. Demek ki iş başa düşüyor. Ancak durum o kadar da ümitsiz değil. Herşeye rağmen..
Çocuklarımızın ruhlarını nasıl beslediğimiz kadar, vücutlarını da nasıl beslediğimiz de önemli. Değişen dünyada ister istemez maruz kaldıkları tehlikeleri en aza indir(ebil)mek için"farkında" ve uyanık olmalıyız.
Bir de bu iki konuda Türkiye'deki en güvenilir sivil toplum örgütleri hangileridir ya da var mıdır öğrenebilsem..
Salı, Nisan 06, 2010
Aklına Geldiği Anda..Sonra Değil..
Çantamı, cüzdanımı, ruhsatımı, telefonumu, ıvır zıvırlarımı ve ev anahtarı almadan, kapıyı çekip çıktım bu sabah. Demek ki neymiş, bugünün (hatta bu anın) işini başka zamana bırakmayıp, ev anahtarını diğerlerinin yanına alma işini aklımdan geçtiği anda yapmalıymışım. Buraya da yazıyorum işte. Ders olsun sana annelog..
Perşembe, Nisan 01, 2010
Nasıl Bir Hediye İsterim?
Nasıl bir hediye mi isterim?
Ben hediyelerimi çoktaaaan aldım.
Pazartesi, Mart 15, 2010
Küçük Ama Önemli Bir Rol

Oyun başlamadan önce, birçok kez oğlumun bu merkeze tiyatroya geldiğini ve bir defasında da bir arkadaşının merdivenlerden yuvarlandığını hatırladım, üst kata çıkarken. Anaokulu çocukları için zorlu bir etap bu merdivenler. Başka bir çözümü, başka bir sahnesi yok mu acaba buranın? Ve neden olabileceğinden daha az bakımlı ve daha az özen gösterilmiş burası?
Salona girip kapılar kapandıktan, geç gelenlere sinir olunup, boş koltuklar için üzüldükten, e on yıldır sen nerdesin diye kendime kızıldıktan sonra, oyun başladı..
Ali Erdoğan'a televizyondan aşinayım ama sahnede ne kadar da sakin, kendinden emin, rahat..İnsanın kendi yazdığı oyunu sahnelemesi nasıl bir duygu bilemiyorum ama salon tamamen doluymuşçasına oynuyor hissi verdi bana. Yanlız kendisi değil, tüm ekip..Hikaye de çok hoştu. Rollerimiden hoşnut olabilmeyi, burnumuzun dibindekini farkedebilmeyi, eksikliklerimizin girinti ve çıkıntılarının başkalarının eksikliklerini tamamlayabileceğini ve böylece birbirimizin hayatında fark yaratabileceğimizi anlatıyordu bence. En azından bana ulaşan mesajı bu oldu oyunun. Işıltı ve ihtişamlı hayatların aksine, küçük ama önemli rollerin kahramanlarıyız hepimiz. Hüzünlü de bir aşk hikayesi aslında bence. Birlikte yaşlanamayan, belki birbirlerine ne kadar uygun olduğunu, burunlarının dibinde olmasına rağmen göremeyen iki insanın, bence, hüzünlü hikayesi..
Bizim hoşumuza gitti. Rollerimize daha bir sarıldık çıkışta sanki.
Oyundan bir iki gün sonra, çok sevdiğim birini kaybettim. Aslında, ani ayrılış haberini alana kadar, benim için ne kadar kıymetli olduğunu anlayamadığımı, hayatımdaki, küçük ama önemli rolünü geç farkettiğim bir insanın, ölümüne inanmak çok zor geldi. Hatta, hala birazdan çıkıp gelecekmiş gibi..
Çok geç..
Çarşamba, Mart 03, 2010
Güvenlik Sorunu
Dün akşam okuldan dönerken;
-Anne, hırsızlar kameraların görmediği yerden gelirse noolur?
(Hoppalaaa..Hırsız meselesi nerden çıktı biir, korkutmadan ve inandırıcı cevap saniyenin onda birinde nasıl düşünülür ikiii..)
-E şey..Aslında birşey olmaz (hadi canım, daha iyisini düşünebilirdim!). Kameraların görmediği yerden girerse güvenlik görevlileri olur, onlar engellerler.
-Ya görevliler de görmeden girerse?
(yok, sarpa sarıyor bu iş..)
-O zaman da polisler var, sürekli güvenliği sağlamak için dolaşıyorlar..
-...
Yok olmadı, ikna edemedim..Neyse ki eve geliyoruz bu arada..Tam kapıya doğru ilerlerken:
-Hırsızlar ne renk giyer anne?
-Koyu renk giyerler herhalde..
-Neden hırsız olurlar?
(Giderek zorlaşıyor..Acil yardım gerek bana!)
-Sanırım okula gitmedikleri için canım..Okuyup öğrenmedikleri için galiba..
Kapı açılıyor neyse ki..
-Aaa anneanne gelmiiiiiş..
(ohhh derin bir nefes..)
Nerden çıktı bu hırsız meselesi bilmiyorum ama benim de aklımı kurcalayan sorular bunlar..Tam olarak bilmediğimi de daha iyi belli edemezdim herhalde..
Bu sabah işe gelirken yolda işsizlik rakamlarının geldiği ve gelebileceği boyutlardan bahsediliyordu. Sunucu ilginç bir bilgi verdi. En az işsizlik yaşanan sektör, güvenlik sektörüymüş. İşsizlik oranı sadece %1,6 imiş..İşi gücü, amacı, aşı, ailesi, kendine ve topluma saygısı azaldıkdıkça bireylerin, güvenlik elemanlarını gerektirecek bir tedirginlik ve güvensizlik salgını mı başlatıyorlar acaba toplumda? Kendi insanımızdan korkar, iş verip çalıştıramadıklarımızdan korunmak için güvenlik elemanı tutar hale mi geldik acaba?
Gerçekten kameraların görmediği yerden girip, iç huzurumuzu çalar mı hırsızlar?
-Anne, hırsızlar kameraların görmediği yerden gelirse noolur?
(Hoppalaaa..Hırsız meselesi nerden çıktı biir, korkutmadan ve inandırıcı cevap saniyenin onda birinde nasıl düşünülür ikiii..)
-E şey..Aslında birşey olmaz (hadi canım, daha iyisini düşünebilirdim!). Kameraların görmediği yerden girerse güvenlik görevlileri olur, onlar engellerler.
-Ya görevliler de görmeden girerse?
(yok, sarpa sarıyor bu iş..)
-O zaman da polisler var, sürekli güvenliği sağlamak için dolaşıyorlar..
-...
Yok olmadı, ikna edemedim..Neyse ki eve geliyoruz bu arada..Tam kapıya doğru ilerlerken:
-Hırsızlar ne renk giyer anne?
-Koyu renk giyerler herhalde..
-Neden hırsız olurlar?
(Giderek zorlaşıyor..Acil yardım gerek bana!)
-Sanırım okula gitmedikleri için canım..Okuyup öğrenmedikleri için galiba..
Kapı açılıyor neyse ki..
-Aaa anneanne gelmiiiiiş..
(ohhh derin bir nefes..)
Nerden çıktı bu hırsız meselesi bilmiyorum ama benim de aklımı kurcalayan sorular bunlar..Tam olarak bilmediğimi de daha iyi belli edemezdim herhalde..
Bu sabah işe gelirken yolda işsizlik rakamlarının geldiği ve gelebileceği boyutlardan bahsediliyordu. Sunucu ilginç bir bilgi verdi. En az işsizlik yaşanan sektör, güvenlik sektörüymüş. İşsizlik oranı sadece %1,6 imiş..İşi gücü, amacı, aşı, ailesi, kendine ve topluma saygısı azaldıkdıkça bireylerin, güvenlik elemanlarını gerektirecek bir tedirginlik ve güvensizlik salgını mı başlatıyorlar acaba toplumda? Kendi insanımızdan korkar, iş verip çalıştıramadıklarımızdan korunmak için güvenlik elemanı tutar hale mi geldik acaba?
Gerçekten kameraların görmediği yerden girip, iç huzurumuzu çalar mı hırsızlar?
Perşembe, Şubat 25, 2010
Erken Ergen
Ergenlik nedir ne değildir diye kafa yoruyorum bu aralar. Ben ve yaşıtlarımın daha önce geçtiği ama haritası çıkarılmamış bir dönem benim için ergenlik. Geriye dönüp bakınca ve bu konuda kitaplar okudukça, nasıl olmuş da yetişkinliğe en az zararla(?) ulaşabilmişim şaşıyorum..Bu konuda okumayı bıraksam mı diye de ciddi ciddi düşünüyorum..Şey gibi..Hani şu aralar hepimizde bir haberleri izlememe dinlememe sendromu var ya, onun gibi..Dinledikçe endişeleniyoruz hatta akıl sağlığımız tehlikeye giriyor ya, ergenlikle ilgili de aynı hisler var içimde. Çok mu ağır oldu bu benzetme? Belki..10 yaş ergenlik için erken bir yaş, ön ergenlik deniyor. Ama ileride olabileceklerin ufak sinyallerini veriyor yine de. Anne baba için de prova dönemi, sabır sınama ve katsayı yükseltme antremanı dönemi galiba.
Ülkede olup bitenler bir yandan tepemizde kocaman soru işaretler ile dolaşmamızı sağlarken, bir yandan da hayat devam ediyor.
Tüm radyoları, televizyonları, kitapları, gazeteleri, dergileri, interneti elimizin tersiyle bir kenara itseydik, daha mı güzel olurdu herşey? Gelecekle ilgili endişeler azalır mıydı? Matrix'de ispiyoncu karakterin dediği gibi, cehalet mutluluk mudur?
Uyumak istiyorum..
Ülkede olup bitenler bir yandan tepemizde kocaman soru işaretler ile dolaşmamızı sağlarken, bir yandan da hayat devam ediyor.
Tüm radyoları, televizyonları, kitapları, gazeteleri, dergileri, interneti elimizin tersiyle bir kenara itseydik, daha mı güzel olurdu herşey? Gelecekle ilgili endişeler azalır mıydı? Matrix'de ispiyoncu karakterin dediği gibi, cehalet mutluluk mudur?
Uyumak istiyorum..
Perşembe, Ağustos 27, 2009
91.0
Keşfettiğimden beri pek memnun ve mesut dinler oldum bu kanalı. Meğer ne uzun zamandır dinlememişim bu güzel şarkıları..Siyah beyaz tek tabanca TRT yıllarında kulağım alışmış olmalı, şimdi tekrar duyunca hem ne kadar çok şarkı hatırladığıma hem de ne kadar uzun zamandır bunları dinlemediğime şaşırıp kalıyorum! Bir süredir CD topluyordum zaten ama pek pratik olmuyordu. Hem radyoda bir sonraki şarkı hep sürpriz oluyor. Bayıldım..Bayıldım!
Çok küçükken anneannemin, sonradan eskiciyi şenlendiren ve hala verilmelerine müthiş üzüldüğüm pikap ve plakları vardı. Annemin veya dayımın mıydı bilmiyorum ancak anneannemin sabahlıklarından kıyafetler yapıp, bu plaklarla pleybek yapmaya bayılırdım. Taa o zamandan kalma şarkılar çalıyorlar bu kanalda. Geçenlerde çocuklar arabada iken de açıktı kanal ve bir itiraz gelmedi. Güzel..Usul usul dinletmeye devam edebilirim bu durumda.
Teşekkürler Radyo Alaturka..
Çok küçükken anneannemin, sonradan eskiciyi şenlendiren ve hala verilmelerine müthiş üzüldüğüm pikap ve plakları vardı. Annemin veya dayımın mıydı bilmiyorum ancak anneannemin sabahlıklarından kıyafetler yapıp, bu plaklarla pleybek yapmaya bayılırdım. Taa o zamandan kalma şarkılar çalıyorlar bu kanalda. Geçenlerde çocuklar arabada iken de açıktı kanal ve bir itiraz gelmedi. Güzel..Usul usul dinletmeye devam edebilirim bu durumda.
Teşekkürler Radyo Alaturka..
Salı, Ağustos 18, 2009
Hızzzzz...
Biraz önce hiç kullanmamayı umarak, sağlık sigortası poliçemizi onayladım. Sadece yatarak tedavi için. En son çocukların doğumlarında vardı sağlık sigortamız. Şimdi yeniden yaptıralım istedik. Hem yılda bir kez çekap da yaptırabilelim diye. Artık evde de, tıpkı ofisteki gibi bir dosyalama sistemi tutturmak lazım. Okuldan gelen yazılar, poliçeler, faturalar, site yönetiminden duyurular, tahliller, doktor kontrolleri, vs, vs..Evde daha çok vakit geçirmeye başladığımdan beri, ne çok evrak olduğunu farkedip şaşırıyorum. Bunları takip etmek, daha önce neydi şimdi nasıl diye incelemek, kaybetmemek de başlı başına bir iş. Düzen gerektiriyor. Hele benim gibi hafızası oldukça kaygan bir kişi, dosyalama olmadan yaşıyamıyor. Sanırım yakında evi de ofise çevireceğim. Ama ofisi de eve çevirip, bilgisayar ve yazıcıların üstüne dantel örtmesem iyi olur tabi..
