Pazartesi, Temmuz 31, 2006

Döndük

İtiraf etmeliyim ki, ilk iki üç gün işe geri dönmek istedim.
Yol yorgunluğu, gider gitmez katılınan düğün, oğluşun her iki köpek dişinin de patlayacak başka zaman bulamaması, uyku saatlerinin şaşması, uykusuz oldukça huzursuz da olması, hiç kucağımdan inmek istememesi, sabahın zaten altı otuzlarında uyanılıyor olması, yemek namına sadece süt içmesi, türlü şaklabanlıklara rağmen neredeyse hava ile beslenmesi, bakıcımızın kendini yıllık izinde farzederek kendi tatilini yapması, akşam dokuza kadar bir dakika oturacak zaman bulamamam, eşimin de yanımda olamaması diye uyazıp gidecek bir ton sebeple, hemen geri dönmek istedim. Dinlenme amaçlı bir tatil değildi bu zaten. Ama en azından evimin rahatında çocuklarımla birlikte olurum dedim. Olmadı, erken dönemedik. Hep bir harala gürele içindeydik. Annem de çok yoruldu. Neyse ki herkes memnun ayrıldı. Mesela kayınvalidem hayatımın tatili oldu bu dedi. Defalarca teşekkür etti. Çocuklara çok düşkün zaten. Mest oldu mest. Anneannem de aynı şekilde. Memnundu. Bakıcımız ve iki oğlu da iyi vakit geçirmişler. Bu sabah teşekkür için anneme ve bana hediyeler getirmiş.
Çocuklarımın büyüklerle birlikte olmaları çok önemli. Anneanne, babaanne, nine (dedelerimiz de olsaydı keşke) sevgi ve ilgisini, hatta hafif şımartmalarını mutlaka yaşamalılar. Tatilde bol bol görüşme imkanları oldu neyse ki.
Geçen hafta ortasında döndük evimize ve benim için asıl tatil o zaman başladı. O zaman gerçekten çocuklarımla olabildim. Ve bu sabah işe gelmek inanılmaz acı verdi. Kızımın neşesi ve enerjisi, oğlumun insanı kendine aşık eden şekerliği ve iki hafta kesintisiz izleyebildiğim gelişimi inanılmazdı. Sabah öptüm her ikisini de. El salladılar bana. Keyifleri yerindeydi. Ben de tatil fotoğraflarına bakıyorum, henüz çalışmaya başlayamadım. Meyller de birikmiş zaten.
Gerçek hayata hoşgeldim..

Cuma, Temmuz 14, 2006

Tatil (Nihayet!)

Nihayet gidiyoruz! Annemi de çok özledim zaten. İşler devam ediyor hayat akıyor olacak ama ben, iki hafta boyunca zamanı durduracağım. 52 haftada sadece 2 hafta...Yetmez tabii. Yine de hiç yoktan iyidir...

Çarşamba, Temmuz 12, 2006

Son Bakıcı

Altı yılda, 8-9 tane bakıcı değiştirmişizdir sanırım. Kızım, çalışmaya başladığımda henüz 2,5 aylık mercimek kadar bir bebekti. Oğlumda ise 2. ayda işe dönmem gerekti. Ücretli izinlerin azlığı, dönünce yerini bulamamak, işi artık öğrenmiş olan ve daha uygun bütçe karşılığı çalışan genç elemanı ezmemek, aklının bebeğinde, gittikçe azalan sütünde kalması ve daha birçok gitgel bir yana, ennnn önemli konu bakıcı oldu bizim için. Kızımın ilk yılı dışında her ikisi de nadiren bakıcılarla birlikte yanlız kaldılar. Ya annem ya da anneannem mutlaka gözetmen olarak bulundular. O sayede içim rahat oldu ve o sayede en ufak bir pürüzde, bakıcı ablamıza veya teyzemize şimdiye kadarki emekleri için teşekkür edip yollarımızı çabucak ayırabildik. Hepsinde öyle veya böyle rahatsız olduğumuz bir yan vardı. Ta ki şimdiki ablamızı bulana kadar. Yaklaşık bir yıldır bizimle şu anki bakıcımız ve ilk defa hepimizin birden içi rahat. Zira benim gözüm tutsa annem hoşlanmayabiliyor, anneannem beğense ben istemeyebiliyordum.
Daha önce yapmadığımız birşey yapıyoruz bu haftasonu. Tatile annemin yanına giderken bakıcımızın ve iki oğlunun da bizimle birlikte gelmelerini istedik. Zira hem onlar için hoş bir değişiklik olacak hem de benim biraz olsun yüküm hafifleyecek diye düşündük. Artık aileden gibi oldukları için rahatlıkla davet ettik. Bu kadar kötü tecrübeden sonra birine güvenmek zor oluyor ama birkez güvenince de boşa çıkmamasını tüm kalbimle diliyorum. Umarım böyle gider...
Bu arada, oğluşum arkadaşının sandalyesinde bacak bacak üstüne (!) atarak poz verdi. Bu pozdan kısa süre sonra mini bir sandalye paylaşamama arbedesi çıktı, çabucak atlatıldı...

Pazartesi, Temmuz 10, 2006

Oyun Kulübesi

Pazar sabahı Yeşilköy'deki Play Barn'a kahvaltıya gittik. Yaz ayları sakin geçtiği için kahvaltı verilmiyormuş aslında. Ebruş arayınca sizin için hazırlarız demişler. Hiçbirşeyin eksik olmadığı mini bir açık büfe kahvaltı hazırlamışlar. Pazar günü olmasının bizim geç kalkmamız için yeter sebep olmaması nedeni ile, zaten saat altı otuzda ayaktaydık. Rahat rahat hazırlandık ve saat dokuz buçuk olmadan mekanın kapısında bitiverdik. İçeridekiler de halden anlar insanlar oldukları için garipsemediler. "Buyrun buyrun çay olmak üzere" şeklinde sıcak bir ilgiyle karşıladılar. Tuzla'dan geliyoruz deseydik bize pek de hoş bakmayabilirlerdi.
Bir önceki yerlerine çok yakın başka bir binaya taşınmışlar. Yine ön taraf kafe, diğer bölümlerde ise çocuklar için oyun odaları var. Siz kahvenizi içerken çocuklar da oyunlardan oyun beğeniyorlar, genç ablalar da her an tetikte, kendileriyle ilgilenmek üzere bekliyorlar.
Hemfikir olduğumuz nokta şu ki, ufaklıklar büyüklerin yaşına geldikleri zaman biz de rahat kahvaltı yapabiliyor, her 30 saniyede bir kalkmıyor olacağız. Tahminen 2-3 yıl süre veriyoruz bunun için. Hele ki güneşlenebileceğimiz bir tatilin hayali için oldukça erken.
Biz yolu yarıladık nerdeyse. Oğluşum büyüdükçe işler kolaylaşıyor. Kendi işlerini yapmaya başladıkça büyüyor. Ablasının yaşına geldiğinde ise çoktan her ikisi de bizleri etrafta istemiyor olacaklar muhtemelen.
Nefis bir kahvaltı sonrası kitapçı turu ve mağazalara kaçamak ziyaretler...Yoğun bir Pazar ve bugün ucunda tatil olan yeni bir hafta...

Perşembe, Temmuz 06, 2006

Anlık Olaylar

Haftabaşında kızları almaya giderken, 50-60 metre önümde bir araç takla attı. Filmlerde onlarca kez seyrettiğimiz sahneler gibiydi. Bakakaldım. Gerideki kırmızı ışığa yakalanmasam veya daha hızlı gitmiş olsam neler olurdu bilemiyorum. Geçtikten sonra aynadan ters dönmüş aracın kapısının açıldığını ve etraftan yetişenlerin içeriden çıkmaya çalışanlara yardım ettiklerini gördüm. Çok korktum. Ayağımı gazdan çektim. Hayata da yapmak lazım bunu. Bizi korkutmadan önce...

Salı, Temmuz 04, 2006

Karşılıklı İlk Telefon Konuşmamız!

-Anneeee! (fondan sesi geliyor ve telefonu istiyor. Telefon kulağında...)
-Hayatım nasılsın?
-.......(Dinliyor, ne dediğimi tam anlamadı)
-Oyun oynuyor musun?
-Leggo!
-Ablan nerde?
-Attaaaa! (Ablası alt katta arkadaşında)
-Yemeğini yedin mi?
-Mamma! (herhalde başını evet şeklinde sallıyor)
(Arka fondan "anne gel de" deniyor)
-Annee Del!
-Akşama gelicem annecim. Sen uyu uyan biraz oyna ben ordayım.
-Ee e e eee (ninni efekti)
-Evet canım. Görüşürüz tatlım. (Birşeyler daha anlatıyorum)
-.....
(Sıkılmış, telefonu vermiş çoktan. Farketmemişim)

Cuma, Haziran 30, 2006

Sıcaaaaaak!

Yaz okulu hala düzene giremedi. Haftaya daha iyi olacağını söyleyip duruyorlar. Kızlar memnun hayatlarından şimdilik. Bu da yeterli gibi görünsede, öncelikle olumsuzlukları görüp elimine etmeye çalışan annelog yanım rahat durmuyor bir türlü. Didikliyorum tesisi. Seçenekler arasında saatleri ve bütçesi en uygun olanı bu idi. Denemiş oluyoruz. Henüz memnuniyet ibresinde bir yükselme yok. Bekliyorum bakalım.

Klimasız çalışmaya çalışmak da işkence oldu bu aralar. Şimdilik kullandığımız geçici ofisimize klima aldırmaya çalışıyorum. Geçici olsa da en az bir yıl burdayız. Sıcak dayanılır gibi değil. Bir cadde ilerimizde kızgın gemi sacı üzerinde kaynak yapan işçiler var. Onlara kıyasla cennette sayılırız tabii. Yine de çok sıcaaaaaaak!!!

Salı, Haziran 27, 2006

Yaz Okulu

Okullar kapanınca kızım da eve kapanmıştı mecburen. Ablamız oğluşumla ilgilenirken bahçede kendisini takip edemeyeceği için, dışarı çıkmasına ben işten dönene kadar müsaade yok. Sürekli harekete alışık tabii. Sıkıldığını söylemedi hiç ama, televizyonla dolu vakti de boşa geçmeye başlamıştı. O yüzden yarım günlük bir yaz okuluna başladı dün. Neşeli'nin şeker kızıyla birlikte gidiyorlar. Sabah Neşeli götürüyor, öğlen ben alıyorum kızları. Bugün ikinci gün. İlk kez tiyatro dersi göreceklerdi. Hocaları gelmemiş. Olmadı. Sonra da öğlene kadar yüzme dersi. Bizim hatun yüzmeyi henüz tam halledemediği için ayrı gruba düştüler.
Almaya gittiğimde kurt gibi aç oluyor kızım, yani ıspanak olsa yer vaziyette. Biz tatile çıkana kadar gidecek. Öğleden sonraları dinlenir artık.
Öğlenleri kızları almaya gidince yemeğe vakit kalmıyor diye layt yoğurt ve sandviç getirmiştim bugün yanımda. Gittiğimiz eğitim toplantısında özsüt'ün nefisss pastası ve arkasından ofiste ayrı kişiler tarafından iki parti halinde ısmarlanan dondurmalar, neredeyse hayata küstürecekti beni. Yememeyi seçebilirdim tabii. Olmadı maalesef. Tam da Temmuz'daki düğün için elbise bakıyorken ve tam da mayo sezonu açılmışken...

Genişlik İlacı..

..var mıdır acaba? Şöyle alınca biraz geniş ve rahat düşünmeyi öğretsin insana. Herşeyi kontrol etmekten vazgeçsin, biraz oluruna bıraksın. Var mıdır?

Salı, Haziran 20, 2006

Çentik

Zamanı tutamıyoruz. Rüzgar gibi biraz, orda olduğunu biliyoruz, etkilerini görüyoruz ama gerçekten göremiyoruz.

Her ikisinin de kapılarında, boylarını çentikleyip yanına tarih kazıdığımız boy ölçme işaretleri var. Çok sevdiğim bir arkadaşım vermişti bu fikri. O da kızlarının boylarını çentikliyor zaman zaman, yanına da tarihi yazıyor. Eylül gibi taşınacağız ve boy çentiklerimizi de aynı şekilde tarihleriyle birlikte hem oğlumun hem de kızımın oda kapılarına taşıyacağız. Geride bırakılamayacak bir hatıra...
Düzenlenecek bir yığın fotoğraf var bu arada. Dijital makinalar çıktığından beri de fotoğraf işini toparlamak zorlaştı. Albümler için ayrı bir oda gerekecek bize bu gidişle. Eskisi gibi değil ya artık, 36 pozla sınırlı olmayınca ipin ucunu kaçırıyoruz. İş fotoğrafların bastırılmasına gelince de eleme yapmak çok zor oluyor. Bekledikçe de birikiyor. Bir yerden başlamalı...

