Cuma, Ekim 08, 2010

Sakin Günler

Okullar açıldığından beri ve hatta yaz tatiline çıktığımız günlerden beri, ofise uğramıyorum..Evdeyim..Çalışırken, çalışma hayatı olmadan yaşayamayacağımı sanıyordum, yıllarca böyle düşündüm. Öyle olmadı. Evimde ve arzu ettiğim anda evimin dışında olabilme özgürlüğü, kendi işimizde çalışırken yaşadığım geçiş döneminden sonra, sanki hep sahip olduğum bir ayrıcalıkmış gibi geldi bana. Yadırgamadım. Hatta çok sevdim. Günler benim için, önceki yıllara göre çok daha sakin geçiyor. Gün erkenden başlıyor ve gece geç vakte kadar dolu dolu geçiyor. Gün içindeki kendi kendime kaldığım zamanlar, enerji depoladığım anlar oldu şimdi. Her anlamda..Ruhen ve bedenen..Gelişmeleri kaydedtmeye devam edeceğim..

Pazartesi, Nisan 26, 2010

Öğrendikçe..

Bu aralar iki konu hakkında sürekli okuyorum. Biri gdo, diğeri ise kanseri önlemenin yolları..Her iki konuda da "farkındalığım" arttıkça, endişemle beraber harekete geçme isteğim de artıyor.
Deccal Tabakta ilginç ve çoğu yerde dine bağlantı verse de, tarafsız bir kitap. "Global"leşen dünyanın, evimize alıp götürdüğümüz, en sevdiklerimizi beslediğimiz, alışveriş filemize ve hergün midemize saldıran, masum yüzlü ancak sinsi pek çok "besin" yetiştirdiği bir çağdayız. Kitapta anlatılan "organik" bağlar inanılmaz!
Okuyup "farkında" olmak zorundayız.
Diğer konuda ise; kanseri önlemek için alınacak tedbirleri ve "farkında" olmamızı sağlayacak her türlü bilgiyi öğrenmeye çalışıyorum. Bu o kadar da kolay değil gerçi. Bilgi bolluğunda, doğru ve güvenilir olanı bulmaya çalışmak çok zor.
Benim bir cep telefonum olduğunda, üniversiteyi bitirmiş, çalışmaya başlamıştım. Şimdi ise, 10 yaşındaki kızımın sıra arkadaşının cep telefonu var. Bundan 15-20 yıl önce zararlı olduğu bilinmeyen(!) pek çok günlük hayat yardımcısı malzeme şimdi biliniyor ki, ya genetiği değiştirilmiş, ya bir sürü toksik kimyasal içeriyor, ya da radyasyon yayıyor. Yöneticilerin, ticari kaygılarla ve diretmelerle elleri kolları bağlı sanki. Demek ki iş başa düşüyor. Ancak durum o kadar da ümitsiz değil. Herşeye rağmen..
Çocuklarımızın ruhlarını nasıl beslediğimiz kadar, vücutlarını da nasıl beslediğimiz de önemli. Değişen dünyada ister istemez maruz kaldıkları tehlikeleri en aza indir(ebil)mek için"farkında" ve uyanık olmalıyız.
Bir de bu iki konuda Türkiye'deki en güvenilir sivil toplum örgütleri hangileridir ya da var mıdır öğrenebilsem..

Salı, Nisan 06, 2010

Aklına Geldiği Anda..Sonra Değil..

Çantamı, cüzdanımı, ruhsatımı, telefonumu, ıvır zıvırlarımı ve ev anahtarı almadan, kapıyı çekip çıktım bu sabah. Demek ki neymiş, bugünün (hatta bu anın) işini başka zamana bırakmayıp, ev anahtarını diğerlerinin yanına alma işini aklımdan geçtiği anda yapmalıymışım. Buraya da yazıyorum işte. Ders olsun sana annelog..

Perşembe, Nisan 01, 2010

Nasıl Bir Hediye İsterim?