Hayat hızlı demiştim. Sigorta poliçesindeki teminatları okurken hayatın bir miktar yavaşlaması gerektiğini hissettim. Zira yüklendiğimiz herşey, bizi durdurulması daha da zorlaşan ağır araçlara döndürüyor ve sınırlı zamanımız olduğunu unutuyoruz. Basitliği hatırlamak gerek sıkça.
Daha basit. Daha az. Daha da sade..
Dün NG kanalında Kardelenlerin belgeseli vardı. Ortasında yakaladım, bir dahakine tamamını seyretmek istiyorum. Müthiş bir proje. Yönderlik programından haberdar değildim mesela. Boğazımız düğüm düğüm seyrettik belgeseli. Akıl listeme yazdım. Mutlaka, birşekilde, katkıda bulunacağım.
Okulların açılmasına az kaldı. Bizimki erken açılıyor. Kızımdan daha heyecanlıyım. Yeni okulu benden çok daha olgun ve soğukkanlı karşıladı. Oğlum da artık okul açılsın diye isyan ediyor. Halbuki gün içinde mutlaka arkadaşlarından biri ile oynuyor oluyor, kimse yoksa zaten en iyi oyun arkadaşı (anneannesi) onu hiç yanlız bırakmıyor. Yine de okulu özlemesi çok güzel.
Bu yıl okullarına yakın olacağız. Onlar yol gideceğine biz gidip gelelim dedik. Bakalım nasıl olacak.
Oğlumun soruları epey terletiyor beni bu aralar. Müthiş bir merakı var ve inanılmaz isabetli sorular soruyor. Rakam ve harflere de ilgisi arttı. Hatta, asetat kalemi ile duvarlarına irice bu ilgisini aktarmış geçen gün! Çok da hoşuma gitti yaptıkları ama söylemedim. Odası boyanmadan önce istediği gibi duvarlara yazı yazabileceğini söyledim sadece. Ufak bir ceza da aldı tabii.
Kızım ise beni büyülüyor hergün.
Şimdilik bu kadar sevgili günlükçüm.
Sevidm bunu..Sevgili günlükçüm. Başka bloglarda okumuştum ama kullanmamıştım hiç. Hoşuma gitti.
Pazartesi, Haziran 29, 2009
Tatil Hazırlıkları
Çarşamba günü yolcuyuz..Valizler fırsat buldukça doldurulmak üzere, ortalıkta öylece duruyorlar, şimdiden 3 tane ettiler, bakalım kaçla tamamlayacağız. Her seferinde fazla birşey götürmeyeceğim diye başlayıp, e bu da giyilir, bu da yedek olsun diye diye, gitgide şişen valizlerin durumu bu yıl da farklı değil. Güneş kremleri, ateş düşürücüler, kamera ve şarjı, şapkalar, gözlükler, hikaye kitapları, boya kalemleri ve daha birkaç madde daha, aman bunları koymayı sakın unutma listemdeler.
Çocuklar çok heyecanlılar gidecekleri için..Bu yıl pazardan alınan civcivlere ilave olan bir de tavşan alma niyetimiz var. Eve dönerken bırakacak bir yer bulursak alacağız. Civcivleri, kümesi olan bir tanıdığımıza bırakıyoruz tatil sonunda ama, tavşan heryeri kemirip pisleteceği için kabul etmeyebilirler. Bakacağız artık..Geçen yıl kızım civcivine "Pamuk", oğlum da "Power Ranger" ismini vermişti. Power Ranger ismiyle tezat şekilde, sürekli miskin miskin otururken, Pamuk'u zaptetmekte epey zorlandık. Organik tarım bahçemiz de bu yılki ilk mahsullerini vermeye başlamış bile. Arada uğrayıp bahçeyi çapalayan, sulayıp temizleyen çok tatlı yerli bir çift var ve ilerlemiş yaşları onları birbirlerine daha da düşkün yapmış olmalı ki, hep birlikteler, her işi beraber yapıyorlar. Son derece sevimliler. Annem de rahat ediyor, bahçe ve ev emin ellerde diye..Sabahları kahvaltı için biber ve domates toplamak müthiş keyifli. Bu kadar mı çıtırdar bir biber! İnanılır gibi değil. Yerli domates diktirdi bu yıl annem..Çok daha lezzetli oluyorlar. Ve mis kokulu tabii.
İlk beş gün babamız yanımızda olacak, sonraki oniki gün ise yok. Benim ve kızımın arkadaşları gelip kalacaklar arada. Eğlenceli olacak.
Anneannem eskisi gibi sağlıklı değil, çok çöktü. Birlikte gidiyoruz tatile ama o herhalde kızkardeşine geçer, onunla kalır bir süre. Dün pazara götürdüm, çok hoşuna gitti, hava da sıcaktı gerçi ama dinlene dinlene gezdik, tişört karıştırdık, ucuza çanta alıp sevindik. Firil firil elbiseler aldık ona. Habire bana da birşeyler almaya çalıştı. Zor durdurdum. Birara şimşekler çaktı, bulut kapladı ortalığı da hava ferahladı. Daha rahat gezdik böylece. Pazarcıların şansına yağmur yağmadı. Eve dönerken biraz ferahlamış, rahatlamıştı. Ben de..Yaşlılık ne zormuş görüyorum hayretle. Biraz neşelendirmeye çalışsam da, gözlerindeki hüznü silemiyorum bir türlü. Az zamanım kaldı diyor. Vaktimi bekliyorum diyor. Uykularım kaçıyor. Çocukluğumdan hafızamda kalan nefis bir anım var. Herhalde 5-6 yaşlarındaydım. İzmir'de oturuyorduk. Anneannem birgün beni Bornova'da fakültelerin arka taraflarında, yemyeşil ağaçlık bir yerlerde, inanılmaz güzellikte ve o zaman bana sonsuzmuş gibi görünen bir papatya tarlasına götürmüştü. Sanırım bir de tren yolu geçmiştik. Yanımızda yiyecek de vardı galiba. İri iri, upuzun papatyalar arasında, güneşli bir ilkbahar gününde, sanırım daha önce hiç olmadığım kadar mutluydum! Anneannemin bana papatyadan taç yaptığını da bugünmüş gibi hatırlıyorum. Minicik pikniğimizden aklımda kalan anlar, sıcacık, mutlu, müthiş huzurlu, bol güneşli ama ılık, enfes papatya denizinde ne yapacağımı şaşırmam ve çiçekten prenses tacım hala sık sık aklıma gelir. Gülümserim.
Tatil hazırlıkları başlığına uymadı bu konu ama, içimden geldi. Yazmam gerekliydi. Şimdi, yaşlanmış vücuduna bakarken anneannemin, artık yıllar olmasına rağmen, kaybettiği oğlunun acısı da birleşince, donuklaşan gözlerine biraz olsun canlılık getirmek çok önemliydi benim için. Dün çıkıp, uzun uzun pazar gezmesi yapmamız, ikimize de iyi geldi. Kolkola, ağır aksak, ama huzurlu..Onu biryerlere götürme sırası bende şimdi.
Tatilin, benim için "tatil" olacağını düşünmek gibi bir saflıkta bulunmayacağım. Mümkün olursa, akşamları sakince kitabımı okuyabilmeyi diliyorum sadece. Müthiş bir kitaba başladım. Bitince yazarım.
Dönüşte bir sürü iş beni bekliyor olacak. Şimdilik düşünmemeye çalışıyorum. Yine de plan yapmadan da, onu ordan bunu burdan diye düşünmeden de edemiyorum.
Bize şimdiden iyi tatiller..
Çocuklar çok heyecanlılar gidecekleri için..Bu yıl pazardan alınan civcivlere ilave olan bir de tavşan alma niyetimiz var. Eve dönerken bırakacak bir yer bulursak alacağız. Civcivleri, kümesi olan bir tanıdığımıza bırakıyoruz tatil sonunda ama, tavşan heryeri kemirip pisleteceği için kabul etmeyebilirler. Bakacağız artık..Geçen yıl kızım civcivine "Pamuk", oğlum da "Power Ranger" ismini vermişti. Power Ranger ismiyle tezat şekilde, sürekli miskin miskin otururken, Pamuk'u zaptetmekte epey zorlandık. Organik tarım bahçemiz de bu yılki ilk mahsullerini vermeye başlamış bile. Arada uğrayıp bahçeyi çapalayan, sulayıp temizleyen çok tatlı yerli bir çift var ve ilerlemiş yaşları onları birbirlerine daha da düşkün yapmış olmalı ki, hep birlikteler, her işi beraber yapıyorlar. Son derece sevimliler. Annem de rahat ediyor, bahçe ve ev emin ellerde diye..Sabahları kahvaltı için biber ve domates toplamak müthiş keyifli. Bu kadar mı çıtırdar bir biber! İnanılır gibi değil. Yerli domates diktirdi bu yıl annem..Çok daha lezzetli oluyorlar. Ve mis kokulu tabii.
İlk beş gün babamız yanımızda olacak, sonraki oniki gün ise yok. Benim ve kızımın arkadaşları gelip kalacaklar arada. Eğlenceli olacak.
Anneannem eskisi gibi sağlıklı değil, çok çöktü. Birlikte gidiyoruz tatile ama o herhalde kızkardeşine geçer, onunla kalır bir süre. Dün pazara götürdüm, çok hoşuna gitti, hava da sıcaktı gerçi ama dinlene dinlene gezdik, tişört karıştırdık, ucuza çanta alıp sevindik. Firil firil elbiseler aldık ona. Habire bana da birşeyler almaya çalıştı. Zor durdurdum. Birara şimşekler çaktı, bulut kapladı ortalığı da hava ferahladı. Daha rahat gezdik böylece. Pazarcıların şansına yağmur yağmadı. Eve dönerken biraz ferahlamış, rahatlamıştı. Ben de..Yaşlılık ne zormuş görüyorum hayretle. Biraz neşelendirmeye çalışsam da, gözlerindeki hüznü silemiyorum bir türlü. Az zamanım kaldı diyor. Vaktimi bekliyorum diyor. Uykularım kaçıyor. Çocukluğumdan hafızamda kalan nefis bir anım var. Herhalde 5-6 yaşlarındaydım. İzmir'de oturuyorduk. Anneannem birgün beni Bornova'da fakültelerin arka taraflarında, yemyeşil ağaçlık bir yerlerde, inanılmaz güzellikte ve o zaman bana sonsuzmuş gibi görünen bir papatya tarlasına götürmüştü. Sanırım bir de tren yolu geçmiştik. Yanımızda yiyecek de vardı galiba. İri iri, upuzun papatyalar arasında, güneşli bir ilkbahar gününde, sanırım daha önce hiç olmadığım kadar mutluydum! Anneannemin bana papatyadan taç yaptığını da bugünmüş gibi hatırlıyorum. Minicik pikniğimizden aklımda kalan anlar, sıcacık, mutlu, müthiş huzurlu, bol güneşli ama ılık, enfes papatya denizinde ne yapacağımı şaşırmam ve çiçekten prenses tacım hala sık sık aklıma gelir. Gülümserim.
Tatil hazırlıkları başlığına uymadı bu konu ama, içimden geldi. Yazmam gerekliydi. Şimdi, yaşlanmış vücuduna bakarken anneannemin, artık yıllar olmasına rağmen, kaybettiği oğlunun acısı da birleşince, donuklaşan gözlerine biraz olsun canlılık getirmek çok önemliydi benim için. Dün çıkıp, uzun uzun pazar gezmesi yapmamız, ikimize de iyi geldi. Kolkola, ağır aksak, ama huzurlu..Onu biryerlere götürme sırası bende şimdi.
Tatilin, benim için "tatil" olacağını düşünmek gibi bir saflıkta bulunmayacağım. Mümkün olursa, akşamları sakince kitabımı okuyabilmeyi diliyorum sadece. Müthiş bir kitaba başladım. Bitince yazarım.
Dönüşte bir sürü iş beni bekliyor olacak. Şimdilik düşünmemeye çalışıyorum. Yine de plan yapmadan da, onu ordan bunu burdan diye düşünmeden de edemiyorum.
Bize şimdiden iyi tatiller..
Pazartesi, Haziran 22, 2009
Cehalet Mutluluk Mudur?

Kafamızı kuma gömme zamanı değil bu çağ. Soğukkanlı olmak, bilmek, tedbir almak, aklı selim yaklaşmak gerekiyor herşeye. Kitabı özetleyecek değilim. İçimden gelmiş olmasına rağmen, okunmalı diyecek de değilim. Her bünye kaldırır mı bilemem. Kendi adıma iyi ki okudum diyebilirim sadece.