Gösterimiz Güzel Geçti

Tam sonuna doğru kamerada kaset bitti ve biz de kep törenini kaydedemedik. Olsun. Bolca fotoğraf çektik. Aslında bir de ellerinde kameralar ve fotoğraf makinalarıyla bizlerin fotoğrafını çekseler iyi olurdu. Oldukça eğlenceli bir görüntüydü zira. En iyi görüntüyü almak için türlü atraksiyonu yaptık veliler olarak. Boy avantajımızı kullandık, yetmediği yerde de yüksek bir yerlere çıkarak görüntü yakaladık. Çocuklar harika, veliler komikti. Komik ama gururlu...

Cuma, Haziran 16, 2006

Telaş

Bu akşam kızımın yıl sonu gösterisi var. Biraz önce aradım evi. Bir telaş, bir telaş...
Aslında bu onların eğlenmesi gereken bir günken, biz oturacağız, onlar gösteri yapacaklar. Bana farklı olmalıydı gibi geliyor. Yani onlar eğlenmelilerdi, biz değil. Bugün bir arkadaşımla konuşurken, bana bu durumun farklı bir boyutunu gösterdi. Topluluk önünde bulunmaya küçük yaştan alışıyorlar böylece dedi. Doğru. Kendi adıma topluluk önünde konuşma yapmam istense, herhalde düşüp ölü taklidi yaparım hemen. Bizim çocuklarımız daha şimdiden ellerine mikrofon alıp seyircinin gözünün içine baka baka şiir okuyup, folklör hareketlerini rahatlıkla yapabiliyorlar. Büyüdüklerinde bir oda dolusu ciddi iş kişilerine de rahatlıkla sunum yaparlar bu altyapıyla diye düşünüyorum.
Artık anaokulu dönemini kapattıkları için, cüppe ve kep de işin içinde olacak bu akşam. Bunu fazlasıyla abartılmış buluyorum, belki birer Atatürk resmi hediye edilebilirdi veya topluca çekilmiş bir anı resmi olabilirdi...Sanki askere davul zurna ile uğurlamak gibi geliyor bana. Yersiz, gereksiz, neden yapıldığı tam anlaşılmayan bir durum. Görüntü çok güzel de, gerçekten zamanı mı diye sormak gerekiyor.
Bu akşam, bir zamanlar çok zorlandığımız, alıştırana kadar ağlattığımız ve ağladığımız, deneye yanıla pek çok şey öğrendiğimiz anaokulu dönemi, kızım ve bizim için bitiyor. İlkokul ve devamı çok uzun soluklu bir yürüyüş. Bizi neler bekliyor, göreceğiz.

Perşembe, Haziran 15, 2006

Bezelye

Kendisi de benim için küçük bir bezelye olan oğluşum garip bir huy geliştirdi. Çiğ bezelye yiyor. Bir de yakalarsa dolmalık biber ve taze soğan. Taze soğan yedikten sonra yanına yaklaşılmıyor ama umursadığı yok zaten. Vitamini direkt alıyor. Çocuklar ihtiyaç duydukları besinleri, ihtiyaçları kadar yerlermiş. Bilimsel çalışmalarla kanıtlanmış. Ancak bir annenin bilimsel çalışmaları inandırıcı bulabilmesi için, kendi annelik içgüdüleriyle çakışmayan sonuçlarda olması gerekiyor galiba. Gerçi ben epey törpülendiğimi düşünüyorum. Eskiden yemek konusunu daha fazla dert ederdim. Şimdi daha makul ve mantıklı dert ediyorum. Ama yine de ediyorum...Bilim adamları asıl anneler üzerinde çalışma yapmalı galiba...

Salı, Haziran 13, 2006

Yaz Faaliyetleri Listesi

Pazar günlerini mümkün olduğu kadar dışarıda, değişik yerler görmeye çalışarak geçiriyoruz. Hiçbir planımız olmazsa da, sahile gidip yürüyüş yapıyoruz. Öncelikle çocuklar için. Farklı mekanlar ve insanlar görsünler diye. Hepimiz keyif alıyoruz bu gezilerden. Havalar düzelince gitmeyi planladığımız yerler oluyor zaman zaman. Ama bunların bir listesini yapalım ve sırayla hepsine gidelim diye karar verdik. Yaz faaliyetleri listesi yani. Bu iş benim görevim. İlk aklıma gelenler;
1.Koç Müzesi (daha öne gitmiştik, kızım çok küçüktü, tekrar görmeli, oğlum da arabalara bayılacak)
2.Miniatürk (hiç gitmedik, artık zamanıdır)
3.Boğaziçi Hayvanat Bahçesi (Hemen hemen her yıl gidiyoruz, bu yıl oğlum görmeli)
4.Kapalı Çarşı (Hem Cumartesi hem de kalabalık, zor olabilir, deneyebiliriz yine de)
5.?
Takıldım....Biraz daha düşüneyim...

Cuma, Haziran 09, 2006

Farketmeden

Oğluşum hızla büyüyor. Biz farkedemeden, dikkatlice bakamadan, büyüyor. Hergün işten dönüşümde yeni birşeyler öğrenmiş olduğunu görüyorum ve şaşırıyorum. Tuhaf ama, bazı akşamlar, sabah bıraktığımdan daha farklı, değişmiş buluyorum. Sanki saçı uzamış, boyu atmış gibi. Milimetrik değişiklikleri de farkediyor olamam tabii ama, yine de bir değişiklik varmış gibi geliyor bana. Şaşırıyorum.
Ablasının küçüklük kıyafetlerinden rengi ve tipi uygun olanları giydiğinde de, demek ki kızım da bu kadardı, şimdi ise ilkokula başlayacak kadar büyüdü, acaba oğlum ablası kadar olduğunda nasıl olacak diye düşünüyorum. Ablasının mavi ayıcıklı patiklerini giymişti bu sabah. Oldukça yıpranmış ama hala iş görür durumdalar. Tuhaf duygu. Eskiden kızımın giydiği, şimdi gözüme ufacık gelen patikler, oğlumun ayağında...Ablasının bebeklik yatağına da sığmamaya başladı.
İnanılmaz...

Giderayak Ekmek Yapımı

Cumaları temizlik günüdür bizde. Bir de artık beyaz ekmek günü. Çünkü bütün hafta boyunca, kepekli ve tahıllı ekmek yaparak herkesi, bildiğimiz beyaz ekmeğe hasret bırakıyorum. Ama Cuma günü çoğunluğun talebi ile beyaz ekmek pişiriyorum. Tabii herşeyi makina yaptığı için, ben yapıyorum demek ne kadar doğrudur bilemiyorum.
Neyse...
Dün akşam saat dokuzda sızıp kalınca ekmek de yapamadım. İşe gitmeden yaklaşık dört dakika önce aklıma geldi ve sevgili Binnur'un Mis Kokulu Ekmekler'inden deneyip Cumaları sürekli yapmaya başladığım klasik beyaz ekmeğin malzemelerini ölçüp makinaya attım (Binnur'un diğer tariflerini de tek tek deniyorum). Sonrada düşündüm. Alet işler el övünür hesabı oluyor ekmeklerim diye. Ama bir yandan da, tam işe gitmek üzereyken, en olmayacak zamanda, ekmek yapabilir olmak teknolojinin nimeti değildir de nedir? Varsın, makina yoğursun, ben de ben yaptım diyeyim. Önceki akşam da çilek reçeli yapmıştım, ikisi birlikte hoş bir ikili olurlar, afiyetle yeriz. Ben de övünürüm.

Çarşamba, Haziran 07, 2006

Çağrışım

Sevgili Asortik Krep, izinsiz aldım resmini, umarım sorun olmaz.

Begonviller mi özlediğim,
Yoksa beyaz badanalı çatısız evler mi?
Çivit mavisi kapılardan içeri,

Badem ağaçlı bahçelerden dışarı
Bir türlü soluklanamadım
Kapı önü basamaklarında oturup

Rüzgarı seyretmek mi özlediğim
Yoksa terliklerimi sürüye sürüye yürümek mi?
Bir türlü anlayamadım...

Bir resim neler söyletti...Tatile var daha...Biraz daha gayret...




Pazartesi, Haziran 05, 2006

Otopark Savaşları

Sonucu en başta söylemek gerek: Eğer belirli bir sektör, iş yoğunluğu açısından çılgın bir dönem yaşıyorsa ama genişleyecek de fazla alanı yoksa, park yeri sorunu ve savaşları kaçınılmazdır!
Sadece bizim ofise ait 15 araç ve etrafta onlarca firma ve onlara gelip giden birçok araç varken, toplamda ortalama bir okul bahçesine denk gelebilecek alanda, güçlü olanın kazandığı bir düzen oluyor haliyle. Geçen gün arabamın lastiğini indirmişler. Birkaç yerde de ani çizikler oluştu. Zaten, sanayinin ortasında hem bayan, hem araba kullanan bayan, hem de arabasını iğne deliklerine parketmeye çalışan bayan, oldukça ilgi ve tepki çekiyor. Geçen hafta, hassas(!) manevralarla parkettiğim yerden çıkmaya çalışırken, arkamdaki minibüsün sandığım kadar uzakta olmadığını farketmem ve durmam bir oldu. Ancak, geç algılamış olmalıyım ki, ben durana kadar geçen sürede, minibüsün sol kapısında hafif bir göcük oluşmuştu bile. Neyse ki, bir şekilde tanıdık çıktı. Tam eve gitmeye, dakikaları boşa geçirmemeye çalışırken, bir de polisle, raporla uğraşmak en az bir saat alacaktı.
Bir ara skutır almayı bile düşündüm ciddi ciddi. Hala da ara sıra aklıma gelmiyor değil. Belli mi olur, belki yaparım öyle bir çılgınlık!

Faydalı Olabilir

İş yerindeki masamda sürekli duran kitaplardan biri de bu. Çalışan kadının başarı formülü... Sanırım kolanın formülünün çözülmesinden daha zor bu iş. Ama iddia edip yazmış yazanlar. İlginç kitap. Çeşitli vakalarla birtakım mesajlar veriliyor. Çeşit çeşit olay üzerine, olayın kahramanı kadın, ne yapmayı tercih etmiş, edince sonucu ne olmuş...
Arasıra gözatıyorum. Samanlıkta iyi fikir aramak gibi de olduğu oluyor ama yine de tamamlayana kadar birkaç cin fikir daha bulacağımı tahmin ediyorum.

Pazartesi, Mayıs 29, 2006

Perşembe, Mayıs 25, 2006

Aceleni durduramaz mısın?

Hernedense bir önceki template'e birşeyler oldu. Değiştirmek için de fırsat oldu böylece. Linkleri de düzenleyeceğim kısa zamanda.

***

Bazen birşeylere yetişmeye çalışmak herzamankinden fazla yoruyor beni. Sanki kollarımda ve bacaklarımda kurşun ağırlıklarla yüzmeye çalışıyorum. Olmuyor. Yetişemiyorum. Bu sabah işe yetişmeye çalışırken, bozulan pazılı için yardım istedi kızım. Daha sabahtan bütün aksiliğim üstümdeydi zaten. "Yardım edemem, hazırlanıyorum. Acele ediyorum, görmüyor musun?" dedim. "Aceleni durduramaz mısın?" dediğinde de söyleyecek birşey bulamadım.
Oğlumu da özledim. Birlikte olduğumuz zamanlarda yetişilmesi gereken yemek, uyku, banyo saatleri olmadan aylak aylak oyun oynayabileceğimiz zamanlar o kadar az ki, yetmiyor.
Olumsuzum bugün. Hem de çok.

Salı, Mayıs 23, 2006

???

Neler oluyor??? Haberlerden habersiz kaldım.

Cuma, Mayıs 19, 2006

Dün Akşam...