Çocuklar hızlı büyüyorlar. Geriden gelmemek gerek.
Salı, Şubat 24, 2009
Fular Günleri
Ameliyatı, doktorum ve destekleri olmasa ne yapardım dediğim ailemin ve arkadaşlarımın ilgi ve ihtimamlarıyla atlattım. Beklediğimden çok kısa sürede iyileştim ve ameliyattan çıkar çıkmaz da rahatça konuşabiliyordum. Ailenin
Cuma, Ocak 30, 2009
Hayatın Renkleri
Geçen gün annem bir itirafta bulundu. "Sen bizim zamanımızdaki anneler gibi değilsin, biz işten gelir mutfağa girerdik, sen önce çocuklarınla ilgileniyorsun, çok iyi yapıyorsun" dedi. Konuşma arasında, kendiliğinden söylenivermişte olsa, müthiş hoşuma gitti sözleri. Övmesi, beni bir konuda takdir etmesi, daha önce eleştirdiği bir konuda artık bana hak vermesi çok mutlu etti beni. Aramızdaki bağın, çocuklarımdan sonra kuvvetlendiğine inanıyorum. Sıcak ve açık bir ilişkimiz olamamıştı pek. Şartların gereği, kişilik yapıları, vesaire vesaire, çok da üzerinde durmuyorum. Önemli olan şimdi onsuz yapamayacak olmam. Desteğiyle yanımda olması, hayatımdaki en önemli renklerden biri olması önemli olan. Ufacık bir sözü içimde güneşler açtırdı. Budur aklımda ve kalbimde kalan.
Kalemlerle giriş yapıp seçimlerden bahsedecektim. Ama konu anneme geldi. Geçen gün oğluma sen benim canımdasın demişti annem, oğlum da anneannesini çok sevmesine rağmen, "ben annemin canındayım!" dedi hafif bir hiddetle. Anneanne olmak da apayrı bir duygu olsa gerek ama, kendi adıma, annenin yerini tutamıyor. Anneannemi çok sevmeme ve bende müthiş emeği olmasına rağmen, anneme karşı hissettiklerim çok daha farklı. Otuzlu yaşlarımdan çok daha önceleri bu bağı kurabilmeyi dilerdim. Ama elimde boya kalemlerim olduğunun farkına varmam epey zaman aldı. Sanırım annemin de. Neyse, kalemlere bağladım konuyu sonunda.
Ufak bir günışığı notu da kızımdan. Bir ödevi vardı, birsürü cümle var ve yanlarına doğru ise D, yanlış ise Y yazması gerekiyordu. Cümlelerden biri şöyle idi:"Okulda olan herşeyi ailemize anlatabiliriz". Bizim hatun buna D yazmış. Öğretmeni ise kırmızı kalemle d'nin üzerini çizip Y yazmış. Çok hoşuma gitti. Yani, bu cümleye D demesi. Rahat olup anlatabileceğini bilmesi. Gizlememesi. Çok şükür ki konuşuyor, biraz çekinerek de olsa anlatıyor. Öğretmeninin yorumunu ise anlayamadım. Mutlaka bir düşündüğü vardır. Ama kızım nefis bir hata yapmış bence. Tıpkı, bir ödevinde "Hırsızla karşılaştınız, aşağıdakilerden hangisini yaparsınız?" sorusuna "peşinden kovalarım" diye cevap vermesi gibi. Öğretmeni hemen altındaki şıkkı, "gidip öğretmenime haber veririm" i işaretlemiş doğru olarak. Bence de doğrusu bu ancak, eşimin de benim de çok hoşumuza gitti yanlış cevabı.
Her ikisininde ayakta durabilmeleri ve seçim yapabilmeleri için, ellerindeki kalemlerin farkında olabilmeleri çok önemli. Onlara verebileceğimiz en güzel eğitim bu sanırım. Uzun yıllar sonra değil de tam vaktinde gerekeni yapabilmeleri, zaten kontrolümüz ve gücümüz dışında olan birsürü olay varken, kendileri için sağlam seçimler yapabilmeleri önemli olan.
Bununla ilgili ufak sinyalleri veriyorlar şimdiden. Herbiri içimi ferahlatıyor. Tüm endişelerimin üzerine bir koca kova su döküyor. Yeni endişeler bulmakta üstüme yok gerçi. Sağolsunlar bizimkiler beni hoşgörüyorlar..
İyi ki varlar..
Çarşamba, Ocak 14, 2009
Kendime Kendim İle İlgili
Bu moral bozukluğu ne zaman geçecek bilmiyorum. Geçen yıl ortasından bu yana o kadar çok hastalandım, o kadar çok sağlık problemiyle karşılaştım ki, burnum aksa moralim sıfırın altına iniveriyor artık. İlk kez bu yıl vücudumda farklılıklar hissetmeye başladım. Artık çok daha çabuk yoruluyorum; beyazlarım, görünce ay ne şirin dediğim dönemi çoktan geride bırakıp, ordan burdan saçlarımda bolca görünmeye başladılar. Boyatmam diyorum şimdilik ama bilemiyorum tabii yine de. Gri saç hoşuma gidiyor ama alacalı bulacalısının da göze hitap etmeyeceği açık. Neyse..
Moralim bozuk kısaca. Şubat ayında tiroid bezim alınıyor. Şikayetlerimin çoğunun bundan kaynaklandığını düşünüyorum, doktor da söyledi gerçi. Sonrasında hayatım boyunca ilaç kullanmam gerekecekmiş. Geçen yılın başında çekapa gitmeseydim bu tiroid de ortaya çıkmayacaktı ve her geçen gün artan şikayetlerimin sebebini bilemiyor olacaktım. Bir yerde iyi oldu..Pekçok kişide varmış bu tiroid belası. Şimdilerde bizim çocuklarımız iyotlu tuz yiyorlar neyse ki, ancak bundan 30 yıl önce bizim kuşağın çocukları iyotlu tuz yemediği için, şimdi ortalıkta pekçok tiroid hastası varmış. Bu konuda nette pekçok yazı okudum. Erkeklerden ziyade kadınlarda ortaya çıkıyor. En hararetli ve hareketli hormon yapısı biz hanımlarda var zira. Ve daha önemlisi kalıtsalmış. Annemde vardı mesela. 12 yaşına gelince de kızımı kontrol ettirmem gerekiyormuş.
Doktoruma güveniyorum. Daha tanışmadan internetten hakkında pekçok şey öğrenmiştim bile. Umarım herşey yolunda gider.
Öfke patlamaları? Evet oluyor. Daha önceleri de oluyordu, ben de ne oluyor bana diyordum. Sebebi bu minik bezciklermiş. Geçecek umarım.
Ani kilo artışı, çarpıntı, deride kuruluk, vs. vs..Moral bozucu pekçok şey işte..
Şubata kadar sabretmem ve çok da endişelenmemem gerek.
Yapabilir miyim?
Moralim bozuk kısaca. Şubat ayında tiroid bezim alınıyor. Şikayetlerimin çoğunun bundan kaynaklandığını düşünüyorum, doktor da söyledi gerçi. Sonrasında hayatım boyunca ilaç kullanmam gerekecekmiş. Geçen yılın başında çekapa gitmeseydim bu tiroid de ortaya çıkmayacaktı ve her geçen gün artan şikayetlerimin sebebini bilemiyor olacaktım. Bir yerde iyi oldu..Pekçok kişide varmış bu tiroid belası. Şimdilerde bizim çocuklarımız iyotlu tuz yiyorlar neyse ki, ancak bundan 30 yıl önce bizim kuşağın çocukları iyotlu tuz yemediği için, şimdi ortalıkta pekçok tiroid hastası varmış. Bu konuda nette pekçok yazı okudum. Erkeklerden ziyade kadınlarda ortaya çıkıyor. En hararetli ve hareketli hormon yapısı biz hanımlarda var zira. Ve daha önemlisi kalıtsalmış. Annemde vardı mesela. 12 yaşına gelince de kızımı kontrol ettirmem gerekiyormuş.
Doktoruma güveniyorum. Daha tanışmadan internetten hakkında pekçok şey öğrenmiştim bile. Umarım herşey yolunda gider.
Öfke patlamaları? Evet oluyor. Daha önceleri de oluyordu, ben de ne oluyor bana diyordum. Sebebi bu minik bezciklermiş. Geçecek umarım.
Ani kilo artışı, çarpıntı, deride kuruluk, vs. vs..Moral bozucu pekçok şey işte..
Şubata kadar sabretmem ve çok da endişelenmemem gerek.
Yapabilir miyim?
Çarşamba, Aralık 24, 2008
Yuvarlak Masa Toplantıları
Birkaç haftadır her Çarşamba günü, oğlumun okulunda sekiz birbirinden farklı anne olarak, psikolojik danışman liderliğinde toplanıp, iletişim ile ilgili "yuvarlak masa" toplantıları yapıyoruz. Konuşulan konu ise "anne babalar için etkili iletişim" diye özetlenebilir. İlk başlarda bir miktar sıkılmıştım ama konular ilerledikçe, benim merak edip ilgilendiğim bölümler başladıkça, bir sonraki haftayı iple çeker oldum. Bugünün konusu "iletişimde engeller" idi mesela. Kelimeleri ne şekilde dizip, biraraya getirip, karşımızdakine ne dediğimiz, konuşmanın ne yöne gideceğinde temel belirleyici. Hal böyle olunca, öncelikle çocuklarımla, ama kaçınılmaz olarak tüm çevremle konuşmalarımda, farketmeden (tamam, bazen farkederek) yaptığım hataları görmeye başladım. Bu iyi birşey. Hataları görmek yani. Çokça da iyi yaptığım iş olduğunu, çoğu tavrımın doğru olduğunu görüp sevindim. İletişim ile ilgili kitaplar okudum ve okuyorum ama "interaktif" bir çalışma daha faydalı oluyor sanırım. Durum analizleri yapıyoruz bazen. Çeşitli sorulara cevap verirken aslında daha önceleri farketmediğimiz noktalar buluyoruz. Ve açık konuşuyoruz. Herkesi oldukça samimi ve "daha iyi" anneler olma yolunda son derece istekli ve iyi niyetli buluyorum grupta. Tabii hiç baba yok aramızda.
Bir de görüyoruz ki, herkesin sorunları var, başetme yöntemleri var ya da yok, ama bir şekilde birinin diğerine faydalı olabileceği konular çıkıyor. Parent Center'ın geçen haftalardaki konularında vardı. Mükemmel ebeveynler olmaya çalışırken hata yapmak son derece doğal. Kasılmak, üzülmek, etrafı germek, herşey mutlaka doğru olsun diye üstün didinmelere kalkışmak, keskin sirke küpüne zarar hesabı biraz. Evet daha iyi olacağız ama hataların olması da çok doğal. Hem, çok sevdiğim (ve korktuğum) yaşlı bir bilgeden öğrendiğim sözde olduğu gibi: Anne mutlu ise, herkes mutludur!
Bolca da gülünüyor bu arada. Eğitmenimiz yaşça hepimizden küçük ancak bilgili ve ilgili. Konuşurken kendine saygı duydurtmasını, kendini dinletmesini biliyor. En kıdemli anne ise benim, birkaç adım ileriden de örnekler verme, soru sorma şansım oluyor. Çok da güzel oluyor.
Bakalım haftaya neler öğreneceğiz.
Bir de görüyoruz ki, herkesin sorunları var, başetme yöntemleri var ya da yok, ama bir şekilde birinin diğerine faydalı olabileceği konular çıkıyor. Parent Center'ın geçen haftalardaki konularında vardı. Mükemmel ebeveynler olmaya çalışırken hata yapmak son derece doğal. Kasılmak, üzülmek, etrafı germek, herşey mutlaka doğru olsun diye üstün didinmelere kalkışmak, keskin sirke küpüne zarar hesabı biraz. Evet daha iyi olacağız ama hataların olması da çok doğal. Hem, çok sevdiğim (ve korktuğum) yaşlı bir bilgeden öğrendiğim sözde olduğu gibi: Anne mutlu ise, herkes mutludur!
Bolca da gülünüyor bu arada. Eğitmenimiz yaşça hepimizden küçük ancak bilgili ve ilgili. Konuşurken kendine saygı duydurtmasını, kendini dinletmesini biliyor. En kıdemli anne ise benim, birkaç adım ileriden de örnekler verme, soru sorma şansım oluyor. Çok da güzel oluyor.
Bakalım haftaya neler öğreneceğiz.
Cuma, Aralık 19, 2008
Bugün ne yazacağımı bilmeden açtım boş sayfayı. İşe de geç geldim hastayım diye. Bu sabahın rutinini babamız devraldı. Ben biraz daha uyuyup dinlenebileyim diye. Sabah saat yediye doğru uyanıp, önce ablamızı gönderdi okula. Sonra da oğluşu uyandırdı, hazırlayıp okula bıraktı. Uykumun arasında gülüşmeler, mırıltılar duydum. Herşey yolunda gitti belli ki.