...ilk defa 15 gemi inşacı hatun biraraya geldik. Sayıca az olduğumuzdan, bu kadar toplanmamız bile mucizeydi. Artık büyüdüğü için, bir de sevdiği bir arkadaşı geleceği için kızım da benimle birlikteydi. Beyler yine evde kaldılar.
İlk defa yapıyoruz böyle bir toplantıyı. Gerçi gittiğimiz restoranda bizimle ilgilenen garson, bir daha toplanmamamızı dilemiştir kesin ama, biz pek bir rahattık. Yenildi, içildi, sohbet edildi, birbiriyle yeni tanışanlar oldu, bizim işin zorlukları konuşuldu, ikinci bebek niyetleri olanlar öğrenildi, kendi işini kurup tekne yapacak olanlar adına sevinildi, okula girişimizin üstünden 15 yıl geçtiğinin farkına varıldı, doğum izninin insafsızca azlığında hemfikir kalındı, e-mail adresleri toparlandı ve tekrar buluşmak üzere sözleşildi.
Kızım da çok eğlendi. Farkettirmemeye çalışarak, tüm büyük konuşmalarını da kaydettiğine eminim. İleride delil olarak kullanabilir. Böyle bir arkadaş buluşmasını gördüğü de iyi oldu bu arada. Zaten teker teker çoğunu tanıyor. Benimle geldiği için teşekkür ettim dönerken. Gülümsedi. Yorgunluktan hemen uykuya daldı.
Yılda belki sadece 3 kez yapabileceğiz böyle bir yemekli toplantıyı, ama hiç olmamasından iyidir. Biraz gayret edince ve gerekli ayarlamaları yapınca herşeye vakit kalıyor.
Haftasonu Bursa'dayız. Kozahan'a uğramayı planlıyoruz. Yıllar önce gidip azıcık görebilmiştim oraları. Bu kez, biraz dolaşabileceğiz galiba.
Hem Bursa'dakileri çok özledim. Çocuklar da öyle.
Haftaya işler yoğunlaşacak, yazmaya vakit bulabilecek miyim?

Perşembe, Mayıs 18, 2006

Kötü Söz

Bazen öyle şeyler söylüyor ki, ağzımız açık kalıyor. Eşimle birbirimize bakıyoruz, söyleyecek bir şey bulamıyoruz.
Dün akşam kızımın balkondan, bahçedeki arkadaşı ile konuşurken söylediği sözü ben hayatımda ilk defa duydum. Arkadaşı oyun oynamaya çağırıyor, yemek yiyeceğimiz için izin vermiyoruz, gidemiyor. Bunu söylediğinde arkadaşı, o zaman annenle babanı kandır, öyle gel diyor. Biz de içeriden kulak kabartmış ne cevap verecek diye dinliyoruz. Tam yeri olmayabilir ama verdiği cevabı ben hiç unutmayacağım, kızıyor arkadaşına ve "Kötü söz sahibine aittir!" diyor.
Okulda kötü konuşan çocuklar için öğretmenlerinin kullandıkları ve onlardan duyduğu bir söz belli ki. Hernekadar arkadaşı aslında kötü konuşmamış olsa da, yanlış birşeyler söylüyordu ve kızımın verdiği tepki bu yanlışlığaydı. Biz çocuklarımıza hayatı öğretiyoruz ama, onlar da sürekli olarak bize aynı şeyi yapıyor.
Oğlumu da merakla bekliyorum, neler söyleyecek, nasıl tepkiler verecek. Şimdiden bolca şaşırtıyor bizi. İki yaş sendromunu zaman zaman hissetsek de, öyle çok şiddetli veya kontrol edilemez değil hiçbir tepkisi. Derdini de iyice anlatıyor artık, bazen sesle ve sözle, bazen hareketlerle.
İkisine birden yetişebilmek zor olacak bu gidişle.

Gelecek

Yakın olanını planlayabiliyoruz da...Uzak olanını planlamak ne kadar gerçekçi?

Çarşamba, Mayıs 17, 2006

Teknik

Günlük yazmayı geçici bir heves olarak görmüyorum. Yani artık...
Başlarken neyle karşılaşacağımı bilmiyordum. Ne kadar devam edeceğimi de...Şimdi ise, ileride çocuklarımın okuyabileceği, hayatımızda olanlarla ilgili kelimelere dönüşmüş düşüncelerimi görebilecekleri, dolayısıyla beni daha iyi tanıyabilecekleri bir arşiv tuttuğumu düşünüyorum. Benim böyle bir fırsatım olsaydı nasıl olurdu? Yani ben de annem veya babamın yazdıklarını okusaydım. Bazı şeyleri yanlış anladığımı otuz yaşından sonra değil, daha erken öğrenmiş olurdum herhalde. Günlüğüm olmasa da, bizde ileride böyle olacağını sanmıyorum. Çünkü biz konuşuyoruz. Aklımızda soru işareti bırakmamaya çalışıyoruz. Yine de, yazılı birşeyler bırakmak, kanatlı sözlerden daha kalıcı bence. O yüzden, mümkün kılabildiğim sürece, yazmaya devam edeceğim.
Hem gelen yorumlar da işin diğer güzel tarafı.
Yanlız bir problem var...
Şu HTML işini nasıl çözüp, daha neşeli ve iç açıcı bir günlük sayfası yapabilirim onu bilmiyorum işte. Kurcalayacak çok fazla da vakit yok, nerden yardım alabilirim diye araştırıyorum. Pek bir sonuca ulaşamadım. İmdat!

Pazartesi, Mayıs 15, 2006

Hediye Yağmuru

İlk hediyemi Cuma günü aldım. Pipet, kırmızı grapon kağıdı ve yumurta kabından yapılmış kırmızı bir karanfil ("Karneyşın o!" : Aaaa ne kadar güzel bir çiçek dediğimde kızımdan aldığım uyarı!!)...Cumartesi dayanamayıp ikinci ve üçüncü el yapımı hediyelerini de verdi. Mumluk yapmışlar okulda. Simli pırıltılı hoş bir şey, içinde kokulu kuru otlar ve ufak bir mum var. Bir de kartondan kutucuk içinde kendi yazısıyla "Seni Seviyorum Anne" yazan kalpli bir not. Ağlamayayım dedim ama olmadı.
Pazar günü ise, anneannesi ve babasıyla gizliden hazırladıkları hediyeleri verdi bir heyecanla. Ekmek yapma makinası almışlar, yanında da hediyesi varmış o markanın, bir de mutfak tartım oldu. Mutfak tartısı oğluşumdan, ekmek makinam ise kızımdan. Temel Pastacılık kursuna gittiğimden beri bir mutfak tartısı isteyip duruyordum. Çünkü tarifler hep gramla, mutlaka tartmak gerekiyor. Bir türlü elim gidipte alamamıştım. Çok iyi oldu. Ekmek makinası ise özellikle cevizli ekmek yapmak için süper.
Bu haftasonu tam bir hediye yağmuruna tutuldum. Cumartesi ve Pazar yine çok dolu, yine çok yorucu geçti. Ama kesinlikle çok keyifliydi!

Perşembe, Mayıs 11, 2006

Şşşşşt!!!

Evde sürekli bir fısıldaşma hali var. Kızım, anneler günü için sürpriz hediye hazırlıyor. Biliyorum ne olduğunu ama, bilmiyor gibi yapmaya çalışıyorum. Beni her an yakalayabilir!

Pazar, Mayıs 07, 2006

İş işten geçti (mi?)

Yeni iş yerimdeki yeni iş arkadaşlarımdan biri, geçen gün bir olay anlatıyordu. Olay ve kişiler önemli değil ama söylediği birşey vardı ki, birkaç yıl önce hissedipte kelimelere dökemediğim herşeyi açıklıyordu. Hani şefler vardır ya, dedi, her işi onlar yaparlar ama müdür olamamışlardır, arada biryerlerde kalmışlardır, detayları konuşur halleder ama son onay için mutlaka müdürlerine çıkmalıdırlar ya, dedi. Anlattığı olayda böyle bir hanımdan bahsediyordu. Birkaç yıl önce bana olan da tam buydu. İşleri halledipte bunları tepside başkasının sunmasına katlanamayıp, bana önerdikleri suya sabuna dokunmayan departmanı da reddedip, istifa etmiştim. Bundan sonraki hiçbir iş yerimde oradaki düzeni bulamadım ve hala orayı özlüyorum. Keşke dediğim çok fazla şey yoktur benim. Hatta şimdi düşünüyorum da galiba iki tane: Biri "bu bahsettiğim iş yerinden ayrılmasaydım keşke", diğeri ise "gelin olurken saç modelimi ve gelinliğimi daha uzun süre araştırsaydım keşke".
Neden durup dururken aklıma geldi şimdi bilmiyorum ama, konunun çok dışında bir başkasından, aslında sadece bana ait olmayan ve başkalarının da yaşadığı belli olan bir gerçeği duymak beni etkiledi herhalde. Oldukça iddialı ve başı çekmeye meraklı biri iken, şimdiki işimde bana ne söylenirse yapmaya ve sivrilmemeye karar verdim. Sanırım... Aslında olmadığım biri gibi davranmaya çalışınca ne olacak bakalım. Keşkelerimin sayısı artsın istemiyorum, o yüzden adımlarımı daha yavaş atarsam, belki hala özlediğim iş yerimi unutabilirim. Şu da bir gerçek ki, birlikte çalışılan insanların kalitesi çok önemli. Şimdiki iş yerimde bu var ve bence bu çok iyi bir başlangıç.

Çarşamba, Mayıs 03, 2006

Bugünden Notlar

1.Kızlarla yemek yine süperdi.
2.Dar vakitte sufle yemek çok sakıncalı.
3.Boğazın ağrıdığında hemen antibiyotik başla, yoksa oğluş senin yüzünden hastalanıyor.
4.Bildiğin işi yapmak her zaman daha iyi.
5.Mafinlerin kalıptan çıkmak istemeyen ve parçalanmış kısımlarını yemen şart değil, onları da ayrı tabağa koyarsın.
6.Kastanyet nasıl çalınır öğren.
7.Annemin hazırladığı yüz maskesi karışımını yapsam, üşenmeyip kullanır mıyım?
8.Blogları acilen oku, çok geri kaldın!

Cuma, Nisan 28, 2006

...

Gitmek her defasında daha fazla üzüyor artık beni. Yeni birşeylere başlamak çok yoruyor bir de. Bir yerden sonra, demir atacağı yeri bulup, orada durmalı insan. Limanın ona, onun da limana alışması için zaman ve emek vermeli. Çekip gitmemeli. Direnmeli. Bir yerden sonra...

Dostça ayrıldım bugün, artık eski olan işimden. Yenisi beni bekliyor epeydir. Tüm enerjisi ve yoğunluğuyla. Öğretecekleri ve vereceği derslerle. Korkuyorum biraz, asıl işime dönüyorum, üç yıldır uzak sayılırım kendisinden. Görünce birbirimizi tanıyacak mıyız? Bilemiyorum...

Ama çok kıymetli birşey biriktirdim bu arada. Tecrübe. Konusu ne olursa olsun, her şekilde bence bir hazine. Neler olacak göreceğim.

Pazartesi başlıyorum. Düşünecek bunları tartacak vakit yok zaten. İyi olacağını umarak, demir atmayı diliyorum.

Çarşamba, Nisan 26, 2006

İlk Akrostişim


Sevgili Biyonik sayesinde ilk kez bir akrostiş yazdım. Çok eğlenceliymiş. Mutlaka denemek lazım!

Pazartesi, Nisan 24, 2006

Başka Türlü 23 Nisan

Dün değişik bir 23 Nisan yaşadık. Farklı bir etkinliğe şahit olduk. Ucuz atlattık, ancak çok üzüldük.
Kozyatağı Karfır'a, daha önce satın aldığımız birşeyin iadesi için gittik. Öğleden sonra gidilmemesi gerektiğini ve kalabalığın trajik boyutlarda olacağını biliyorduk ama, yine de gittik. Çekirge bulutu kalabalığının içinde biraz yürümeye çalıştıktan sonra bitkin düşüp, kendimizi starbucks'a attık. İç kısımlarının tenha olmasına hayret ederek, koltuklara gömüldük. Ben çantalar veya kişisel eşyalar konusunda aşırı dikkatliyimdir, hatta hastalık derecesinde kontrol ederim herşeyi. Arabaya biner binmez kapıları kilitlerim mesela. Çantamı gözümün önünde veya hemen uzanabileceğim kuytu bir yerde tutarım hep. Şeytan fısıldadı herhalde, hiç yapmayacağım birşey yapıp, içi oğluşumun eşyalarıyla dolu olduğu için şişkin duran çantamı oturduğum sandalyenin kenarına astım. Bu arada hemen çapraz arka masamıza, yaşları en fazla 15-16 olabilecek iki genç kız oturdu. Burayı tercih edecek tipler değiller ama gelmiş olmaları ilginç diye düşündüm kısacık bir an. Biz çocuklarla ilgilenirken bir anda kızlar ortadan kayboldu. Çantamın yerinde de yeller esiyordu. Kimse birşey görmemişti. Hemen sağa sola bakındık ama, bina çıkışı da çok yakınımızda idi. O kalabalıkta da kaybolmak zor bir iş değil tabii. Hemen güvenlik görevlilerine haber verdik. Üst kattaki danışma bölümüne aldılar bizi. Bu arada da polis çağırdık. Ruhsat ve araba anahtarı da çantada olduğu için, telsizle diğer görevlilere haber verip, bizim arabanın başına da birilerini yolladılar. Ne olur ne olmaz diye.
Danışma kısmı dışarıdan pek görülebilen bir yerde değil. Ben daha önce orada öyle bir ofis olduğunu farketmemiştim. Zabıt tutulurken beklediğimiz süre içinde iki ufak çocuk için kayıp anonsu yapıldı. Neyse ki, sonradan her ikisi de aileleri ile buluşabildiler. Ancak, güvenlik kameralarının bulunduğu odanın kapısında 12 yaşında bir erkek çocuğunun resmi asılıydı. Günlerdir kayıpmış. Resmin altında görüldüğü takdirde ulaşılması istenen telefon numaraları sıralıydı. Hala gülen yüzü gözlerimin önünde. Ailesinin yaşadığı acı dayanılır katlanılır birşey olmasa gerek. Dilerim ki bulunur ve ailesine yuvasına kavuşur.
Bir de 9 tane genç kızın resimlerinin basılı olduğu bir gazete sayfası asılıydı aynı yerde. Hepsi sabıkalıymış. Defalara yakalanıp serbest bırakılmışlar. Eli yüzü düzgün gencecik kızlar hepsi. Tıpkı bize rastgelen kızlar gibi. Temiz giyimli ancak kirletilmiş bakışlı. Ve inanılmayacak kadar cesur, meydan okuyan, korkacak kaybedecek birşeyleri olmayan...
Bir saat kadar sonra, eşimin cep telefonundan bir çantanın bulunduğuna dair mesaj aldık. Ataşehir'de biryerlerde bulunmuş çantam. İçindeki herşey etrafa saçılmış vaziyetteki çantamdan şans eseri eşimin telefonuna ulaşmış bulan kişiler. Eşim ve Karfır güvenlik ekibinden bir kişi, tarif edilen yere gidip çantamı geri getirdiler. Birlikte gittiler, çünkü bazen bu bir tuzak da olabiliyormuş. Çalan kişiler arayıp, çanta için pazarlık edip para kopartmaya çalışıyorlarmış. Kredi kartım ve telefonum dışında herşey yerli yerinde idi. Her ikisini de hemen iptal ettirmiştim zaten. Para ise hiç yoktu.
Bu olaydan en çok etkilenip üzülen kızım oldu. Şimdi biz bu olaydan ne gibi dersler çıkartıyoruz diye konuştuk. Kayıp çocukları görmek ve hırsızlık kavramı ile yakından tanışmak oldukça sarsıcı ancak eğitici oldu onun için. Oğluşum pek etkilenmedi, güvenlik bölümündeki masanı üzerini zevkle dağıtmakla meşguldü.
Başka türlü bir 23 Nisan yaşadık.
O yaşta çocukların farklı bir hayatta, cesaret isteyen gösterilerde rol aldıklarını gördük ve bu konuda kendilerini parlak bir geleceğin beklediğine şahit olduk.
Biz ucuz atlattık. Ancak gençliklerini ve geleceklerini, çaldıkları çantaları darmadağın etmeleri gibi, bilinmeyen bir sokağa fırlatan bu kızlar için üzüldük. Çok üzüldük.

Salı, Nisan 18, 2006

Terasta Keyif

İnsanın annesiyle msn'de konuşması çok ilginç geliyor bana. Öğle tatilinden hemen önce annemden gelen mesajda nasılsın diye yazıyordu. Benim listemde pek kimse yoktur zaten. Ebruşum, annem bir de Gitar vardır. Annemi telefonla sürekli takip ettiğim için yazışmaya gerek duymuyoruz genelde. Neyse, ikimiz de pek iyi değildik; ben şirket sahibine, annem de kendi annesiyle ilgili birşeylere canımız sıkılmış vaziyetteydik.
Hadi yemeğe götüreyim seni, açılırız dedi. Nazlandım biraz, keyifsizim çıkmayayım filan dedim ama ısrarına da dayanamayıp kabul ettim.
İyi ki de etmişim...
Deniz manzalı bir teras katında, nefis bir havada balık yedik birlikte. Konuştuk, gülüştük, açıldık, keyiflendik. Ben şirket sahibi ile ilgili olanları anlattım, o da nelere kırıldığından bahsetti. İçimizi döktük.
Hem de ben keyifsizim, şöyle içim açılsın keyifleneyim diye de, müthiş şık giyinmiş makyaj yapmış. Benim için...
Büyümenin en güzel taraflarından biri, insanın annesiyle çok daha iyi anlaşmaya başlaması ve paylaşabileceklerinin artması bence. Ben işe, o da eve oğluşumun yanına çok daha keyifli döndük. Biraz önce telefon ettim, sesi gayet iyiydi. Demek ki gerçekten terasta keyif ikimize de iyi gelmiş...

Pazartesi, Nisan 17, 2006

Foto

Yok böyle olmuyor...
En kısa zamanda kendime dijital bir fotoğraf makinası almam lazım. Blogda görünecek şekilde çocukların kıyılarından köşelerinden resim çekmek istiyorum ama tek makina olunca zor oluyor. Diğeri iş için kullanılıyor ve sürekli bende değil çünkü.
E yazdığım zaman resim de olursa daha çok hoşuma gidiyor. Hatta resimlerine yazı yazdığım bile olmuştu birkaç kez.
Bir araştırayım bu konuyu...

Cuma, Nisan 14, 2006

Az zamanda çok iş...


...başardık!

Bi kere okul işimizi hallettik. Çok da uzak olmayan, makul bütçeli, düşünce altyapısını bildiğimiz, ingilizce öğretimi olan, düzenli olduğunu düşündüğümüz bir vakıf okuluna kayıt yaptırdık. Öğretmenimizi de tanırsak bu iş tamamdır. Süsten uzak ama fonksiyonel bir binada, kalabalık olmayan sınıflarda yabancı dilden uzak kalmadan, hele ki iyi bir öğretmen de varsa, çocuklarımız için arzuladığımız gösterişsiz ama etkili eğitimin tam yerini bulduk demektir.

Bu arada evimizi sattık ve üzerine bir miktar katıp, bizimkinden daha geniş bir ev aldık. Tapu ve ödeme işlerini de bugün tamamladık. Eylül gibi taşınacağız.

Bu haftanın bir diğer konusu ise bir kaç aydır aldığım iş tekliflerinden biri için büyük heyecan duymam ve teklife evet demem oldu. Gelişme çizgisini bildiğim, yıllardır da birlikte iş yaptığımız bu firma ile çalışmak bana çok şey katacak, benim de onlara faydalı olacağıma eminim. Lüks yatların yapıldığı tersanelerden birine geçmeyi planlıyordum ama görünen o ki, tankerler bir süre daha hayatımda olacaklar. Bizim son derece oynak ve geleceği belirsiz sektörümüzde sağlam bir firma bulup orada kalmayı istiyordum hep. Sanırım bunu gerçekleştirebileceğim burda. Aynı dilden konuşabildiğimiz bir ortam olacak en azından. Mayıs başında hiç ara vermeden başlıyorum.

Bir de araba taksitlerimiz bitti.

Pedal çevirmeye ve çok çalışmaya devam...Yapacak daha çooook iş var.

Pazartesi, Nisan 10, 2006

Veli Toplantısı


Geçtiğimiz Cumartesi günü veli toplantısı vardı. Arkadaş bloglardan anladığım kadarıyla mevsimi geldi galiba. Birçok okulda toplantılar var.
Bizimki bu kez farklıydı. Çocuklarımızdan değil, okuldan ve öğretmenlerden konuştuk. Çünkü okulumuz, büyük bir gruba satıldı. Bir ay içinde tabelalar değişti, sınıflar yenilendi. Fakat, biz veliler ve öğretmenler olarak, yeni yönetimin katılmadığı toplantımızda detaylıca konuşup, yeni anlayış ile ilgili rahatsızlıklarımızın aynı olduğunu gördük.
Bir de öğrendik ki, eski yönetim 5 aydır öğretmenlerin maaşlarını ödemiyormuş. İlgi ve alakada hiçbir eksiklik olmadığı için, kimse bunu farketmedi. Son derece saygı duyduğumuz ve takdir ettiğimiz Müdüre Hanım ve Öğretmenlere bu özverili çalışmaları için teşekkür ettik. 6-7 yıl önce ben de aynı durumda çalışmak zorunda kalmıştım. Zorluğunu bilirim. İyi bir ekip ve kötü bir işletme böyle oluyor işte. O iyi ekip, soru işaretleri içinde konuştu bizimle. Ancak sonradan birebir görüşmelerle anladık ki, yeni grup ile anlayışları tamamen zıt ve çoğu ayrılacaklar. Çok emek vermişlerdi ve duruma çok üzülüyorlardı. Biz de öyleydik.
Şimdi yeni bir okul bulmak zorundayız. Çocuklarla ilgili olarak, okul seçimi konusunda zorlandığım kadar hiçbir konuda zorlanmadım. Devlet mi özel mi, özelse hangisi, bütçesi, uzaklığı, adaptasyonu, öğretmenleri, yönetimi......Yine bunaldım.
Hedefe giden çok fazla yol ve engebe var. En azından doğru bir başlangıç yapılmalı diye düşünüyorum. Mahalle mektepleri eskisi gibi değiller. Evimizin tam karşısında bir ilköğretim okulu ve lise var. Öğrencileri görüyoruz hergün. Böyle olmamalı. Öğretmenin iyi olması tabii gerekli ama, okulun da bir tavrı, disiplin anlayışı, kısaca kişiliği olmalı bence.
Bizim mütevazi özel okulumuzda bu vardı. Şimdi yine kafam çok karışık. Abartmak da istemiyorum ama içimize sinen bir çözüm bulana kadar rahat değilim.
Ne olurdu devlet okulları bu kadar kalabalık olmasaydı ve yabancı dil eğitimi erkenden başlasaydı?
Ne olurdu?

Perşembe, Nisan 06, 2006

Sobeler Devam II

Sevgili Yogun Anne sobelemişti, bir düşüneyim:

Soru: Cocuklarınız mı size adapte oldu yoksa siz mi onlara?
Kızımda biz adapte olduk. Aksini düşünemezdim zaten, zira gaz problemi, süt azlığı, uykusuzluk, v.s. derken eski düzeni korumanın imkanı yoktu. İlk dönemleri atlattıktan sonra, sanki biz şimdiye kadar hep bu düzendeymişiz gibi hissettik. Herkes birbirine adapte oldu. Zorlanmadık. Bir tek Pazar uykularını özlüyoruz. Oğluşum için de aynı şeyler geçerli oldu. İlk dönemler bocaladık, ama kızıma göre geçiş süreci daha kısa oldu. Yine hepimiz birbirimize adapte olduk.

Soru : Uyku, yemek, uslu durma v.b. konularda uyguladiginiz yontemler ?
Oldukça derin mevzular. Bir kere her ikisi de erken yatıp erken kalkarlar. Kendileri de etkilidir tabii ama, uyku saati bizde mutlaka uyulması gereken sert bir kuraldır. Tatil günleri dahil çocuklar saatinde yatarlar veya yatırılırlar. Nadiren istisnalar olur tabii. Bunun faydasını hep birlikte görüyoruz. Zira hem çocuklar uykularını alıp dinlenebiliyorlar, hem de bize akşamları ayaklarımızı uzatma vakti kalıyor.
Yemek konusunu eskiden çok problem ederdim. Şimdilerde daha rahatım, her çeşitten azar azar da olsa yedirmeye gayret ediyorum. Oğluşum için daha kolay çünkü sebze çorbası yiyor ve içinde herşey oluyor. Ama kızıma sebze yedirmek oldukça maharet gerektiriyor.
Uslu durma konusunda çok fazla sıkıntı yaşamıyoruz. Birşeyi engellediğimizde her ikisine de sebeplerini açıklıyoruz ve net tavır koymaya çalışıyoruz. İşe yarıyor genelde. Arada da yaramazlık yapmalarının hiçbir sakıncası yok. Göz yumduğumuz da oluyor.

Elma Şekeri, Sobeeeeee!

Sobelere Devam

Sevgili Crescent aşağıdaki sorular için sobelemişti, zaten geciktim, hemen cevaplıyorum:
1.Soru: Cennette yada cehennemde (kim bilir ?) insanlığa yön veren bütün o eski bilim adamları (Einstein, Newton, Maxwell, Rudherford, Galileo, Pascal, Bohr vs…) bir araya gelmişler. Her gün bilimsel konular üzerinde tartışmak çok sıkmış onları, ve bir gün saklambaç oynamaya karar vermişler. Kısa çöpü çeken Einstein başlamış saymaya yüze kadar herkeste bir koşuştumaca, saklanacak yer arıyorlar. Ama bir tek saf (?) Newton olduğu yerden kıpırdamamış. Yerden bir sopa almış ve yere bir şeyler çizmiş. Bu arda Einstein saymayı bitirmiş ve arkasını döner dönmez, hemen hiç düşünmeden ...... sobe demiş. Einstenin sobelediği kimdir ve neden ?
Hmmm, şimdi ne desem. Herhalde dönünce Newton'u gördü ve onu sobeledi. Neden mi? Neden olmasın?
2.Soru: Okuduğunda seni en çok etkileyen kitap?