Perşembe, Aralık 04, 2008
Karamsar Olmak İçin İyi Bir Gün Değil
Dün Kızılay'da sıra beklerken, susturamadığı için 3-4 yaşlarındaki kızını döven, sen benim ömrümü yedin diyen kadın..
İleride topluma salınacak, zorba ana babalar tarafından, zorla, o mükemmel özlerinden uzaklaştırılmış yüzlerce çocuk..
Karanlık yolda kasten kaldırılmış logar kapağının üstünden geçip, sağ ön lastiğimi yırtıp, bir hırsızlık ya da gasp girişiminden, hem de arabada oğlum varken, şans eseri kurtulmam..
Zincirleme olarak herşeyden "tırsar" duruma gelmem..
Misket bombasından artık çok utanıyoruz, hadi yasaklayıp aklanalım diye anlaşma hazırlayıp imzaya açılmasına rağmen, en büyük stokçu ülkelerin imza koyacaklar listesinde olmaması..
Patlamalar ve yeni ölümler..
Hindistan..
Bir türlü düzelmeyen gözlerim..
Tiroid..
İşten çıkarılanlar..
Uyuşturucu kullanma yaşının nerelere indiği..
...
...
Karamsar olmak için iyi bir gün değil, çünkü kızım doğdu bugün sekiz yıl önce.. Şeker hanımım, neşe kaynağım..
İyi ki doğdun..İyi ki varsın. Daha güzel bir yazı olsun isterdim. Sana bakarken, içim titrerken, dışarıda olanları düşünüyorum ister istemez. Akıl sağlığımı korumaya çalışıyorum, sizin için. Sakin olmaya..Düşünmemeye..Şimdi kanatlarımın altında güvendesin..Sıcacık..Kucağıma sığmasan da yavaş yavaş..
Gülüşün umudum oldu bugün..İyi ki varsın minişim..
Çarşamba, Aralık 03, 2008
Perşembe, Kasım 27, 2008
Mantı Nasıl Yapılır?
Dün okulda mantı yapmışlar! Sonra da oturup bir güzel yemişler. Bu haftanın makarna haftası olması dolayısı ile, her türlü etkinlik makarnalarla yapılıyor. Okulda eve dönerken nasıl yaptınız mantıyı bana da öğretir misin dedim oğluma. Başladı anlatmaya:
-Önce makarnayı alıyosun, içine..neydi? köfte koyuyorsun?
-kıyma mı?
-hah kıyma!
-makarnanın içine doldurup, ittiriyosun. Sonra pişiriyosuuuun.
-piştikten sonra ne yapılıyor?
-üzerine yoğurt konuyor. Bir de tarçın ve nane..
(tarçın karabiber oluyor galiba ama emin de değilim hani)
-harika! o zaman evde de hep birlikte mantı yapabiliriz, değil mi?
-yok, ben bugün yaptım, çok yoruldum.
Şef ne derse o olur tabii, mantı başka bir güne kaldı. Öğlen yemeğinde kendi yaptıkları mantıdan yemek mühtiş hoşuna gitmiş. Öğretmenleri de, almaya gittiğimde heyecanla mantı maceralarından bahsettiler hemen. Çok başarılı bulmuşlar benim küçük şefimi.
Bakalım biz ne zaman tadabileceğiz o güzel elleriyle yaptığı mantıyı? Şimdilik beklemedeyiz..
-Önce makarnayı alıyosun, içine..neydi? köfte koyuyorsun?
-kıyma mı?
-hah kıyma!
-makarnanın içine doldurup, ittiriyosun. Sonra pişiriyosuuuun.
-piştikten sonra ne yapılıyor?
-üzerine yoğurt konuyor. Bir de tarçın ve nane..
(tarçın karabiber oluyor galiba ama emin de değilim hani)
-harika! o zaman evde de hep birlikte mantı yapabiliriz, değil mi?
-yok, ben bugün yaptım, çok yoruldum.
Şef ne derse o olur tabii, mantı başka bir güne kaldı. Öğlen yemeğinde kendi yaptıkları mantıdan yemek mühtiş hoşuna gitmiş. Öğretmenleri de, almaya gittiğimde heyecanla mantı maceralarından bahsettiler hemen. Çok başarılı bulmuşlar benim küçük şefimi.
Bakalım biz ne zaman tadabileceğiz o güzel elleriyle yaptığı mantıyı? Şimdilik beklemedeyiz..
Pazartesi, Kasım 24, 2008
Cuma, Kasım 14, 2008
Annelog 3.Yaşını Bitirdi!
Tamam.. Kabul ediyorum..Çok ara verdim. Ama açıklayabilirim. Sanırım yazarken kendimi fazlaca engellediğimi farkettim. yok bunu yazmayayım, uygun olmaz dediğim durumlar fazlalaştı. Çekindim. Günlük yazınca çekinmemeli insan. Sanal günlükler ise sanki tek başınaymışsın gibi düşünülüp başlanılan ama sonra hiç de öyle olmadığının farkına varılan, "bence" gerçek hayat kadar gerçek, sosyal ortamlar. Neysen o olduğun ve bunun da gören gözlerce çok net farkedildiği bir yer. Günlük hayatta düzgün değilsen, burda da olabilmen mümkün değil. Bence. Sonuç olarak, değer verdiğim için, endişelendim sanırım. Yazamadığım şeyler olunca da (yoo hiç de kötü şeyler değil), tabiri caizse "soğudum". Tesadüfen 14 Kasım 2005'te yazmaya başladığımı gördüm bir ara. E bu iyi bir tekrar başlangıç olabilir dedim hemen. Blog yolculuğunda, uzun aralar da olsa, üçüncü yıl bitmiş. Zamanın çok çabuk geçtiğine dair çeşitli yazılar yazmışken, şimdi bir daha yinelemeyeyim ama, üç yıl nasıl da geçmiş hayret!
İyi ki doğdun Annelog! Bir ara blogger kapatılmıştı galiba ama çözümlenmiş olmasına da çok sevindim. Tekrar merhaba.
Neler oldu kısmına girmeyeceğim. Zira işin içinden çıkmak zor olacak. Ama ennnn önemli değişiklik artık kendi iş yerimizde çalışıyor olmam. Zaten üç yıllık bir firma idi, bana da ihtiyaç olunca eşimin geliyorsun sinyalini ikiletmedim. Haziran ayında başladım. On iki yıldır öyle kasmışım ki kendimi çalışma saatleri konusunda, şimdi izin almama gerek olmadan bir yere gitmek ne büyük bir iç huzuru imiş, ancak şimdi anlayabildim. Çok iyi oldu benim için. Çok.
Fotoğraf Atlantik Okyanusu'nun karşı kıyısında, otel odasından çekildi. İlk kıtalararası yolculuğumdan..
Cuma, Haziran 13, 2008
Öğrendim ki..
..rüyalar da gerçek olabilirmiş. Sen kendini bilirsin ve ben sana nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum.
Cuma, Mayıs 09, 2008
Megatronik Nedir?
Ben o yaşlarda bu kadar aklı başında mıydım diye düşünüyorum. Yok. Kesinlikle değildim. Olmalıydım ama. Geçti artık. İlerinin gençleri için herşey çok farklı. Etrafta o kadar çok malzeme var ki. Oyunlar, kitaplar, filmler, çizgi filmler saymakla bitmez.

Bir de bu kitabımız revaçta. Yatmadan önce okuyoruz. Dünyadaki en büyük hayvan hangisidir onu tartışıyoruz sonra. İleride hangi konuyu seçerlerse seçsinler, megatronik konulara dalmasalar bile, bu yaşlarda gördükleri renklerin, şekillerin, hikayelerin, seslerin izlerini taşıyacaklardır diye düşünüyorum.
Şeker abla bir de çocuklar için olan Tabu oyununu getirmiş. Ufak çaplı bir paylaşamama krizi dolayısıyla oynayamadık oyunu. Bir süre cezalı kızım bu konuda. Sanırım bir sonraki haftasonu oynayabiliriz. Ben hiç oynamadım. Eğlenceli olacağa benziyor.
Çarşamba, Mayıs 07, 2008
Ahval
Şimdilerde kendimi sürekli bir yazma isteği içindeyken yakalıyorum. Kaygan, parlak, gümüş grisi balıklar gibi oynaşıyor düşünceler ve herbir andan yazılacak not edilecek birşeyler buluyorum. Ne zaman koca bir kova doldurup yazmaya otursam, bir bakıyorum hepsi kaçmış balıkların. Kovada delik mi var nedir? Bu sefer birkaçını yakalayayım diyorum. Sanırım bu aralar kendimle konuşuyorum fazlaca. Bu yüzden not edilecek, habire kendimi dinlediğimden de kendi kendime aferin denecek pek çok şey buluyorum. Şunu yazmalıyım mesela. Bir hafta içinde tam beş kitaba başlayıp hiçbirine devam edemedim. Aferinlik bir durum değil ama not edilmeli. Kaptan Mihalis'te karar kılıp, uzuuuun zamandır bitirmeye çalıştığım Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nü de fazla gücendirmeden bitirmeli. İlber Ortaylı kitabı biraz bekleyecek. Birkaç sayfa ile başladım ama dikkatim dağıldı çabucak. Okuyamadım. Başka bir dönem okunmak üzere, affına sığınıyorum değerli hocanın. 39 Basamak'ta ise daha ilk basamakta yorulup bıraktım kitabı. Beşinci neydi unuttum. Bir de bu başladı. Unutuyorum. Sürekli. Iris Murdoch geliyor aklıma. Filmin sonu nasıl bitmişti. Unuttum. Sadece sokaklarda kendini bilmez şekilde dolaştığı ve kıyıda oturup sürekli denize baktığı sahneler aklımda kalmış.
Film seyretmek herzamanki gibi keyif veriyor. Tek başına değil ama. Filmin başlama saatine kadar ise mutlaka birşeyler pişiriyorum. Bu aralar mayalı hamur denemeleri yapıyorum sıkça. Bu kadar zaman çekinip yapmadığıma pişman oldum. Başarılı sonuçlar çıkıyor. Fırında puf puf kabardıklarını görünce ellerimi çırpmak geliyor içimden. Yaşasın! Harika kabardılar! İçim de mayalanıyor sanki bu aralar. Yüreğim kabarıyor. Yoğurt mayalıyorum mesela. Bir yandan da kek yapıyorum diyelim ki. Üçüncü olarak ne yapsam diyorum. Bir türlü durmak bilmiyorum film başlayana kadar. Sabahları uyandığımda ayaklarımın sızladığını hissedip şaşırıyorum. Sonra hatırlıyorum. On buçukta film başlayınca oturmuştum koltuğa. Ondandır herhalde diyorum. Vücudumu dinliyorum. duyduklarım hoşuma gitmiyor bu aralar.
Elime kitabımı alıp, fırının başına geçiyorum bazen. Birşeyler pişirmek iyi geliyor, denemeler yapıyorum sıkça. Mutfakta müzik dinliyorum bir de. Çocuklarımın uyuma saati ve film başlayana kadar geçen bir buçuk saat sürede, duramıyorum bir türlü. Pişiriyorum, okuyorum, dinliyorum, bekliyorum, mayalıyorum, kokluyorum, yoğuruyorum, kalıplarla kesiyorum, düşünüyorum, düşünüyorum, düşünüyorum, durmuyorum.
Değişken ruh halleri içinde, aslında hangisiydim ben diye düşünmüyor da değilim. Sizinle tanışmış mıydık bir yerlerde? Evet siz, biraz önce sinirden köpüren kişiyle? İşyerinizde hem de. Yakışmıyor size! Hiç hem de. Yok o kadar kötü değil tabii, ama kontrolü de elden bırakmayın. Öfkeniz boğazınızdan beyninize doğru taarruza geçse de bazen, kendinize hakim olunuz. Profesyonellik bunu gerektirir. Değil mi ama?
Haftasonlarını iple çekiyorum. Hepbirlikte açık havada kahvaltı yapmayı seviyorum. Fırından taze çıkmış simitler ve poğaçalarla. Kalp çarpıntılarıma iyi geliyor bu. Biraz rahatlıyorum.
Küçük Mavi Balık yüzme yarışında üçüncü oldu. Sudan korkan, girmek istemiyorum diyen balık. İki yıl önce zorla ve ağlayarak başladığı yüzme kursundan bugüne, büyüdü mavi balık. Sıra minik balıkta. Okyanusa ne kadar hazır olurlarsa o kadar iyi. Okyanus. Büyük.
Bu endişe hallerim yıpratıyor beni. Dakikada kaç kez atardı normal bir kalp? Bilmiyorum. Şükrediyorum sadece. Bundan 11-12 yıl öncesine bakıp, hergeçen gün daha fazla şükrediyorum. Yine de yetmediğini düşünüyorum.