Can Yayınlarının eskiden içinde 52 tane çocuk kitabının bulunduğu bir set vardı. Bulabilsem yine onu alırım ve çocuklarımın da okumalarını isterim. Hepsi çok güzellerdi. Bak iyi aklıma geldi, bu konuyu yazayım ben Can Yayınlarına.
3.Soru: Takip ettiğin dergi?
Focus, Sofra, Maison Franceis (yanlış yazdım galiba), Popüler Tarih, Yemek Zevki
4.Soru: Günlük okuduğun gazete?
Yok. Gazete okumayı bırakalı uzun zaman oldu.
5.Soru: En yaramaz çocukluk anın?
Maalesef öyle çok yaramaz bir çocuk değildim:( Hiç hatırlamıyorum.
6.Soru:Televizyon yapımcısı olsan yapmak istediğin program ne olurdu?
Gezi programı olurdu. Ordan oraya seyahat eder, üzerine bir de para kazanırdım:)

Sobelenmedi ise; Zeynep sobeee!

Çarşamba, Nisan 05, 2006

Fazla da geciktirmeden...

Sevgili Aslıberry ve Aslı, sobelemişlerdi beni. Daha fazla gecikmeden yazayım;

Kitaplar;
Kızımın bizden çok kitabı var şu an. Çeşitli boy ve ebatta olmakla birlikte, küçükken sayfaları sert karton olan kitapları kolaylıkla okur(!) ve hatta beğendiklerini yerdi. Muşamba kaplı banyo kitaplarını da severek kemirmişti bir dönem. Biraz daha büyüdüğünde hikayeleri hatırlar ve resimleri tanır oldu ki, bir kitabı bize defalarca okutmak suretiyle, ufak çaplı sabır deneyleri yapardı üzerimizde. Büyüdükçe ilgisi prensesli masalların olduğu kitaplara yöneldi. Bizim her hafta yaptığımız kitapçı turlarımız vardır. Her ziyarette tek bir kitap alma hakkı olur. Bulabildiği bir yere oturur, uzun uzun kitapları inceler. Ve sonra bir tanesine karar verir. Artık yaşı geçti ama Tübitak'ın o güzel mavi kaplı kavramlar serisini çok sevmiştik biz. Birlikte yapardık hep. Oğluşum için de aynı seriyi almayı düşünüyorum. Kendileri şu an uzun süreli olmasa da kitaplarla ilgileniyorlar. Özellikle dekorasyon dergilerindeki çeşit çeşit lambaları bulup "Amma!" (lamba yani) diyerek göstermek çok hoşuna gidiyor. Renkli, net resimli kitaplar oğluşumun da ilgisini çekiyor ama en çok içinde kuş resmi olanları seviyor ve kanatlı her türlü yaratığa "Kaaga" (Karga) diyor. Salça kavanozunun üstündeki penguen de onun için bir karga!

Oyunlar;
Oooo bir sürü...Kızımla ilgili hemen aklıma gelen oyun bebek konuşturmaca. Biz baygınlık geçirdik köşe bucak kaçıyoruz bu oyundan ama, kazara eve gelen misafirleri esir almak suretiyle, zorla tiyaro oyununda oynattığı oluyor. Kimseyi bulamazsa, kendi kendine senaryo uydurup, bebekleri de başka oyuncaklarla yaptığı sahnelerde konuşturuyor sürekli. Bir dönem kurallarını kendi icat ettiği pişti oyununu ve tombalayı çok sevmişti. Şimdi hiç oynamıyor. Bilmece uydurup sorma oyununu da çok oynardık. Oğluşum şu an daha çok iri legolarla, mutfak ekipmanları, benim tuvalet masamın üzeri ve banyo dolapları ile sıkça oynuyor. Saklambaç oynamayı da seviyor. Kızımda herşey sıralı gitmişti, yapbozlarla uzun süre uğraşırdı. Ama oğluşumda öyle olmuyor, ablasının tüm oyuncakları, yaş gruplamasından bağımsız olarak, zaten elinin altında. Henüz yapbozlar ilgisini çekmedi. Bakalım, belki ilerde ilgilenir.

Sobelenmeyen kaldı mı bilmiyorum ama, Neşeli'de süper fikirler vardır. Sobeee!

Sıra Sıra Odalar

Dün akşam, bildiğim kadarıyla 10 yıldır (belki çok daha öncesi de vardır) ilk kez yapılan bir toplantıya katıldım.
Gemi mühendisleri odasında yapılan toplantının konusu bizim sektörde kadının yeri, durumu, sorunları, yaşadıkları, v.s. idi. Gazetelerden biri için röportaj yaptılar bizimle.
Şimdiye kadar hiçbir oda toplantısına katılmamış olmam hoş değil ve ödenmemiş aidatlarım var ancak konu kadınları ilgilendirince, bu toplantıya katılmamazlık edemezdim.
Erkeklere oranla çok fazla sayıda olmadığımızı biliyordum, yine de 4 kişi olacağımızı da tahmin etmemiştim doğrusu. Katılımı arttırmak ve düzenli şekilde toplanabilmek için sözleştik en azında. Küçük gruplar halinde zaman zaman toplandığımız, ev ziyaretlerine gittiğimiz oluyor ama, nerde kim var tam olarak bilemiyoruz.
Konuşulurken aşağı yukarı aynı dertlerin yaşandığı ortaya çıktı. Farklı bakış açılarıyla tabii. 10 yıl öncesine göre bugün yeni mezun olanlar daha rahat edebiliyorlar pek çok konuda. En azından etrafta karşı cinsin dolaşmasına, fiziki mukavemet gerektiren işler yapmasına, idarecilik yeteneğine ve daha pek çok şeye alışılmış.
Yine de çok daha iyi olabilir. Biraz gayret ve ilgiyle...

Pazartesi, Nisan 03, 2006

Bir Başka 1 Nisan

Hastaneden anneannem aradığında, doğacağıma Babam inanmamış önce. Şaka yapıyorsunuz demiş. Anneannemin o hışımla, normalde hiç yapmayacağı birşey yapıp, ister inan ister inanma deyip telefonu kapatması babamı yeterince ikna etmiş ve hastaneye koşmuş.
Hikaye böyle başlıyor.
Ve bu güne kadar geliyor. Nereye ne kadar süre ile gideceğini bilemiyorum tabii.
1 Nisan Cumartesi günü yaşadığım en güzel doğumgünü idi. Bir süreden beri oluyor bu. Her seneki, bir öncekinden daha güzel oluyor.
Sabah gelirken bakıcımız fırına uğrayıp, bir sürü kurabiye kek ve küçük bir de pastacık almış. Bizim burdaki fırın nefis pastalar da yapıyor. Annemle, bunu önceki gün planlamışlar. Mum almayı unutmuşlar ama. Biz de salonda dekoratif amaçlı kullandığımız mumlardan birini, ki neredeyse pasta boyutlarındaydı, seçip kullanalım dedik. Öyle de yaptık. Yaşla birlikte mumlar da büyümeli tabii. Üflerken dilek dilmeyi de ihmal etmedim. Annem de bakıcımız da, birer hediye almışlar. Beklemiyordum ve gerek de yoktu ama çok mutlu oldum.
Kızım hediye almadığı için kendini kötü hissetmiş olacak ki anneannesini yanına çağırıp birşeyler fısıldadı. Benim dışarıda olacağım zaman içinde, hediyemi ayarlamaya karar vermişler. Sır saklamayı da pek bilmediği için hemen açık etti gerçi. Bak sürpriz yapacağız sana ama, sen bilmiyorsun dedi. Ben de tamam dedim. Sonradan hediyemin, bize yakın bir bi milyoncudan aldığı, benim için dünyanın tüm mücevherlerinden daha kıymetli olan, beyaz plastik bocuklu bir kolye küpe takımı olduğunu öğrendim. Paketi açar açmaz da hemen taktım. Birkaç kez beğendin mi diye sordu. Hem de çok beğenmiştim. Yakası açık bir bluz giydim ki, daha da ortaya çıksın, görünsün dedim. Tabii kendine de ufak tefek bir kaç hediye almayı da ihmal etmemiş. Bak ne şirin şeyler aldım diye onları da gösterdi.
Sabahki erken doğumgünü partimden hemen sonra evden fırladım. Kırmızı bir gül ile karşıladı beni eşim. Yine 11:00 matinesine sinemaya gittik. Bu kez film
V for Vendetta idi. Pörtlekler, kahve, film hepsi harikaydı. Çıkışta biraz koşturarak evden kızımı kapıp, yüzme dersine yetiştik. Ders bitti, yine hızla duşumuzu alıp eve gittik ve bu kez oğluşumu da hazırlayıp, hep birlikte arkadaşlarımızın yemek davetine yetiştik. Nefis yemekler, hoş sohbet, kikirdeyen çıtırlar, etrafı sürekli merak edip kurcalamak isteyen oğluşum eşliğinde güzel bir akşam geçirdik. Eve döndüğümüzde çocuklar hemen uyudular, zaten bizde de daha fazlası için enerji kalmamıştı.
Doğduğum günün 33 tam yıl sonrası, çok hareketli, çok renkli ve en önemlisi sevdiklerimle geçti. Birlikte olamadığımız arkadaşlarımla da telefonla görüştük hiç olmazsa.
Yeni yaşıma hızla girdim. Yaşadığım hergün, olduğum ve yaşadığım en güzel zaman benim için. Bunu aileme eşime ve çocuklarıma borçluyum.
Bir de annem ve babama. Annem henüz söylemedi ve babamın da beni görüp görmediğini bilemiyorum ama, umarım benimle gurur duyuyorlardır. Çünkü ben kendimle duyuyorum...

Cuma, Mart 31, 2006

İspanyol Gecemizden Notlar

Neşeli'cim detaylarını anlatmış ama, birkaç ilave yapmadan edemeyeceğim.
Çıtırlar süperdi bi kere. Fırfırlı dönen eteklerle danseden ablalardan bahsetmiştim ben bizim hatuna, pek sevinmişti. İki çiftin dansettikleri azıcık zamanda bile ilgiyle izledi. Boğaziçi Oda Orkestra'sı muhteşemdi ancak yine de, çıtırların kendi aralarında zaman zaman kikirdemelerini engelleyemedi. Bu tip konserlerde, mümkünse bir anne bir çıtır bir anne bir çıtır şeklinde bir oturma düzeni tercih edilmeli. Bir ara "Anne nece çalıyorlar, İspanyolca mı?" demesi, beni de tabiri yerindeyse koparttı.
Konser arasında, istersen çıkalım, bu kadar yeterli gibi dedim. İstemedi. Kalalım dedi. İkinci yarının sonlarında tam sıkıldım demeye başlamıştı ki, dansçılar tekrar sahnede göründüler de ilgisi canlandı. Beğendin mi diye sordum. Elinin beş parmağını da açarak eh işte işareti yaptı. Yine de çok keyifliydi. Dün akşam bizim kızlar da bana, yarın için doğum günü hediyesi alıp, süpriz yaptılar. Nasıl mutlu oldum anlatamam. Siz bi tanesiniz kızlar! Hem hediyem için hem de konser organizasyonu için tekrar tekrar teşekkürler!

Perşembe, Mart 30, 2006

Bir İlk

Bu akşam bir ilki gerçekleştireceğiz kızımla. Anneler ve kızlar şeklinde bir grup olarak Sabancı Gösteri Merkezindeki İspanyol Gecesi'ne gideceğiz. Sevgili Neşeli'nin süper organizasyonu sayesinde biz de geri kalmıyoruz böyle şeylerden. Oğluşum da azıcık daha büyümüş olsaydı da, o da gelebilseydi babasıyla. Ama, şu an bunun için çooook erken. Beyler yine evde kalacaklar bu durumda. Biz de ilk defa kız kıza böyle bir akşam geçireceğiz. Tüm ilgi ve özeninin babasında toplandığı şu günlerde, benim biraz puan toplayabilmem için iyi bir fırsat. Umarım beğenir de planlarım suya düşmez.
Bu arada oğlumda da bariz bir bana düşkünlük var ki, insanı mest ediyor. "Seni Seviyorum" diyorum uyuturken, anlıyor ve boynuma sıkı sıkı sarılıyor. Ne zaman öğrendi söylediğimin anlamını bilmiyorum. Sadece bu anları beyin kıvrımlarıma kazımaya çalışıyorum. Bu akşam görüşemeyeceğiz, erken çıkmamız lazım. Şimdiden az göreceğimi bildiğim için özlüyorum.
Bakalım bizim çıtır kızlar gösteriyi beğenecekler mi? En azından bu yaşta böyle bir hatıraları olacak. Yanlış hatırlamıyorsam, ben, ilk kez canlı olarak göreceğim İspanyol Dansını. Üniversitede Tango Passion'a gitmiştim. O kadar. Bizimkiler 6 yaşında ve biraz sıkılsalar bile, onlar için eminim unutulmaz bir deneyim olacak.

Pazartesi, Mart 27, 2006

Küçük Mavi Balık

Yüzme, sağlık bir yana, güvenlik için bilinmesi, su üstünde kalmaktan öte öğrenilmesi gereken bir spor bence.
Cumartesi günü ilk yüzme dersimize gittik kızımla. Belediyenin spor salonunda sürekli, her yaşa yüzme dersleri var. Bize de çok yakın olduğu için, bu fırsatı değerlendirelim dedik.
Elimizde tahlil kağıtlarımız ve vesikalık resimlerimizle kızımın kaydını yaptırıp, bir önceki dersin bitmesini bekledik bir süre. Küçük yüzündeki korku her halinden belliydi. Bir iki kez geri dönelim, yarın geliriz diye deneme yaptıktan sonra, kararlılığımı görüp vazgeçti. Sessizce bekledi.
Soyunma odasındaki kabinde mayosunu giydirirken zar zor duyulacak bir sesle "Anne, korkuyorum" dedi. Öleceğim sandım o anda. Sesimin titrediğini farkettirmemeye çalışarak, "Biliyorum canım, ben de yeni başlayacağım ve bilmediğim işlerden önce korkarım. Zamanla alıştıkça korkum geçer. Bakalım neler olacak göreceğiz" dedim.
Yeni ve henüz bilmediği herşeyde ilk adımı atması her zaman çok zor oldu. Kendini koyvermesi ve o bilmediği işi yapıvermesi hep vakit aldı. İki yaz önce havuza ayaklarını sokmaya alışmıştı. Hatta sonra çocuk havuzuna inip, beline gelen suda oynamaya başlamıştı. Geçen yaz da, simitle yüzer hale geldi. Bu sene de, artık tamam yüzme öğrenmelisin dedik. Ve spor salonuna geldik.
50-60 kişilik, irili ufaklı çocukların arasında pembe bonesi başında, öylece bir kenarda durdu önce. Havuz etrafındaki ısınma turlarına ve sonraki ısınma hareketlerinin hiç birine katılmadı. Havlusuna sıkı sıkı sarılıp bekledi.
Bu arada, tribünde yerinde rahat duramayan ben de, yüzünü seçmeye çalışarak, her hareketini izliyor ve acaba katılacak mı diye merak ve endişe içinde bekliyordum. Isınma hareketleri bitince, çocuklar havlu ve terliklerini kapıp duş almak üzere soyunma odalarına dönmeye başladıklarında, korktuğum oldu ve ağlamaya başladığını gördüm. Yüzme eğitmeni ablaya yaklaşıp derdini anlatmaya çalıştığını gördükçe, tribün korkuluklarının üzerinden fırlayıp, kendimi olimpik havuzun diğer tarafına atmamak için zor tuttum. Eğitmen abla oldukça sert. Gözyaşlarına prim vermedi ve sırtından hafifçe itekleyerek, soyunma odasına götürdü kızımı. O anda, yanımda oturan ve hop hop zıpladığımı gören hanım "Hiç karışmayın, yoksa alışamaz " dedi. Ben de "Evet görünmeyeyim,değil mi?" dedim. Sanki kafamın içinde bir sarkaç vardı ve katı olmakla kendini koyvermek arasında gidip geliyordu. Oturdum. Beklemeye başladım.
Duşunu alan çocuklar, yaş gruplarına göre kendi eğitmenlerinin yanlarına birer birer koşarlarken, ayaklarını sürüyerek ve ağlayarak havlusuna sarılmış halde geri geldi hatunum. Bu sırada iki tırnağımı kemirmiştim. Diğerlerini kurtardım neyse ki.
Yeni başlayanlar grubu, çocuk havuzuna girmişti bile. En sona kalmıştı ve eğitmeni çağırıyordu. Nihayet suya girdi. Bundan sonrası kolay olur dedim içimden. Uzaktan seçebildiğim kadarıyla artık ağlamıyordu. Grupla birlikte, eğitmenin söylediklerini yapıyordu teker teker. Ben de rahat bir soluk alıp, arkama yaslandım. Bir dahaki sefere, yanımda kahve getireyim diye bile düşündüm.
Bir süre sonra dönüp bana el sallamaya bile başladı. Gülümsüyordu ve eğlendiği her halinden belliydi. Eşiği geçmiştik.
Ders bittiğinde yüzünde heyecan vardı. Sevmişti olanları. Demek ki bir sonra ki ders daha iyi olacak diye düşünürken, soyunma odasında olmadığını farkettim. Eğitmen dahil herkes gelmişti havuzdan ancak bizimki yoktu! Endişe duyargaları daha yeni sakinleşmiş ben, panik halinde koridorlarda dolaşıp adını bağırmaya başladım. Eğitmeni, yolunu şaşırıp başka kapıdan girdi herhalde dedi. Bir de erkek bölümüne bakmalıydım. Oraya doğru koştum ki, pembe havlusuna sarılı, mavi mayolu balığım beni arar halde ve nereye geldiğini bilmez gözlerle giyinip soyunan oğlanların arasından bakıyor.
Seslendim. "Anne eşyalarım nerde?" dedi ben ona sıkı sıkı sarılırken.
Bundan sonrası güle oynaya, duş, giyinme ve saç kurutna faslı idi. Sevdiğini ve yarın gelmek istediğini söyledi.
İkimiz de çok korktuk ama atlattık. Pazar günü çok daha iyi geçti. Havuzun içinden tribüne bana laf yetiştirmeye ve arkadaşlarıyla birbirlerine su atmaca oynamaya bile başladı.
Ben de bu kez arkama yaslanıp kahvemi içtim.
Sadece, anneler için bone takma kursu var mı diye salondakilere soracaktım. Unuttum. Bir dahaki haftaya artık...

Cuma, Mart 24, 2006

Müsait Değilim!


Okuldan üzgün gelmiş kendileri.

Telefona çağırdım, sesini duyayım, nasıldı günün, iyi misin diyeyim istedim. Hergün yaptığım gibi. Müsait değilmiş! Eve gelince konuşurmuşuz.
Öğretmeni çok kızmış arkadaşlarına ve bir daha gelmeyeceğim demiş. Bizim hatun da dünden beri, acaba gerçekten gelmez mi diye düşünüyor. Hatta bu sabah, okula gitmesem, öğretmenim de yok zaten dedi. Çok etkilenmiş. Birilerinin üzülmesine hiç dayanamaz. Öğretmenine de çok değer veriyor ve üzülsün istemiyor.
Pazartesi'ye kadar toparlar umarım.

Tabii ben bu arada, telefonla görüşemediğimle kaldım. Bir saat sonra evde olacağım, bakalım bu kez müsait olacak mı?

Perşembe, Mart 23, 2006

Yok yok yaşlanmışız!

Dün, henüz mezun olmamış ama bitirmeye de birkaç dersi kalmış bir gemi inşa öğrencisiyle, iş görüşmesi yaptık. Ufak tefek kıpır kıpır bir çocuk. Saçlar dimdik ve jöleli. Konuşmaya başladık. Rahatlığı beni çok şaşıttı, sorduğumuz sorulara o kadar rahat ve doğal cevap verdi ki, ister istemez ilk iş görüşmem aklıma geldi.
Ne kadar utanıp sıkılmıştım, onu hatırladım. İki lafı biraraya getirememiştim galiba. Şöyle gerine gerine ideallerimden, ne yapmak istediğimden, görev verilirse çok çalışabileceğimden, hangi işleri yapmaktan hoşlanabileceğimden bahsetmek şöyle dursun, sanırım aklımdan bile geçmemişti. Bir de korkuyordum.
Zamane gençleri çok daha rahatlar. Kendilerinden eminler. Şunları şunları yaptım, ilerde de bunlar bunlar olsun istiyorum diyebiliyorlar.
Çok hoşuma gitti de, kuşak farkını hissettim bir anda. Hiç şikayetçi değilim ama yaşlandığımı da bu kadar net farketmemiştim.

Salı, Mart 21, 2006

Uzuuuuuuun bir anket!

Sevgili Mrsucar sobelemiş. Ben de cevapladım.
rumuz/takma adınız: annelog
doğumgününüz: 01.04.1973
hiç öpüştünüz mü: nasıl soru şimdi bu?
Hiç koca bir kutu " oreos" yediniz mi? O da ne? dediğime göre sorunun cevabı hayır
Hiç sahneye çıktınız mı? Ortaokuldayken evet
Hiç araba kazası yaptınız mı? ufak bi tane evet
Hayatınızda Eiffel Kulesi'ne gittiniz mi? henüz hayır
En sevdiğiniz şampuan? neden sordunuz
En sevdiğiniz sabun? neden sordunuz
En sevdiğiniz renk nedir peki? kendini kırmızıya yakın hisseden koyu pembe, bir de yanyana mor ve yeşil, yine yanyana camgöbeği mavi ve kahverengi. Ama yanyana olacaklar, bu önemli!
En sevdiğiniz gün efendim? Cuma akşamı tabii ki
En sevdiğiniz gece? Yukarı bakınız
En sevdiğiniz müzik grubu? Hmmm, uzun zamandır özel bir müzik grubu seviyor değilim.
En sevdiğiniz reklam? Dans eden araba, süper! Bi de basket sahasına havuzmuş gibi atlayan çocuklar var, o da çok iyi bence.
Erkek arkadaşınız var mı? Tabii ki.
Birisinden hoşlanıyor musunuz? Tabii ki.
En iyi arkadaşınız var mı? Tabii ki.
Telefonunuzda hızlı arama tuşlarında sevdiğiniz arkadaşlarınızı sıralıyor musunuz? Yoo.
En komik arkadaşınız kim? Evren, çok güldürür beni, komiktir.
En çok hangi arkadaşınızla alışverişe gidersiniz?Annemle
En çok kime mail yazarsınız? Çalıştığım firmalara
En eski arkadaşınız kim? hmm, Hüloş galiba. Di mi Hülooş?

En gürültücü arkadaşınız kim? Çocuklarım:)
En çekingen arkadaşınız kim? Oğluşum, bazen:)
Ailesini en iyi tanıdığınız arkadaşınız kim? Nasıl derecelendireyim şimdi??
En çok hangi arkadaşınızdan öneri alırsınız? Ebruş'tan
Hangi arkadaşınız bütün sırlarınızı biliyor? Sırrım yok ki.
En çok kimden anketler alıyorsunuz? Mrsucar'daaan!!!
Hangi arkadaşınızı kıskanırsınız?Orta 1'de Fulya diye bir kankim vardı, bi keresinde benim asla inemeyeceğim kadar eğimli bir tepeden aşağı erkeklerle yarışmak için inmişti ve yukarı çıkmıştı. Çok kıskanmıştım. Aynı gün ben başka bir tepeden aşağı yuvarlanmıştım:(
Kimle ağlarsınız? Farketmez, kim müsaitse onunla beraber ağlarım. Ne biçim soru bu?
Sürekli kullandığınız bir cümle/söz var mıdır, nedir? Dikkat etmedim ki hiç. Bir dinleyeyim kendimi.
Son 24 saatte....
ağladınız mı? Hayır
birisine yardım ettiniz mi? Biraz önce bir iş görüşmesinde, gelen kızcağıza galiba yardım etmiş oldum
gazetede bir şeyi incelediniz mi? Hayır
saçınızı kestiniz mi? Hayır
etek giydiniz mi? Hayır
kravat taktınız mı? Hayır
birisine kötü davrandınız mı? Hayır
birisiyle alaycı konuştunuz mu? Soruları cevaplarken biraz alay oluyor tabii şu an
yürüyüşe çıktınız mı? Masamdan diğer odaya
sinemaya gittiniz mi? Hayır
öpüştünüz mü peki? Sorunun amacı nedir?

dudaktan mı? Sorunun amacı nedir?
kendinizi aptal hissettiniz mi? Hayır, ama süper akıllı da hissetmedim
"Seni seviyorum," dediniz mi? Evet
mektup yazdınız mı? Blog sayılıyor mu?
sınava girdiniz mi? Bu anket sayılıyor mu?
bir şeyin üstesinden geldiniz mi? Evet, yüklüce bir sipariş aldım, bence bu sayılmalı
yeni birisiyle tanıştınız mı? Hayır
günlüğünüze yazdınız mı? Evet
en sevdiğiniz filmi izlediniz mi? Hayır
hoşlandığınız biriyle konuştunuz mu? Evet
birisine hediye verdiniz mi? Hayır
birisini özlediniz mi? Evet
kucaklaştınız mı? Evet
kavga ettiniz mi? Hayır
arkadaşınızla kavga ettiniz mi? Hayır
bir şeyden korktunuz mu? Evet

en son ne zaman duş aldınız? İki gün önce de, niye sordunuz
gece yemek yediniz mi ? yok yemem
şu anda ne giyiyorsunuz? venedik karnaval kıyafetlerimi

yorgun musunuz?yok henüz değilim
mutlu musunuz? özellikle hayır ama mutsuz da değilim, sorulardan bunaldım ama!!
pijama mı giyiyorsunuz? Niçin sordunuz?
yatarkenyemek yiyor musunuz? hayır
birisiyle online konuşuyor musunuz ?evet

bu anketin bitmesine hazır mısınız?taaa başından beri hazırım
bu anketi ne zamandır yapıyosunuz?bilmem, hatırlayamıyorum bile
en sevdiğiniz sandviç? Daha önce böyle bir şeye kafa yormadım, bir düşüneyim
kahve mi sıcak çikolata mı? Kahve
sıcak mı soğuk mu? İklimse ılık, kahve ise sıcak, dondurma ise soğuk. Ne demek şimdi bu?
küçük mü büyük mü? Duruma göre değişir, nerden bileyim şimdi
nasıl bir hava? Ilık demiştim
dantel mi saten mi? Farketmez, ne için soruluyor bilmiyorum ki
eski mi yeni mi? Ortaya karışık
orası mı burası? Burası


Ohh, bitti! Anket sorularını hazırlayan arkadaş, bir zahmet sonuçları da bildirsen de, neden cevaplıyoruz bunları, nedir profilimiz, toplumun yüzde kaçlık dilimindeki neyin hedefi kitleyiz bilsek.