Ne çok felaket, ne çok kötü haber var. Kulaklarını, gözlerini kapamak bile yetmiyor. Bildiriliyor bir şekilde. Bilmekten kaçılmıyor.
Bu akşam evimizin yakınındaki çiçekçiden çiçek almayı unutmayacağım. Her akşam unutuyorum. Mayıs geldi. Hala koca bir demet papatya alamadım.
Bu akşam birşey pişirmiyorum. Misafirler gelecek.
Belki Kaptan Mihalis okuyabilirim ama.
Bakalım..
Film seyretmek herzamanki gibi keyif veriyor. Tek başına değil ama. Filmin başlama saatine kadar ise mutlaka birşeyler pişiriyorum. Bu aralar mayalı hamur denemeleri yapıyorum sıkça. Bu kadar zaman çekinip yapmadığıma pişman oldum. Başarılı sonuçlar çıkıyor. Fırında puf puf kabardıklarını görünce ellerimi çırpmak geliyor içimden. Yaşasın! Harika kabardılar! İçim de mayalanıyor sanki bu aralar. Yüreğim kabarıyor. Yoğurt mayalıyorum mesela. Bir yandan da kek yapıyorum diyelim ki. Üçüncü olarak ne yapsam diyorum. Bir türlü durmak bilmiyorum film başlayana kadar. Sabahları uyandığımda ayaklarımın sızladığını hissedip şaşırıyorum. Sonra hatırlıyorum. On buçukta film başlayınca oturmuştum koltuğa. Ondandır herhalde diyorum. Vücudumu dinliyorum. duyduklarım hoşuma gitmiyor bu aralar.
Elime kitabımı alıp, fırının başına geçiyorum bazen. Birşeyler pişirmek iyi geliyor, denemeler yapıyorum sıkça. Mutfakta müzik dinliyorum bir de. Çocuklarımın uyuma saati ve film başlayana kadar geçen bir buçuk saat sürede, duramıyorum bir türlü. Pişiriyorum, okuyorum, dinliyorum, bekliyorum, mayalıyorum, kokluyorum, yoğuruyorum, kalıplarla kesiyorum, düşünüyorum, düşünüyorum, düşünüyorum, durmuyorum.
Değişken ruh halleri içinde, aslında hangisiydim ben diye düşünmüyor da değilim. Sizinle tanışmış mıydık bir yerlerde? Evet siz, biraz önce sinirden köpüren kişiyle? İşyerinizde hem de. Yakışmıyor size! Hiç hem de. Yok o kadar kötü değil tabii, ama kontrolü de elden bırakmayın. Öfkeniz boğazınızdan beyninize doğru taarruza geçse de bazen, kendinize hakim olunuz. Profesyonellik bunu gerektirir. Değil mi ama?
Haftasonlarını iple çekiyorum. Hepbirlikte açık havada kahvaltı yapmayı seviyorum. Fırından taze çıkmış simitler ve poğaçalarla. Kalp çarpıntılarıma iyi geliyor bu. Biraz rahatlıyorum.
Küçük Mavi Balık yüzme yarışında üçüncü oldu. Sudan korkan, girmek istemiyorum diyen balık. İki yıl önce zorla ve ağlayarak başladığı yüzme kursundan bugüne, büyüdü mavi balık. Sıra minik balıkta. Okyanusa ne kadar hazır olurlarsa o kadar iyi. Okyanus. Büyük.
Bu endişe hallerim yıpratıyor beni. Dakikada kaç kez atardı normal bir kalp? Bilmiyorum. Şükrediyorum sadece. Bundan 11-12 yıl öncesine bakıp, hergeçen gün daha fazla şükrediyorum. Yine de yetmediğini düşünüyorum.
Ne çok felaket, ne çok kötü haber var. Kulaklarını, gözlerini kapamak bile yetmiyor. Bildiriliyor bir şekilde. Bilmekten kaçılmıyor.
Bu akşam evimizin yakınındaki çiçekçiden çiçek almayı unutmayacağım. Her akşam unutuyorum. Mayıs geldi. Hala koca bir demet papatya alamadım.
Bu akşam birşey pişirmiyorum. Misafirler gelecek.
Belki Kaptan Mihalis okuyabilirim ama.
Bakalım..
Pazartesi, Nisan 28, 2008
Troya

Gösteriyi soluksuz izledim. Müthiş bir disiplin, özen, etki, ihtişam..Bu topraklara yakışır bir gösteri ile Troya'nın hikayesini, muhteşem müzikler, kostümler, zımba gibi dansçılar, harika kostümler ve dekorlar eşliğinde dinledim.
Fırsat bulunursa izlenmesini şiddetle tavsiye ederim. Kızım da gelmek istedi ancak sonuna kadar dayanabilir mi diye endişe ettik ve biz eşimle gittik. Hem de gecikmiş doğumgünü hediyem oldu bu gösteri.
Dünkü gazetelerden birinin ekinde, Mustafa Erdoğan röportajı vardı. Konu Troya idi. Öğrendim ki, çocuklar için de bir müzikal projeleri varmış ve Troya'dan bile büyük bir proje imiş bu. Merakla ve heyecanla bekliyorum ben.
Dönüşte aynanın üzerinde kocaman bir kalp bulduk. Kızım hazırlamış. Beni, babasını ve kardeşini çok sevdiğini yazmış ve bizi hiç unutmayacağını eklemiş. "Aşkıııııım" diye de imzalamış. Sanırım bu kısmı Şahika gibi söylememiz gerekiyor. Dönüşte kocaman bir kalple karşılanmak çok hoştu doğrusu. Gece bizsiz, gayet sorunsuz geçmiş. Büyüyorlar. Büyüdükçe kolaylaşıyor herşey. Bence.
Cuma, Nisan 18, 2008
Keçileri Kaçırmak ve Sünger
Bu aralar, bu sevimli sarı süngeri seyretmeyi çok seviyoruz hepimiz. Denk geldiğimizde toplaşıyoruz ve iki bölümü arka arkaya seyretmeden de dağılmıyoruz. Çok sevimli. Çok içten. Eskiden deniz biyoloğu olan yaratıcısının hayal gücüne hayran olmamak elde değil. Uzmanlık alanı ile alakalı tabii, ama yine de nasıl düşünmüş de bir deniz süngerini, dünya çapında sevilen bir çizgi karaktere dönüştürebilmiş. Çocuklar da ben de çok seviyoruz. Hatta ben masama bir tane maketini koydum bile. Sanırım bir miktar bu sevimli süngerin fanatiği oldum. Bu yaşta hem de.
Yine yoğun bir haftasonuna giriyoruz. Programlar şimdiden hazır. Her işin başı sağlık ama. Hepimize önce sağlık sonra güzel bir haftasonu diliyorum.
Perşembe, Nisan 17, 2008
Cuma, Nisan 11, 2008
Yeni Futbol Takımı
Hayat süratle akmaya devam ediyor. Daha dün ufacıklığını hatırladığım çocuklar askere gidiyorlar. Uzağa hem de. Aslında burdalarken de yılda iki veya en fazla üç kez görüşebiliyorduk. Yine de üzülüyormuş insan. Sağ sağlim gidip dönerler umarım. Tüm bekleyen annelere de sabırlar.
Yazının başlığına gelince;
Dün akşam yemekte konuşuyoruz. Konu yenmek ve yenilmeye geldi bir şekilde. Oğlum da herzaman yaptığı gibi konuşmaya kendi yorumuyla katılıp saymaya başladı:
-Biliyor musunuz ben Fenerbahçe'yi yendim.. Galatasaray'ı yendim (saydıkça da açık parmaklarından birer birer kapatıyor avucunun içine)..Beşiktaş'ı yendim..
Saydı saymasına ama baktı ki hala kapatılacak parmak var, e takımlar bitti, o da yeni bir takım ismi uyduruverdi:
-Dördüncütaş'ı yendim!
E beşiktaş'tan sonra tam da dördüncü parmağa uygun bir takım ismi oldu. Bol bol güldürdü bizi.
Bu, sohbete katılma isteği öyle güçlü ki, bir keresinde yabancı misafirlerimizle sofrada sohbet ederken, o da katıldı konuşmaya ve anlamasalar da onlara önce Türkçe birşeyler anlattı, sonra tamamen uydurma bir yabancı dilde birşeyler söyledi. Bu rahatlığı ileride de devam ederse, yabancı dil öğrenirken yaşanan aman hata yaparım korkusuyla konuşamamazlık sıkıntısına yakalanmadan,kolayca pratik yapabilir.
Bu akşam kızımla opera'ya gidiyoruz. Ve arkadaşlarımızla. Eleştiriler güzel ama bakalım hoşlanacak mı kızlar. Bu ay etkinlik yönünden yoğunuz. Annem de geliyor az kaldı. O olmadan zorlanıyoruz. Baba oğul yanlızlar bu akşam. Biz de kızımla gezmekteyiz.
Yazının başlığına gelince;
Dün akşam yemekte konuşuyoruz. Konu yenmek ve yenilmeye geldi bir şekilde. Oğlum da herzaman yaptığı gibi konuşmaya kendi yorumuyla katılıp saymaya başladı:
-Biliyor musunuz ben Fenerbahçe'yi yendim.. Galatasaray'ı yendim (saydıkça da açık parmaklarından birer birer kapatıyor avucunun içine)..Beşiktaş'ı yendim..
Saydı saymasına ama baktı ki hala kapatılacak parmak var, e takımlar bitti, o da yeni bir takım ismi uyduruverdi:
-Dördüncütaş'ı yendim!
E beşiktaş'tan sonra tam da dördüncü parmağa uygun bir takım ismi oldu. Bol bol güldürdü bizi.
Bu, sohbete katılma isteği öyle güçlü ki, bir keresinde yabancı misafirlerimizle sofrada sohbet ederken, o da katıldı konuşmaya ve anlamasalar da onlara önce Türkçe birşeyler anlattı, sonra tamamen uydurma bir yabancı dilde birşeyler söyledi. Bu rahatlığı ileride de devam ederse, yabancı dil öğrenirken yaşanan aman hata yaparım korkusuyla konuşamamazlık sıkıntısına yakalanmadan,kolayca pratik yapabilir.
Bu akşam kızımla opera'ya gidiyoruz. Ve arkadaşlarımızla. Eleştiriler güzel ama bakalım hoşlanacak mı kızlar. Bu ay etkinlik yönünden yoğunuz. Annem de geliyor az kaldı. O olmadan zorlanıyoruz. Baba oğul yanlızlar bu akşam. Biz de kızımla gezmekteyiz.
Perşembe, Nisan 03, 2008
Taze Bilgi
Sabah oğlumla konuşuyoruz:
-Anne biz nerdeyiz şimdi?
-Burası Mercan canım.
-....
Bir süre sessizlikten sonra:
-Hayır Mercan değil!
-Ama eskiden burayı kuran insanlar böyle isim vermişler, Mercan diyorlar şimdi.
-Hayır! Mercan, denizin en alt katındaki sebzelere denir. Buraya değil!
-...
Bu noktada küçük dil yutulur, açıklamaya çalışılır ama karşı taraf ikna edilemez.
Sonuç: Burası Mercan değildir!
-Anne biz nerdeyiz şimdi?
-Burası Mercan canım.
-....
Bir süre sessizlikten sonra:
-Hayır Mercan değil!
-Ama eskiden burayı kuran insanlar böyle isim vermişler, Mercan diyorlar şimdi.
-Hayır! Mercan, denizin en alt katındaki sebzelere denir. Buraya değil!
-...
Bu noktada küçük dil yutulur, açıklamaya çalışılır ama karşı taraf ikna edilemez.
Sonuç: Burası Mercan değildir!
Salı, Nisan 01, 2008
Pazartesi, Mart 31, 2008
Nisan Gelmiş

Parmak uçlarımda birsürü yazacak şeyler birikti aslında. Hatta sanırım bu bir ihtiyaç, ara da verilse içinden geliyor insanın. Yazmak istiyor. Bu yıl benim için önemli, iş yerimde yani. Bu yıl uzun süredir yaklaşamadığım konularda tecrübe edineceğim. İnsanın hedefi olunca sabahları daha rahat işe geliyormuş onu öğrendim. Hem sektörden de düşüş sinyalleri geliyor, bundan üç dört yıl sonrası için. İş varken çalışmalı, öğrenmeli.
Yazmadığım sürede neler olup bitti hatırlamak için fotoğraflara bakıyorum, binin üzerinde fotoğraf birikmiş. Kısa bir özette herhalde şunlar olmalı: Kardeşim olmadığı için, hala veya teyze olamayacağım. Ama sağolsun amcamın oğlu doğan bebeklerinin halası olmama (daha doğrusu ben dedim oldu) müsade ettiler de, bu zevki ben de tadabildim. Hem bunlar bu kadar küçük mü olurdu kuzum? Oğlum da kızım da merakla incelediler bebeği. Birilerinden büyük olmak ve kıpırdaşan oyuncak bir bebek görmek çok hoşlarına gitti sanırım. Oğlum bebeğin ayakta durup duramadığını merak etti mesela. Bir de ismi kendi adıyla aynı olsun istedi.