Resimleri Sildim

Sevgili Biyonik uyarmış ve Taurus'un yazısından bahsetmiş. Hayatta aklıma böyle şeyler olacağı gelmezdi. Risk almaya ve acaba diye kabus görmeye gerek yok. Çocukların tüm resimlerini kaldırdım. Bundan sonra kenarlarından kıyılarından resimler çekeceğim blog için.
Dünya bu kadar mı kirlenmiş? İnanılır gibi değil!

Pazartesi, Mart 20, 2006

Başardık!

Cumartesi saat 11 matinesine gitmeyi başardık!

Doğrusunu söylemek gerekirse o kadar zor olmadı. 10 yıldır ilk defa birkaç aydır Cumartesi'leri çalışmıyorum. Eşim de işlerini ayarlayınca, sinemayı sinema salonunda izleme ayrıcalığını (!) biz de yaşadık. Mısır pörtlekleri de nefisti. Ön koltuktakilerin kafası ekranı kapatmıyordu ve film güzeldi. Daha ne olsun...

Syriana ile ilgili ufak bir not: Hani filmler bittikten sonra bir yazı çıkar ve der ki "gördüğünüz kişi ve olayların gerçek hayatla ilgisi yoktur, benzerlikler tesadüftür". Bu filmden sonra da aynı yazı çıktı. Çok güldük bunu okuyunca.

Bir sonraki hedefimiz Nisan ayında Vaşovski kardeşlerin filmi. Şimdiden sabırsızlanıyorum.

Çarşamba, Mart 15, 2006

Kek Anne

Bir darbe daha aldım. Alıştım aslında bu duruma ama, yine de hafif (!) bir burukluk da olmuyor değil...

Ufaklık uyuduktan bir saat sonra yatıyor kızım. Arada kalan bu süre sadece ona ve onunla ilgili şeylere ait her zaman. Bazen kulaktan kulağa, bebek konuşturmaca gibi oyunlar oynuyoruz. Ya da sadece öylece oturup televizyon seyrediyoruz. Bir de ikimiz birlikte kek yapıyoruz. Daha doğrusu, ben tariften gerekli malzemeleri okuyorum veya unu su bardağına koymasına yardım ediyorum, gerisini kendi yapıyor. O sırada sohbet ediyoruz. Ben aşçı yamağı şeklinde kendisine malzeme yetiştirmeye çalışırken, o da kabın içindekileri karıştırmaya uğraşıyor. Sadece kakaolu veya çikolatalı kek sevdiği için pek fazla çeşit çıkmıyor ve sonuç da sürpriz değil. Ancak, tüm bu uğraş öyle keyifli ki, ikimiz de öyle hoşlanıyoruz ki bundan, tarifi mümkün değil.
Geçen akşam yine nefis çikolatalı kekimizi yaptık birlikte. Herşey harika. Ertesi sabah oldu. Odasının önünden geçiyorum ve şunları duyuyorum: "Babacım, keki sadece senin için yaptım!"
Yok kabullendim de, ben de bir şekilde konuya dahil olduğumu sanıyordum.
Aşçı yamaklığına devam...

Pazartesi, Mart 13, 2006

Çay Töreni

Bu ayki Focus dergisinde ilginç birşey okuduk.
Japonların ünlü çay törenlerinin uzun sürdüğünü ve belirli kuralları olduğunu biliyorduk. Ama bilmediğimiz ve yeni öğrendiğimiz, bu törenlerde misafir ve evsahibinin birbirlerine, bir daha hiç görüşemeyeceklermiş gibi davranmaları oldu. Dört saat kadar süren törende tek ilgilenilenin çay servisi olduğunu sanırdım. Değilmiş.
Bir de Japon çocukları, bu törenler sırasında nerede oluyorlar veya gelen misafirler çocuklarını getirmemiş mi oluyorlar merak ediyorum. Çünkü, bizi düşünüyorum. Değil tören yapmak, bazen ne yiyip içtiğimi bile hatırlamaz halde bir koşuşturma içinde oluyoruz. İki arada bir derede sohbet edilebilirse ne ala. Ama bir de denk gelip de ufaklıklar aynı anda uyumuş, büyükler de babalarla birlikte parka gitmişse, o arada içilen kahvenin tadına doyum olmuyor. İşte asıl tören bu.

Salı, Mart 07, 2006

Öğlen Yemeği

Uzun zamandır bu kadar gülmemiştim.
Bugün, öğlen yemeğinde kızlarla buluştuk. Geçen yıl çocuklarımız aynı sınıftalardı. O gün bugündür, biz de çocuklarımız da kopmadık birbirimizden.
Dedikodulu, rejimli, esprili, bol tatlılı bir yemekti. Etrafta çocuklar olmadan birarada olmak biraz tuhafımıza gitti önce ama çabucak adapte olduk. Her ay bu şekilde toplanacağız, kız kıza.
Şiddetle tavsiye edilir.

4'ler

Sevgili Sevilay 4'ler konusunda beni sobelemiş. Hemen yazıyorum:

Yaşadığım 4 Yer
-Tuzla/İstanbul (geç buldum çabuk alıştım)
-Yalıkavak/Bodrum
(her yaz istisnasız, baba evim)
-İzmir/Bornova ve Çapa/İstanbul (çoook eskiden çocukken)

-Elazığ (çoook eskiden birazcık büyümüşken)

Tatil İçin Gittiğim 4 Yer
-Yalıkavak/Bodrum (çok az görüşebildiğim uzak sevgilim)
-Bozcaada
(ah o şarap kokan sokaklar ve kale dibindeki çay bahçelerinde çekirdek yemek)
-Halfeti/Urfa (yıllaaaar önce gitmiştim, hala unutamam, artık görme şansım da yok)

-Eşimle Ege ve Akdeniz turu yapmıştık bir kez. Arabayla tamamen plansız. Nefisti. Cunda'yı, Kekovayı ve Patara'yı çoook sevmiştik.

(Tekrar Tekrar?) İzleyebileceğim 4 Film
Bir sonraki sahnede ne olacağını bilince pek heyecan duymuyorum. Ama yine de 1'den fazla kez seyredebileceğim filmler var.
-Bram Stoke'un Drakula'sı (yok korku filmi değil)
-Tarantino'nun Hero'su (yeni keşfettim sayılır)
-Yılanların Öcü (oyuncuların hiçbiri oyuncu gibi değildi, gerçekti)
-Pink Floyd The Wall (Lisede seyredip bir süre kendime gelememiştim. Şimdi seyretsem aynı etkiyi yapar mı merak ediyorum doğrusu)
Daha çok var ama 4 kuralını bozmayayım.

En Sevdiğim 4 TV Programı
-Discovery'de(ydi galiba) Mega Yapılar
-Aliye
-Denk gelirse ve çocuklar uyumuşsa Seinfeld.
-Artık, denk gelirse ve çocuklar uyumuşsa, Prison Break. Cnbc-e'de.
Genelde film seyrediyoruz yine de.

Yaptığım 4 İş
-Üniversiteden mezun olana kadar; resepsiyonislik, turizm acentası bilet satışı, garsonluk, fuarlarda stand hostesliği ve danışma görevlisi, marketlerde promosyon dağıtımı, anketörlük, konferanslarda ve bazen otellerdeki zengin düğünlerinde yer göstericilik hoşgeldiniz deyicilik, bir mobilyacıda pazar brunchlarında servis yapıcılık (tuhaf ama gerçek). Hatta hatta, bir klipte ve çarkıfelek ramazan programında folklör kıyafetleriyle tiviye çıkmışlığım bile var. İngilizce ders de vermiştim ama o kadar yeteneksizim ki öğretme konusunda, devam ettiremedim.
-Mezun olur olmaz; eski rus tankerlerinin havuzlanmaları ve tüm tamir işlerinin organizasyonu, taşaronlara iş dağıtımı ve hakedişler. Gemi sahipleriyle hesap kapama işleri. Ordan, ihale dosyalarının hazırlanması ve yeni inşa gemi tekliflerinin hazırlanması. Ordan, gemilerin ithal malzemelerinin tüm teklif toplama, gümrük, nakliye, varsa akreditif ve ödeme takibi işlemleri. Ordan, yeni inşa edilen bir gemide planlama mühendisliği. Ordan ve şu anda, gemilere malzeme satışı yapan bir temsilcilik firmasının satış sorumluluğu. Burdan nereye, ben de bilmiyorum.

Şimdi aklıma gelenler;
-15 yaşımda ilk ve son ticari girişimimi yaşadım. Tahtakaleden aldığım üç koca torba (siyah, beyaz ve kırmızı-hiç şansı yok) plastik boncukla kolye yapıp hiçbirini satamamıştım. Pazar araştırması denilen işten haberdar değildim.
-Babamın muayenehanesinde sekreterlik (yazları ve son derece sıkılarak yapardım ama keşke tekrar yapabilsem)

En Sevdiğim 4 Yiyecek
-Fırından yeni çıkmış taze ekmek üzeri bal ve kaymak
-Balık ve salata ikilisiyle sonsuza dek yaşayabilirim
-Simit (çıtırından)
-Çikolata ve çikolatalı herşey

Şu Anda Olmak İstediğim 4 Yer
-Evde 2 saatlik bir gündüz uykusu hiç fena olmazdı
-Arkadaşlarımızla birlikte olabileceğimiz, yemeklerin lezzetli, tuvaletlerin temiz, çocuk parkının güvenli olduğu herhangi bir yerde açıkhavada brunch
-Bodrum Kale Cafe'de limonlu adaçayı içmek de güzel olurdu şu an
-Yalıkavak'taki evimizde badem ağacının altında badem kırıp yemek

Uzun oldu biraz. Ben de, eğer ebelenmedilerse Neşeli, Zeynep,Semra ve Uğur ve Aslıberry'yi sobeliyorum.

Cuma, Mart 03, 2006

Melekler Şehri

Melekler Şehri filminde bir sahne vardır.
Filmin sonlarına doğrudur. Meg Ryan her iki tarafı ağaçlıklı bir yoldan gitmektedir. Yaprakların arasından kaçışan güneş pırıltıları, sarı buklelerinde yanıp sönmektedir. Bisikletiyle rüzgarın içinden geçmektedir pedal çevirirken. Bir ara ellerini yanlara doğru açar, pedal çevirmeyi bırakır ve gözlerini kapar. Durgun su üzerindeki beyaz ufak bir tekne gibidir. Sadece saçları dalgalanmaktadır.
O anda kamera Meg Ryan'ın yüzüne odaklanır. Yüzünde huzur vardır. Aradığını bulmuşluk vardır. Zaman durmuştur.
Bu hafta sık sık aklıma geldi bu sahne. Nedense...

Çarşamba, Mart 01, 2006

Durum raporu

Vahim...Uykusuzluk ve yoğunluk üstüste geldi. Vakit olmuyor yazamıyorum da...Bir de elma yemiyorum kaç gündür. Ondan mı acaba bu halsizlik?

Perşembe, Şubat 23, 2006

Kıtalar-arası

Okyanusa kablo döşeyip ya da uzaya uydu gönderip, iki ayrı kıtadan insanların birbirleriyle konuşabilmelerini sağlayan ve bu işte emeği geçen herkese teşekkür edesim, alınlarından öpesim geliyor.