Eşimin bir kızı daha oldu bu arada. Fotoğrafı yukarıda. Ufukta, gelin gibi süzülüyorsa da daha yapılacak çok işi var. Bu aşamaya gelene kadar da, diğer işleriyle ve çok daha ağır yeni sorumlulukları ile birlikte, çok yorucu bir dönem geçirdi. Ve tam teslime yaklaşırken bu yoğunluk ve yorgunluğu, çok daha artmış durumda. Herzamankinden fazla desteğe ihtiyacı var. Bazen bu kadar yükün altından nasıl kalkabiliyor, çocuklarıyla oynarken nasıl gülebiliyor, evde bize yorgunluğunu nasıl hisettirmiyor diye merak ediyorum. Ben yapamazdım. Çok zorlanır ve iflas ederdim.
Fotoğraflara sıkı sıkıya hapsettiğim diğer bir anı ise İsrail gezisi idi. Büyüleyici Kudüs'ten resimleri bir başka yazıya saklayayım.
Hala beni çok üzen ve bir türlü düzelmeyen bir konuda ise ümidimi yitirmedim. Bir de annemi özledim. İşlerini halletmek için baba evime gitti. Az kaldı gelecek.
Şimdilik bu kadar.
Buralardayım.
Çarşamba, Aralık 26, 2007
Yazmalı Artık!!
Sevgili Mücevher Kutusu sobelemişti. Çok uzun zaman oldu ama hemen af dileyerek sobeyi cevaplayayım:
Ben küçükken; hiç bisikletten düşmedim, o yüzden hala iyi kullanamam.
Aslında ben; hmmm..benim işte.
İlk kopyamı ne zaman çektim; İlkokul beşinci sınıfta. O yıla kadar hep sınıf başkanı ve en çalışkanken, babamın mecburi hizmetle doğuya gidişi ve bizim de ona katılmamız arasında geçen zamanda derslerde çuvallayıp bunu kendime yediremem sonucu, son derece bilinçli, organize bir kopya olayım vardır. O kadar organize olana kadar çalışsam, o testten iyi not alırdım yine herhalde.
En saçma huyum; saçma olanları bırakıyorum. O yüzden yok. tur. diye düşünüyorum. Var mı yoksa?
Cep telefonum; marka ve modeli hiç önemli değil, sevdiklerime her an ulaşabileyim yeter.
Aşk bence; aklın hasta halidir. Bazen zamanla düzelir ya da şekil değiştirir. Ama herkesin başına gelmelidir.
En sevdiğim bloglar; samimi, pozitif, akıl dolu, umut dolu yazanlar.
İşte böyle.
Söz vermiştim, kızımın doğumgünündeki etkinliğimiz güzel geçerse bahsedecektim diye. Çok güzel geçti. O yüzden, buraya bakılmasını ve ilgi çekici bir etkinlik aranıyorsa denenmesini şiddetle tavsiye ederim. Bir buçuk saat boyunca 25 kadar kıpır kıpır çocuğun ilgisini ayakta tutmak kolay iş değil. Etkinlik bunu başardığı gibi, annelerin dahi ilgisini çekiyor. Bizim yerimiz dardı ve hava güzel olmasaydı ve çocuklar deneylerin sonunda dışarı çıkamasalardı, ne olurdu bilemiyorum ama, bir buçuk saat sonunda çil yavrusu gibi dağılıp, açık alanda koşturmaya başladı her biri ki, kimisi o soğukta üzerine mont bile giymeden fırlamıştı. Yani, konunun özü, etkinlik sonunda yollarında durmamak, biriken enerjilerini bir şekilde atmalarını sağlamak gerekecek.
Yarın da oğluşumun okulunda doğumgününü kutlayacağız. Haftasonu da büyüklerimiz ve arkadaşlarımızla küçük bir kutlama olacak. Ablası kadar geniş bir sosyal çevresi henüz yok, o yüzden davetli sayımız daha az. Tabii bu arada ateşinin düşmesi için dua ediyorum. Sanırım azı dişi çıkıyor, ateş içinde iki gündür. Okula da gidemiyor tabii. Ve çokönemli gelişme! Artık kendi başına uyuyor. Bu durum, pekçok şeyi de düzene soktu. Gece lambası ve etkili bir konuşma ile bir gecede, tek başına uyku durumuna geçti oğluşum. Bu sayede ben de kızımla yatmadan önce fısıltı sohbeti yapabiliyorum artık, uykudan hemen önce. İkimize de iyi geliyor bu.
Bayramı da evimizde geçirdik. Bol bol dinlendik. Blog arkadaşlarımı merak ediyorum, işlerden okuyamadım hiçkimseyi. Bu hafta yurtdışı tatil diye bir miktar rahatım. Açığı kapatabilir miyim acaba?
Ben küçükken; hiç bisikletten düşmedim, o yüzden hala iyi kullanamam.
Aslında ben; hmmm..benim işte.
İlk kopyamı ne zaman çektim; İlkokul beşinci sınıfta. O yıla kadar hep sınıf başkanı ve en çalışkanken, babamın mecburi hizmetle doğuya gidişi ve bizim de ona katılmamız arasında geçen zamanda derslerde çuvallayıp bunu kendime yediremem sonucu, son derece bilinçli, organize bir kopya olayım vardır. O kadar organize olana kadar çalışsam, o testten iyi not alırdım yine herhalde.
En saçma huyum; saçma olanları bırakıyorum. O yüzden yok. tur. diye düşünüyorum. Var mı yoksa?
Cep telefonum; marka ve modeli hiç önemli değil, sevdiklerime her an ulaşabileyim yeter.
Aşk bence; aklın hasta halidir. Bazen zamanla düzelir ya da şekil değiştirir. Ama herkesin başına gelmelidir.
En sevdiğim bloglar; samimi, pozitif, akıl dolu, umut dolu yazanlar.
İşte böyle.
Söz vermiştim, kızımın doğumgünündeki etkinliğimiz güzel geçerse bahsedecektim diye. Çok güzel geçti. O yüzden, buraya bakılmasını ve ilgi çekici bir etkinlik aranıyorsa denenmesini şiddetle tavsiye ederim. Bir buçuk saat boyunca 25 kadar kıpır kıpır çocuğun ilgisini ayakta tutmak kolay iş değil. Etkinlik bunu başardığı gibi, annelerin dahi ilgisini çekiyor. Bizim yerimiz dardı ve hava güzel olmasaydı ve çocuklar deneylerin sonunda dışarı çıkamasalardı, ne olurdu bilemiyorum ama, bir buçuk saat sonunda çil yavrusu gibi dağılıp, açık alanda koşturmaya başladı her biri ki, kimisi o soğukta üzerine mont bile giymeden fırlamıştı. Yani, konunun özü, etkinlik sonunda yollarında durmamak, biriken enerjilerini bir şekilde atmalarını sağlamak gerekecek.
Yarın da oğluşumun okulunda doğumgününü kutlayacağız. Haftasonu da büyüklerimiz ve arkadaşlarımızla küçük bir kutlama olacak. Ablası kadar geniş bir sosyal çevresi henüz yok, o yüzden davetli sayımız daha az. Tabii bu arada ateşinin düşmesi için dua ediyorum. Sanırım azı dişi çıkıyor, ateş içinde iki gündür. Okula da gidemiyor tabii. Ve çokönemli gelişme! Artık kendi başına uyuyor. Bu durum, pekçok şeyi de düzene soktu. Gece lambası ve etkili bir konuşma ile bir gecede, tek başına uyku durumuna geçti oğluşum. Bu sayede ben de kızımla yatmadan önce fısıltı sohbeti yapabiliyorum artık, uykudan hemen önce. İkimize de iyi geliyor bu.
Bayramı da evimizde geçirdik. Bol bol dinlendik. Blog arkadaşlarımı merak ediyorum, işlerden okuyamadım hiçkimseyi. Bu hafta yurtdışı tatil diye bir miktar rahatım. Açığı kapatabilir miyim acaba?
Salı, Aralık 04, 2007
4 Aralık

Gelelim oğluşuma. Bir kere ilk günler hiç de korktuğum gibi geçmedi. Biraz genel oyunlara katılımda çekinik kalsa da, bıcır bıcır sürekli konuşmuş, yemeklerini yemiş, öğyetmenine bayılmış. Bakıcı abla alışana kadar bekliyor ama görünmüyor. Hatta dün sabah okula kendi girmiş ve dönüp ablaya beni almayı unutma demiş. Haftasonu okulun neden kapalı olduğunu da anlayamadı önce. Bak ablan da gitmiyor, biz de işe gitmedik, ama iki günlük tatilden sonra okul tekrar açılacak ve gidebileceksin dedik. Okul tatil dediğimizde ilk sorduğu, ev ayakkabılarım okulda kaldı, nasıl alacağız dedi. Almaya gerek yok, gidince yine kullanacaksın dedik, rahatladı. Tabii beklenen oldu ve hastalandı oğluşum. Dün de halsiz olmasına rağmen gitmek istedi. Ama bugün epey kötüledi ve neyse ki bugün gitme olur mu? önerime itiraz etmedi. Öğlen tatilinde doktora gideceğiz. Acı ilaç vermemesi şartıyla tabii. İlk faaliyetlerini de dolabımıza astık hemen. Büyüdü. Büyüdü de pamuktan kardan adamlar yapıp, okul çantasına kitap bile seçiyor. İnanılmaz! İnanılmaz!
Çarşamba, Kasım 28, 2007

Aslında korktuğum ve çekindiğim hep kreşin ilk günleri. Acaba sevecek mi, gitmek isteyecek mi diyerek bu zamana kadar ve evdeki rahatlığın da sayesinde, bugünü erteledim. Yani yarın sabahı. Bu kez farklı biryol izleyeceğiz, okula babasıyla gidecek. Benimle olursa içeri girmek, beni bırakmak istemeyebilir. Yarım günle başlıyoruz. Alıştıkça ve biraz daha büyüdükçe tam güne çıkacağız. İlk günleri atlatalım da.
Kayıttan dönüşte ablasından da gördüğü ve okullu olma ile ilişkilendirebileceği bir çanta aldım ona. Sevdiği oyuncakların (kablolar, cetveller, el fenerleri gibi) bir kısmını yanına alabilir ve yeni kalem kutusuna biraz boya kalemi koyabilir.
Öğretmeni ile de tanıştım. Şeker bir hanım.
İçimde öyle bir his var ki, ya çok sevecek okulu ya da hiç. Göreceğiz.
Bu arada, akşamları uykuya birlikte yatıyoruz. Yani kendisi yatağında, ben de hemen yatağın yanında yerde. Uyumamak için türlü bahaneler, sorular ve hikayelerin eğlencesi bir yana, elimi sıkı sıkı tutup öpmesi yok mu, başını oraya koyma acıyabilir demesi yok mu, bitiriyor beni.
Yakında 4.yaşına basacağını hesaplıyor, inanamıyor, bir daha toplama çıkarma yapıp aynı sonucu bulunca şaşırıyorum.
Yarın önemli bir gün.
Yarın akşam anlatacaklarını çok merak ediyorum.
Salı, Kasım 27, 2007
Aferin Bana!
Blog ayarlarıyla oynayınca böyle olursun işte, olsun canım herkesin işi var o yüzden uğramamışlardır deyip avunmaya çalışır ama, içten içe de hiç yorum yok deyip üzülürsün. Ayar değişikliklerinden biryerlerde yorumların takıldığını görünce de çoook sevinirsin!
Önceki yazılarıma onlarca acaip mesaj gelmiş, bir türlü silemedim, gelmesinler diye ayar yaparken de kitlemişim yorumları. Düzelttim mi? Sanırım ve umarım.
İleride teknolojik yenilikleri bir türlü öğrenemeyen ninelerden olacağım galiba.
Önceki yazılarıma onlarca acaip mesaj gelmiş, bir türlü silemedim, gelmesinler diye ayar yaparken de kitlemişim yorumları. Düzelttim mi? Sanırım ve umarım.
İleride teknolojik yenilikleri bir türlü öğrenemeyen ninelerden olacağım galiba.
Pazartesi, Kasım 19, 2007
...
Günlerin hızına yetişmek ne mümkün! Güneşten önce uyanıp, aydededen hemen sonra çoğunlukla sızarak uyumak ve bölünmemiş bir rüya görebilmeyi ummak arasında geçen saatlerde neler oluyor, nasıl göz açıp kapayana kadar günler geçiyor, hayret! Okuduğum kitaba göre şu anda bir Moore cümlesi kurdum. Birşeyin öyle olduğunu biliyor ama yine de inanamıyor, hayret ediyor olma hali. Çocuklarıma bakarken de sıkça böyle hissediyorum. Onları görüyor ama inanamıyorum. Dokunuyor, sarılıyor, sinirlenince bağırıyor, kızıyor, hemen sonra sakinleşiyor, öpüyor, kokluyor, merak ediyor, kalbimi dolduruyor yine de inanamıyorum. Anne olma halimin tüm endişelerini törpülememe yardımcı olabilir bu kitaptaki yaklaşımlar. Böyle olsun diye okumaya başlamamıştım ve kızımın doğumundan bu yana çok yol katettim ama yine de öğrenecek, düzeltecek çok şey var. Herşeyi doğru yapamayız bir kere. Ama daha tehlikelisi doğru yaptığımızı sanmak. Üzeri yaprak ve çalı çırpı ile kamufle edilmiş bu çukura düşmemek için farkında olmak, neyi nasıl yapıyorum diye dönüp kendine sıkça bakmak lazım. Şimdi nasıl davranırsam en doğru (kitap birkez daha bana anlatıyor ki, doğru diye birşey yok, bakış açıları, zaman ve mekan ilişkileri var sadece) tepkiyi vermiş olurum sorularıyla sıkça karşılaşılıyorum ben mesela. Geçenlerde bir film izlemiştik şu söz eşimle ikimizin (hah filmi hatırladım, Son Ültimaton'du, hem de sinemada:) de çok hoşuna gitti :"Eş zamanlı kararlar herzaman mükemmel değildir". Rahatlatıcı. İş hayatında anlık pekçok karar verip, sonucunda bir aksilik olsa da çözeceğimi bilmem, anne olarak anlık karar verip olumsuz bir sonucunun herzaman düzeltilebileceği hissini vermiyor bana. Yok, kesinlikle karamsar değilim. Hatta kendime güvenim gün geçtikçe artıyor.
Misal, bu haftasonu kızımın günlüğüne baktım, ortada ve açıktı. Çok hoşuma giden birkaç not düşmüş. İlk kez karşı cinsle ilgili iç kıpırtılarının başladığına şahit oldum. Öyle masum, öyle güzel, öyle içten yazmış ki. Önce ne yapacağımı bilemedim. Okuduğumu söylesem mi, konuşmak ister mi acaba, bu yaşta oluyor muydu bu kıpırtılar, nasıldı diye bocaladım. Sonra defterini kapattım, gülümsedim. Bulduğum şekilde bıraktım. İsterse paylaşır dedim. Anlık karar verdim.
Büyüyor. Büyüdükçe kalbimde de büyüyor, kardeşi de kendisi de.
Çiçekler balkonumdan. Şimdi keyifleri kaçtı tabii. Yine de burda olsunlar, uzun süre solmasınlar.
Çarşamba, Ekim 24, 2007
Durum
Var gücümüzle çalışıp, çalışmaya devam ederken de göz ucuyla da olsa olan bitenlere bakıyoruz. Neşeli birşeyler söylemek ve yazmak ne zor. Hatta herhangi birşey yazmak bile, bu kadar zor olmamıştı. Dünya hızla dönüyor, durup düşünmeye fırsatı olmadan..
Pazartesi, Ekim 15, 2007
Bayram Notları
1.Zorlu bir etap da olsa, tüm büyük bayram ziyaretlerini ilk gün tamamlamakla çok iyi etmişiz. Trafik yağmursuzken bile zorluyordu.
2. Yaşlanan büyükler, büyüyen bebekler gördük, demek ki biz de değişiyoruz ama bu denli çarpıcı farkedemiyoruz.
3.Babannemin evine yine gidemedim, halamda idi, orda öptük elini, oysa heyecanla beklemiştim, çocukken karıştırdığım dolapları, çocuklarım karıştıracaktı. Söz verdik ama. Gideceğiz mutlaka.
4.Tüm bayram tatili boyunca sadece son gün akşama doğru evimizde oturabildik, gezdik, gezdik, gezdik.
5.Kayıp Otoban filmini seyrettik dün akşam, hiiiiçbirşey anlamadık. Hala çözmeye çalışıyorum.
6.En güzel şey aile. Bir daha, bir daha ve bir daha anladık.
7.Arka arkaya sekiz tane Beypazarı Kurusu yiyebiliyormuşum.
8.Çocuklar bayram harçlıklarıyla istediklerini alabileceklerini öğrendiklerinde, özellikle ablamız, çok sevindiler. Ufaklığın harçlığı bitti mesela ama alınanların karşılığında teneke kutusundaki paraları babasına vermesi gerektiği konusunda ikna edemedik. Sanırım edemeyeceğiz de.
9.Çikolata, çikolata, çikolata..
10.İkinci gün alışveriş merkezinde pek kimse olmaz teorim, büyük bir yanılgı idi, çürüdü tabii.
11.Annem pembe güllü battaniyesine bayıldı. Seveceğini biliyordum.
12.Biryerlere eliboş gitmeyi hiç sevmem, tedarikliydim ama o kadar çok ziyaret oldu ki, hazırlıklarım yetmedi.
13.Sakız reçeli yememiştim yıllardır. Özlemişim tadını, yiyince tanıdık eski bir dostla karşılaşmış gibi hissettim.
14.Ufaklık bu yıl el öpmeyi öğrendi ama canı istediği zaman ve kişiye olacak şekilde. Birikisi bayrama denk geldi neyse ki.
15.Tatil sonrası rehaveti çok kötü, hazırlıksız yakalıyor insanı. Misal büyük yavrunun bugün spor kıyafetleri ile gitmesi gerekiyordu, bense geceden normal okul kıyafeti çıkartmışım. Havuz çantasını da hazırlamamışım. Servisin gelmesine az zaman kala farkedip, düzelttik ve yetiştik ama soğuk terler döktüm biranda.
16.Bir dolu kötü haber aklımdan çıkmadı, çıkamadı. Bunca acı yaşanırken gerçek bir bayram değildi bu geçen.
17.Nice bayramlara..
2. Yaşlanan büyükler, büyüyen bebekler gördük, demek ki biz de değişiyoruz ama bu denli çarpıcı farkedemiyoruz.
3.Babannemin evine yine gidemedim, halamda idi, orda öptük elini, oysa heyecanla beklemiştim, çocukken karıştırdığım dolapları, çocuklarım karıştıracaktı. Söz verdik ama. Gideceğiz mutlaka.
4.Tüm bayram tatili boyunca sadece son gün akşama doğru evimizde oturabildik, gezdik, gezdik, gezdik.
5.Kayıp Otoban filmini seyrettik dün akşam, hiiiiçbirşey anlamadık. Hala çözmeye çalışıyorum.
6.En güzel şey aile. Bir daha, bir daha ve bir daha anladık.
7.Arka arkaya sekiz tane Beypazarı Kurusu yiyebiliyormuşum.
8.Çocuklar bayram harçlıklarıyla istediklerini alabileceklerini öğrendiklerinde, özellikle ablamız, çok sevindiler. Ufaklığın harçlığı bitti mesela ama alınanların karşılığında teneke kutusundaki paraları babasına vermesi gerektiği konusunda ikna edemedik. Sanırım edemeyeceğiz de.
9.Çikolata, çikolata, çikolata..
10.İkinci gün alışveriş merkezinde pek kimse olmaz teorim, büyük bir yanılgı idi, çürüdü tabii.
11.Annem pembe güllü battaniyesine bayıldı. Seveceğini biliyordum.
12.Biryerlere eliboş gitmeyi hiç sevmem, tedarikliydim ama o kadar çok ziyaret oldu ki, hazırlıklarım yetmedi.
13.Sakız reçeli yememiştim yıllardır. Özlemişim tadını, yiyince tanıdık eski bir dostla karşılaşmış gibi hissettim.
14.Ufaklık bu yıl el öpmeyi öğrendi ama canı istediği zaman ve kişiye olacak şekilde. Birikisi bayrama denk geldi neyse ki.
15.Tatil sonrası rehaveti çok kötü, hazırlıksız yakalıyor insanı. Misal büyük yavrunun bugün spor kıyafetleri ile gitmesi gerekiyordu, bense geceden normal okul kıyafeti çıkartmışım. Havuz çantasını da hazırlamamışım. Servisin gelmesine az zaman kala farkedip, düzelttik ve yetiştik ama soğuk terler döktüm biranda.
16.Bir dolu kötü haber aklımdan çıkmadı, çıkamadı. Bunca acı yaşanırken gerçek bir bayram değildi bu geçen.
17.Nice bayramlara..
Salı, Ekim 02, 2007
Antibes, Cannes ve Monaco
İçimden yazmak gelmedi nedense. O yüzden bir süredir ilham perisi gelsin diye bekliyordum sanırım. Hala da geldiğini söyleyemem ama en azından kendi kendime bak hala yazmadın diye söylenmeyi bırakmak istiyorum. Bir kere nefis bir tatil oldu benim için. Geçen hafta değil ondan önceki hafta, yolculuğa çıkmadan önce iki günüm vardı. Oğluşun uyku saatlerine denk getirip, hem uzun zamandır gitmek istediğim İkea ziyaretimi yaptım hem de sinemaya gittim. Kalan zamanlarda kızımı karşıladım okul dönüşü ve bol bol oğluşumu mıncıkladım, onun istediği şekilde oyun oynadım. Biryerlere yetişme telaşı olmadan, koşturmadan, saate bakmadan doyasıya iki gün geçirmek bünyeme ilaç gibi geldi. Ama asıl ilaç, elimde harita ve tren tarifesi ve çantamda kameram, suyum, mutlaka kuru siyah üzüm ve cevizlerimle, ilk kez gittiğim sokaklarda dolaşmak ve bir sonraki dönemeçte ne göreceğimi bilmeden yorgunluktan bayılıncaya kadar yürümek oldu. Bol bol fotoğraf çektim. Aşağıda birkaç tanesini ekleyip ufak notlar aldım. İnsanın herşeyden, ama herşeyden uzaklaşmasının nasıl birşey olduğunu unutmuşum. Hatırladım. İki sahne beynime kazındı bu üç günde. Çünkü her ikisinde de, tıpkı suyun üzerinde yatar durumda kendini denizin hareketlerine bırakmak gibi, kulakların yarı suda olduğu için de sesleri de belli belirsiz veya suyun içinden kırıldığı şekliyle duymak gibiydi. İlki, Monaco'daki Oşinografi müzesinin içindeki dev tankın karşısında oturduğum anlardı. Çeşitli köpekbalıkları, ton balıkları ve adını bilmediğim daha bir sürü balığın dolaştığı resif akvaryumunun karşısında nefesim kesildi. Oturduğum yerden aşağıdaki resmi çektim. Ve uzunca süre de yerimden kalkamadım. İnsanı ağlatacak kadar güzeldi gördüklerim. Gözlerimin bana gösterdiklerine inanamadım. Gerçekten unutulmazdı.
Diğer sahne ise, döneceğimiz gün Monaco'daki kafelerden birinde ayaklarımı uzatıp başımı arkaya attığım ve bulutların geçişini izlediğim andı. Herhangi bir gökyüzü ve herhangi bir kafe olabilirdi. Yine o hafiflik hissi, sanki havada yüzermişim gibi ve sanırım bir nötr olma durumu idi yaşadığım. Aklıma kazındı bu an. Böyle bir anı yaşamayalı uzun zaman olmuş demek ki. Bu kadar etkilendiğime göre..
Neyse, gelelim resimlere.
Sonra Cannes sahiline yürüdüm, hala birsürü insanın güneşlendiği upuzun kumsalın kenarında oturup dinlenen insanlardan oldum bir süre. Ayaklarımı uzattım, yolda bulduğum son derece şık ama bir o kadar da pahalı bir çikolata dükkanından aldığım minik bir kutu çikolatayı yedim. Uzun uzun etrafı seyrettim. Dinlenmekten yorulunca kalktım.
Film festivalinin yapıldığı büyük oditoryumun hemen önünde isteyen Brad Pitt ile fotoğraf bile çektirebiliyordu. Japon bayan turist grubunun hemen her üyesi Angelina'nın yerine geçip poz verdi.
Antibes sahilleri.. Cote D'azur diyorlar bu upuzun sahillere. Tren yolu hemen yanından gidiyor ve yol boyu deniz manzarası eşliğinde yolculuk ediliyor.
Yine Antibes sokaklarında bir zeytinden elde edilebilecek her türlü ürünün satıldığı bir dükkan. Bir de çeşit çeşit kokuların, losyonların, kremlerin, mum ve sabunların satıldığı, harika kokan dükkanlar vardı ki, mümkün olsa da koku da fotoğraflardan yayılabilse. Lavantalı ürünler başta olmak üzere, güzel kokabilecek herşeyli sabun ve krem yapmışlar Fransızlar.
Monaco'daki Boat Show'un bir kısmının tepeden görüntüsü..
Monaco Oşinografi müzesi muhteşemdi. Jak Kusto ve ekibinin çalışmalarından yola çıkarak kurulmuş müze.