Neyse ki, babamızın dönme zamanı yaklaştı. Günde bir kez telefonla konuşmak kesmiyor hatunu. Bebek gibi konuşmaya başladı yine.

Fotoğrafı da kendisi çekmişti babasının kucağında. Titretmiş epey. Ama yine de, bu ilişkide benim yerimi net şekilde anlatıyor :(

Çarşamba, Şubat 22, 2006

Hoşuma Gider #2

Taze pişmiş kurabiye kokusunda birşey vardır. Hoşuma gider. Akşamları çocuklar uyuduktan sonra ve beklediğimiz filmlerin saati gelmeden mutfağa dalarım. Yeni tarifler denerim sık sık. Akşamın o vaktinde, fırsat varken bir sonraki günün yemeğini yapmak daha faydalıdır muhakkak ki, ama yine de aklım kurabiyelerde kalır. Denemediğim bir tarifi karıştırmaya koyulurum hemen. Kurabiye pişirmek ciddi bir iştir benim için. O arada başka şeylerle uğraşmam. Bir çeşit hobi gibi.
Eve dolan kurabiye kokusu ise, farklı bir hava yaratır bende. Kurabiye iklimi hüküm sürer ve çocukların da bu kokudan etkilenip güzel rüyalar göreceklerini düşünürüm. Gerçekten görürler mi bilmiyorum. Ama böyle hayal ediyorum.
Kurabiyelerimin tadına mutlaka önce ben bakarım. Not veririm kendime ve tarife. Bir dahaki sefere fırında daha az tutulacak, şekeri az olmuş bizimkiler sevmeyecek, fazla yoğurdum herhalde çok sert olmuş, nefis bir tarifmiş bir daha yapılacak gibi...
Ve sonra eşim, vakit çok geç değilse bir fincan kahve eşliğinde, tadına bakar. Beğenir. Ya da bana öyle söyler. Eminim fikrini söylemesini beklerken, beğenmediğini söylese, sanki gözyaşlarına boğulacakmışım gibi duran yüz ifademin bunda etkisi vardır. Birkaç kez daha sorarım nasıl olmuş diye. Neyse ki, bu sırada film başlar ve ben de nihayet susarım. Tabii bir sonraki tarifi deneyene kadar...

Çarşamba, Şubat 15, 2006

Beni tek geçerim...

Tek çocuk olarak geçirdiğim 33 yıl içinde, eşimin 3 tane harika abisi olması ve benim de onları evlendiğimiz andan itibaren kendi abim bilmem, tek çocukluk kaderimi değiştiren olay oldu. Ailenin en büyük torunu da olunca, biraz da birileri için küçük (bu yaşta bile hissedince güzel oluyor) olduğunu hissetmek istiyor insan. Varmış böyle birşey. Tek çocuk sendromu diye. Ben ilgilenip okumadım. Bununla ilgili bir kitabın arka kapağında yazanlar ise, pek hoşuma gitmedi açıkçası. Neyse, üstüme alınmıyorum...

Salı, Şubat 14, 2006

To the one i love...


Bir kırmızı gül niyetine hayatım açılır önünde,
Toprak ve su aşkına, köklerimde sen...
Artık kaygım yok, ölümsüzüm ben.

Sevgililer Günün kutlu olsun!

Cuma, Şubat 10, 2006

Ajanda

Bu yılbaşında, kendime hediye olarak süslü bir ajanda almıştım. Bir çeşit akıl defteri olsun, içinde benimle ilgili tüm bilgiler bulunsun, sağda solda dağınık kalmasın hiçbiri demiştim. Arkadaşlarımın telefon numaraları, denenecek tarifler, randevular, önemli günler artık bu defterde kayıtlı. Daha doğrusu kayıt altına alınmaya devam ediyor. Tamamlayamadım henüz...

Dün de yakınlardaki sevdiğim bir restoranda kendime yemek ısmarladım. Ara sıra yaparım bunu. Hoşuma gider. Yemeğimi beklerken kitap okurum ya da boş boş etrafa bakınırım. İyi gelir...

Dün ajandama yazdıklarım ilginçti. Biraz da o sırada okuduğum kitaptan etkilendim. Buraya da kaydetmek istiyorum ki, bir ya da bir kaç yıl sonra hala bir anlamı olacak mı diye dönüp bakabileyim:

Kariyer Hedefleri (başlık bile koymuşum!)
1.uygun bir alanda kendi işim
2.uygun alanların listesi
3.uygun alanlarla ilgili maliyet, kar/zarar çalışması
4.ekip oluşturma
5.geribildirim, fikir al
6.bilinmesi gerekenler neler
7.kimlerden destek alınması gerekli
8.çalışmaya bu arada devam edilecek mi
9.yatırım için ne gerekli
10.yurtdışı bağlantısı ne olabilir
11.eşine, arkadaşlarına, annene danış

Hiç değiştirmeden yazdım ki, ilk anda nasıl düşündüğümü tekrar görebileyim diye. Sıralamada biraz değişiklik yapmak lazım ama maddeler uygun...

Bakalım göreceğiz. Olur veya olmaz. Öyle veya böyle...Kötü bir plan, hiç planım olmamasından iyidir.

Bu arada, fotoğrafı daha önce Hollanda'da otelin restoranında çekmiştim. Loş bir ortamda, masada tek başıma otıururken patlattığım flaş, epey bir dikkat çekmişti. Ben de, yanlışlıkla düğmeye basmışım da flaş o yüzden patladı havası vermek için, elimde pardon işaretleri yapmıştım etrafa. Bir türlü fırsat olup da kullanamamıştım . Şimdi denk geldi...

Salı, Şubat 07, 2006

Mardin'li Mehmet

Aslı'nın Yeri'nde görüp haberdar olduğum Kardeşini Seç çalışmasına, hemen o gün katılmıştım.

İlk iş olarak, Türkiye'nin pek çok yerinden çocukların kabaca bilgilerinin olduğu listelerden bir kardeş seçmek gerekiyordu. Bu seçimi neye göre, nasıl yapayım binlerce çocuk arasından diye epey düşündüm. Sonunda, görmeyi hep istediğim Mardin'den, soyadını son derece mücadeleci bulduğum bir çocuk seçtim. Kızlar için eğitim şartlarının daha zor olması sebebiyle olsa gerek, listelerde genellikle kardeşini bulmayı bekleyen erkek çocuklar vardı. Kız veya erkek olması ise benim için önemli değildi.

Önce bir mektup yazmak gerekiyordu seçilen çocuğa. Ben de yazdım. Kısaca bizden bahsettim. Ne şekilde kendisini bulduğumu anlattım. Bana kendini ve ailesini anlatan bir mektup yazabilirse çok memnun olacaktım. Mektubu postaladım. Üzerinde kendi adresim olan pullu boş bir zarfı göndermeyi ise, herhalde heyecandan olacak unuttum. Böylece, hiç masraf yapmadan bana geriye postalayabilecekti mektubunu. Olmadı.

Mektubumu postaladıktan birkaç gün sonra, telefonda önce babasıyla konuştuğum 11 yaşındaki Mardin'li Mehmet'le, böylece tanışmış oldum. Dört kardeşin en büyüğü Mehmet. İlk konuşmamızda ne söyleyeceğimi bilemedim. Son derece kibar ve siz diye hitap ederek konuştu benimle. Mektubumu almıştı. İyiydi. Bir isteğim var mıydı Mardin'den. Hayır, sadece bana yazmasını bekliyordum merakla. Varsa ailesinin bir resmini koyarsa da sevinirdim.

Sonra, Mehmet'in mektubunu beklemeden bir mektup daha yazdım. Bu kez, içine okuması için bir kitap ve üzerinde adresim olan bir zarf ekledim. Kitabı okuyup özetini gönderdikçe, kendisine yeni kitaplar göndereceğimi, okumanın insanı en çok geliştiren araçlardan olduğunu, büyük bir adam olduğunda aklının en büyük hazinesi olacağını yazdım.

Bugün Mehmet beni aradı babasının iş yerinden. Kitabı almış, annesiyle birlikte (buna çok şaşırdım ve sevindim!) okumaya başlamışlar. Resim kursuna gidiyormuş bu arada. Daha önce de Halk Eğitim'in bilgisayar kursuna gitmiş. Ama şimdi kurs bitmiş. Acaba birgün bize de yaptığı resimlerden gönderir misin dedim. Sessiz kaldı. Belki de beğenilmeyeceğini düşündü. Konuşmasının bazı yerlerini anlamakta güçlük çektim. İstanbul depreminde orda mıydınız dedi korkmuş bir şekilde. Evet dedim. Burdaydık. O da, o sırada tüm kardeşleriyle burdaymış ve çok korkmuş. İstanbul isminden çok ürküyor şimdi. Gelmek istemiyor.

Bana mektup yazmış ama henüz ulaşmadı. Merakla bekliyorum. Başka neler yapabilirim diye de sürekli düşünüyorum...

Pazar, Şubat 05, 2006

Hayat Arkadaşım'a...

Daha önce haber vermediğim için lütfen bana kızma! Dilimin ucundan döndü kaç kez. Sonra bu günü seçtim seni günlüğümden haberdar etmek için...

Sekiz yıl önce bugün neler yaşamıştık diye düşünüyorum. Saç modelimin berbatlığı ve gelinliğimin son anda bozulan fermuarını saymazsak, rüya gibi bir gündü. Gerçek anlamda rüya gibi, zira çoğu ayrıntıyı hatırlamakta güçlük çekiyorum. Halbuki ne zehir gibi bir hafızam olduğunu bilirsin!!...Büyükleri pek memnun edememiştik davranışlarımızla ama biz ikimiz sürekli gülümsüyorduk. Bunu hatırlamak da bana yetiyor.

Aynı okulda okuyup, bir kez bile selamlaşmadığım biriyle, mezun olduktan bir yıl sonra tesadüfen karşılaşıp evleneceğim aklımın ucundan geçmezdi. Bazen, o gün beni görüp, anayolun ortasında akan trafikte aniden sağda beklediğim kaldırıma kırmasaydın direksiyonu, şu an nerede ve ne yapıyor olurdum acaba diye düşünüyorum.

Hayatı seninle omuzlamak, orda olduğunu bilmek, ailemize birlikte emek vermek başıma gelen en güzel şeyler.

Nasıl geçtiğini anlayamadığım sekiz güzel yılımız, ailem, evim ve huzurum için sonsuz teşekkür ederim sana.

Birlikte nice sağlıklı yıllara...

Perşembe, Şubat 02, 2006

Bu sabah...

....diyetisyenle randevum için Kızılay'a gittim. Çıkışta babaanneme rastladım. Muayene olmak için sırasının gelmesini bekliyordu.

Uzun zamandır görüşmüyorduk. Ufaklığı hiç görmedi mesela. Bu uzaklaşmanın sebepleri ya da sebep yerine geçecek mazeretleri var tabii, her iki taraf da kendince haklı sebepler buluyor istese. Çok yaşlanmış. Oturduğu koltuktan sanki bir daha hiç kalkamayacak gibi duruyordu. "Babanne!" diye çığlık attım görünce. Koşup boynuna sarıldım. Ne olduğunu o da anlamadı önce. Herhalde önce tanıyamadı beni. Sonra o da sarıldı. İkimiz de ağlamaya başladık, bir yandan da konuşmaya çalışarak. Hastalandığından bahsetti. Tahlil sonuçlarını alacakmış. Halamda kalıyormuş epeydir. Ama evini özlemiş. Gitmek istiyormuş. Çocuklar nasıl diye sordu. İyiler dedim. Ne oldu hasta mısın dedi. Yok hasta değildim, doğum sonrası aldığım kiloları vermek istemiştim sadece. Onun kontrolü vardı dedim. Başka bir şey de söyleyemedim. Sarıldık tekrar. Gözlerim yaşlar içinde " babanne arabayı kötü yere parkettim, acele etmem gerek karşıda da bir toplantıya yetişeceğiz" dedim. Tamam dedi. Bana da beklerim, gelin dedi. Yanından ayrıldığımda o da ağlamaklıydı.

Belli ki o da çok üzgündü görüşmediğimize. Belki birşeylerden o da pişman olmuştu. Ya da artık hiçbirinin önemi yoktu. Sadece etrafında oğlunu ona hatırlatacak kişileri daha sık görmek istiyordu. Belki de beni gerçekten özlemişti.

En kısa zamanda ziyaretine gitmeliyiz. Çocuklarım, küçükken benim de karıştırdığım çekmeceleri karıştırmalılar. Hala duruyorlarsa bebeklerimle oynamalılar. Büyükbabamın anahtarlık ve kartpostal koleksiyonlarını göstermeliyim onlara. Babannemin fazla yemeyelim diye bizden sakladığı badem şekerlerinden aramalılar dolaplarda.

Zaman geçiyor, acele etmek gerek. Sebepleri önemli değil artık. Hala birşeyleri düzeltebilirim.