Anlatılabilecekler ve resimler bu kadar değil elbet. Ama ufak bir özet diyelim. Sonuçta, uzun uzun yürüdüğüm, yorulunca oturup dinlenince kalktığım, akşamları eşimle paylaştığım nefis bir gezi oldu bu. Çocuklarım da rahat geçirmişler bu günleri çok şükür ki. Başarılı bir deneme oldu kısaca. Ruhu biraz dinlendirmenin faydası büyük. Umarım yine yapabiliriz böyle bir kaçamak. Bir sonrakine kadar resimler ve akılda kalanlarla idare edeceğiz artık.
Cuma, Eylül 14, 2007
Bir Hafta Yokuz

Önümüzdeki hafta yıllık iznimin ikinci yarısını kullanıyor olacağım. Malum Pazartesi okullar açılıyor. İlk gün kızımı okuluna götüreceğim ve dönüşte de alabileceğim. Bu yıl, artık okulu bildiği için çok daha rahatmış öyle söylüyor. Arkadaşlarını özlemiş. Yeni sınıfını da gördü geçen hafta, dolabına ismi yazılmış, Türkçe kitapları içinde hazır bekler durumdaydı. Sanırım süratle derslere başlayacaklar. Geçen yıldan kalan pekçok araç gerecimiz kullanılır durumda. Pek fazla masraf yapmadan sadece defterleri alacağız gibi görünüyor. Haftasonu hallederiz onu da.
Çarşamba'dan itibaren de ilk kez yavruları bırakıp eşimle buraya gidiyoruz. Aslında gözümü karartmıştım çocukları da götürecektik ama gidişte ve gelişteki aktarmalar ve gece geç saate kalan dönüş sebebiyle vazgeçtik. Başarılı olamayacağımız bir macera olacaktı. Seneye gideriz diye düşünüyorum. İlk defa her ikimiz de olmadan dört gün geçirecekler anneannemiz ve bakıcı abla ile. Bir problem olmadan atlatabiliriz umarım.
Fuarda eşimle bir gün harcayıp, kalan günlerde elimde harita gezeceğim sanırım. Henüz bir program yapmadım ama gittiğimde vakit kaybetmemek için hazırlıklı olmak lazım. Hiç olmazsa kabaca.
Yukarıdaki resimdeki yelkenli yatın adı m/y Maltese Falcon, kendi klasmanında Dünya'nın ikinci büyük teknesi ve Türkiye'de yapıldı. Tam bir prestij ve gurur kaynağı. Fuarda olacak ve görebilmeyi çok istiyorum. Bunun yanında aslında eşimin iş sahası olan yat piyasasının en güzel örneklerini göreceğiz. Monaco pahalı olduğu için, daha mütevazi bir sahil kasabasında kalacağız. Fransa'da mükemmel işleyen raylı sistemin avantajlarını kullanıp, mümkün olduğu kadar fazla yer görebilmeyi istiyorum. Bakalım, biraz da doğaçlama olacak. En çok da yemekleri ve kafeleri merak ediyorum.
Fransızcaya fransız olduğum için, telaffuzları bir miktar anlayabileceğim bir kitap aldım kendime ama pek ümidim yok, fakat çok zevkli bir dil. Türkçedeki bazı kelimelerin de Fransızca olduğunu ve anlamlarının ne olduğunu da birazcık öğrenmiş oldum. Fırsat bulursam öğrenmeyi isteyeceğim bir dilmiş. Ne demişler bilmemek değil, öğrenmemek ayıp.
Çarşamba, Eylül 12, 2007
Çocuk Siteleri
Sevgili Karamelize sobelemiş. Çocuk sitelerinden beğenip takip ettiklerimizi paylaşacağız. Düşünüyorum. Aslında bizim sürekli takip ettiğimiz bir site yok. Zira evimizde bilgisayar yok. Daha doğrusu çocukların kullanımına açık kurulu bir bilgisayarımız yok. Mümkün olduğu kadar da geç almayı düşünüyoruz. Ama arada bir anneme gittiğimizde kızım hemen bilgisayarın başına geçiyor, google'da çocuk oyunları yazıp çıkan sitelerde daha çok kıyafet giydirmece, oda dekore etmece, Winx kızları, Barbie sitelerinde süratle geziniyor. Yaptıklarını sürekli bize gösteriyor, nasıl olmuş diye soruyor. Geçe nlerde bir bilgisayarı olsa merak ettiği şeyleri rahatça araştırabileceğini söyledi. İyi taktik ama işe yaramadı bizim üzerimizde. Beklemesi gerek. Oğlum ise, anneannesinin verdiği boşta olan bir büyük bilgisayar klavyesinin kablosunu koltuğun kenarına sıkıştırıp öyle çalışıyor her gittiğimizde. Geçenlerde dayanamayıp kartondan dizüstü bilgisayar yapmışlar kendilerine evde. Oldukça hoş ve pratik bir dizayndı. Neyse, aslında benim burada paylaşmak istediğim iki site var, birisi Susam Sokağı , diğeri de Enchanted Learning. İkincisinde kısıtlamalar olmuş sanırım, eskiden tamamı ücretsizdi, yine de seçip kullanılabilecek pekçok çalışma var. Dediğim sebeplerden biz pek faydalanamıyoruz, belki ileride oğluma yetişir. Karamelize'nin sobesi ile ben de güzel siteleri öğrenmiş olacağım. Böylece vakti geldiğinde, hazırlıksız yakalanıp, google'dan ne çıkarsa bahtımıza sitelerine kalmayız.
Perşembe, Ağustos 23, 2007
Genel Görüntü

Tüm gün birlikte olmaları, pek süt liman günler yaşatmıyor tabii bize. Ama en muzdarip olan ablası oluyor hep. Yine de en ayrılamadığı, belli etmese de en biryerlere bırakamadığı yine ablası. İkisi de hızla büyümeye, kıyafetleri süratle küçülmeye devam ediyor. Konuşmalar farklılaşıyor, aaa nerden öğrenmiş dedirten cümleler kuruluyor. Hala ve çok şükür ki şaşırmaya devam ediliyor.
Ve nihayet oğluşa bir şerit metre alabildik. Hani şu karemsi salyangoza benzeyen çekince 5 metreye filan uzayabilen şeritlerden. Alındığı günden beri heryeri ölçüyor kendince. Ucunu bize tutturup geri geri gidip halıları, bardağı, legoları, ellerimizi, kollarımızı, kağıt parçalarını, işte ne varsa etrafta herşeyi ölçüyor. Emzikle uyumayı bıraktığından beri şerit metresiyle uyuyor. Eğer kazara sabah uyandığında yanında değilse, akşamdan almayı filan unuttu ise, gözlerini açar açmaz yanıma gelip sabahın uykusunun ennnn tatlı yerinde "metrem nerde anne?" diyor. Saliseler içinde uyanmaya alışkın bünye sayesinde, kısa zamanda şerit metre bulunuyor da, rahat ediliyor. Yoksa iş büyüyor. Bir de cam sileceği vardı birlikte uyuduğu ama şimdilerde pek ilgilenmiyor onunla. Hani şu arabaların camları silinir, saplıdır ve bir tarafı lastik bir tarafı süngerdir. Kullanımda olanları eve çıkarmasına müsade etmediğimiz için, kendine özel temiz bir silecek almıştık. İşte bir de o silecek çok önemliydi. Neyse ki geçti şimdi. İlginç bir oyuncak anlayışı var özetle. Bu arada uyumadan önce kitap okuma alışkanlığını da edindi. Mutlaka bir veya iki hikaye okutuyor. İlgi alanları çok farklı diye, hatta boya kalemlerine bile, sadece kablo resmi çizmek için ilgigöstermesi, kitapları sevmeyeceğini düşündürtmüştü bana. Ama öyle olmadı. Neyse ki.
Ablası da tam bir balık oldu bu gelişmeler sırasında. Yüzme işini iyiden iyiye çözdü ve hergün daha da geliştiriyor. Tenis dersleri de iyi gidiyor ama okul başladığında ne şekilde devam edeceğiz, hatta edebilecek miyiz duruma bakmak gerekecek. Şu an tatilin tadını sonuna kadar çıkarıyor. İkinci sınıf, ilk yıla göre daha rahat olacaktır diye düşünüyorum. Yine de belli olmaz, zorlanabilir. Tabii sınırsız yüzme, oyun, bebek konuşturmaca, arkadaşlarını ağırlayıp sonra da onlara gitmece ve kardeşi ile vakit geçirmece çalışmalarından arta kalan zamanlarda kitap okunuyor, ödev yapılıyor. Çok iştahla değil. Ama yine de yapılıyor.
Önümüzdeki hafta 30 Ağustos tatilinden de faydalanıp, İznik ve Bursa civarında minik bir tatil planı yaptık. İznik gölü ve şehri ile Uludağ'ın mesire yerlerini görmek istiyoruz. Hem amcalarımız ve babaannemize de hoş bir sürpriz olur dedik. Vakit kalırsa Cumalıkızık'ı da görmek istiyorum ben ama duruma göre davranırız herhalde. Ee oğluş "abi" oluyor artık, arabalı seyahatin menzilini uzatmaya başlamalı.
Salı, Ağustos 21, 2007
Geç ve de Güç...
....oldu ama iki satır yazayım hiç olmazsa dedim. Fikriminincegülücüm, sobe cevabım ne kadar gecikti değil mi? Beni etkileyen ve büyüleyen çok şarkı var ama özel anlamı ve dönüm noktası olması sebebi ile (biraz da sobe konusu soğuduğu için) sadece tek bir şarkıyla sobeyi cevaplıyorum. Geç kaldığım için kusuruma bakma lütfen...
Cuma, Temmuz 13, 2007
Gaymak Dondurma Tadında

Tatilde dinlenme beklentim yoktu ama tam tersi oldu, olabildi. Şaşırdım ve bu işe bayıldım. Çocuklarla kesintisiz birlikte olmak, yemek, alışveriş koşturma derdi olmamak çok çok iyi geldi bana. Bir de kalın perdelerin rolü bu işte büyük. Evde saat altı ila yedi arası bir saatte uyanan oğluşum, kalın perdeli odalarımızda taaa sekizlerde dokuzlarda uyandı tüm hafta boyunca. Şimdi sabahları doğuya bakan odasındaki ışıktan rahatsız oluyor ve ağlayarak uyanıyor, en kısa zamanda biraz daha kalınca perdeler diktireceğim odasına. Bu sefer de işe giderken göremiyor olacağım, bir şekilde ortasını bulacağız artık.
Tatil keşke bitmese desek de, evimizi çooook özledik tabii.
Yeni site yönetimimizin yeni bir uygulaması var. Her onbeş günde bir bahçede kocaman beyaz bir perdede film gösterimi oluyor. Tatile çıkmadan önce Ice Age 2'yi seyrettik açık havada. Bayıldım bayıldım. Dün akşam da hava esiyor ve bulutlu diye iptal edilir sanmıştım ama perdenin kurulduğunu görünce çok sevindim. Yarı Muğlalı (Bodrum-Girit karması olması itibariyle %25 ediyor ama olsun iltimas geçtim) olduğum için oynayacak filmin Dondurmam Gaymak olması ayrıca heyecanlandırdı beni. Oğluşun aşısı vardı dün, akşam aşımızı olup geldikten sonra baba oğul uyumaya girdiler biz de kızımla battaniyemizi, mısır patlaklarımızı, suyumuzu, kahvemizi alıp aşağıya indik. Renkli armut koltuklara kurulduk ve bu çok tanıdık, çok eğlenceli ve farklı filmi keyifle izledik. Resmi sitesinde bolca detay var ama filmi mutlaka görmek, Muğla'nın o nefis şiveli insanının film ekibiyle birlikte neler başardıklarına şahit olmak gerek. Tatil sonrası işe gitmenin verdiği moral bozukluğuna da iyi geldi bu film. Dönünce eşim bile farketmiş ki, bir film nasıl neşelendirmiş böyle seni dedi. Bir dahaki sefere daha çok mısır patlatmalı yanlız. Kızıma ayırdıktan sonra arkadaşları için de ufak iki üç poşet pörtlek hazırlamıştım ama başkaca çocuklar da vardı, yetmedi tabii. Açık havada film seyretme keyfi yaşatan, bodrum katlarından çatılara kadar heryeri ilaçlatan, ilave su depoları yaptıran çalışkan site yönetiminin çalışmalarına ben de mısırları patlatarak yardımcı olayım diyorum. Alaska frigo satışlarına da girmeyi düşünmüyor değilim hani.
İşlere güçlere döndük ve tatili hoş bir anı olarak bıraktık. Fikriminincegülücüm beni sobelemiş, epey de zaman olmuş, daha fazla geciktirmeden en kısa zamanda yazacağım. Oğlu ameliyat olmuş bir de. Buradan geçmiş olsun dileklerimi ileteyim. Diğer bloglarda son durum ne, yavaş yavaş bakmaya başladım. Evet evet özlemişim buraları da.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)