An itibariyle, 38 yaşına adım attığım şu saatlerde, geriye ve ileriye baktığımda, durduğum yerden memnun olduğumu ve gittiğim yer ne olursa olsun, şu ana kadar yaşadıklarımın ve sahip olduklarımın, bana zaten sonsuz bir doygunluk yaşattığını bir daha hayata gelsem tamamen aynı şekilde yaşamak istediğimi, hissediyorum (Bir tek gelinliğimi ve gelin saçımı değiştirmek isterdim). Bu yüzden, nasıl bir hediye istediğimi soran hayatımdaki en mühim kişilerden birine, sadece gülümseyebildim. Zaten herşeyi olan birine nasıl hediye alınır?..Şu, kendini değil ama reklamını sevdiğim sigorta şirketi sloganı gibi: Evdeki huzur, zenginlik budur..
Nasıl bir hediye mi isterim?
Ben hediyelerimi çoktaaaan aldım.

Pazartesi, Mart 15, 2010

Küçük Ama Önemli Bir Rol

On gün kadar önce, Göztepe Halis Kurtça Kültür Merkezi'nde, Ali Erdoğan'ın "Küçük Ama Önemli Bir Rol" oyununu izlemeye gittik. Gittiğimiz çocuk oyunlarını saymazsak, sanırım en son 10 yıl önce Yıldız Kenter'in Martı'sına gitmiştik, tiyatro namına. Epey tuhaf hissettik önce..Bir de salon dolu olmayınca, eskisi gibi, sahnedeki oyunculardan özür dilemek geldi içimden. "Kusura bakmayın, ne olur, emek verip hazırlamışsınız, ama diğerlerinin mutlaka önemli mazeretleri vardır da gelememişlerdir" demek istedim. Oyundan hemen önce, kültür merkezinin biraz ilerisindeki şirin mantıcı Hammur'da, acılı mantılarımızı yedik. Ev ve el yapımı, nefis bir mantı idi. Oyun öncesi için tavsiye edilir.
Oyun başlamadan önce, birçok kez oğlumun bu merkeze tiyatroya geldiğini ve bir defasında da bir arkadaşının merdivenlerden yuvarlandığını hatırladım, üst kata çıkarken. Anaokulu çocukları için zorlu bir etap bu merdivenler. Başka bir çözümü, başka bir sahnesi yok mu acaba buranın? Ve neden olabileceğinden daha az bakımlı ve daha az özen gösterilmiş burası?
Salona girip kapılar kapandıktan, geç gelenlere sinir olunup, boş koltuklar için üzüldükten, e on yıldır sen nerdesin diye kendime kızıldıktan sonra, oyun başladı..
Ali Erdoğan'a televizyondan aşinayım ama sahnede ne kadar da sakin, kendinden emin, rahat..İnsanın kendi yazdığı oyunu sahnelemesi nasıl bir duygu bilemiyorum ama salon tamamen doluymuşçasına oynuyor hissi verdi bana. Yanlız kendisi değil, tüm ekip..Hikaye de çok hoştu. Rollerimiden hoşnut olabilmeyi, burnumuzun dibindekini farkedebilmeyi, eksikliklerimizin girinti ve çıkıntılarının başkalarının eksikliklerini tamamlayabileceğini ve böylece birbirimizin hayatında fark yaratabileceğimizi anlatıyordu bence. En azından bana ulaşan mesajı bu oldu oyunun. Işıltı ve ihtişamlı hayatların aksine, küçük ama önemli rollerin kahramanlarıyız hepimiz. Hüzünlü de bir aşk hikayesi aslında bence. Birlikte yaşlanamayan, belki birbirlerine ne kadar uygun olduğunu, burunlarının dibinde olmasına rağmen göremeyen iki insanın, bence, hüzünlü hikayesi..
Bizim hoşumuza gitti. Rollerimize daha bir sarıldık çıkışta sanki.
Oyundan bir iki gün sonra, çok sevdiğim birini kaybettim. Aslında, ani ayrılış haberini alana kadar, benim için ne kadar kıymetli olduğunu anlayamadığımı, hayatımdaki, küçük ama önemli rolünü geç farkettiğim bir insanın, ölümüne inanmak çok zor geldi. Hatta, hala birazdan çıkıp gelecekmiş gibi..
Çok geç..

Çarşamba, Mart 03, 2010

Güvenlik Sorunu

Dün akşam okuldan dönerken;
-Anne, hırsızlar kameraların görmediği yerden gelirse noolur?
(Hoppalaaa..Hırsız meselesi nerden çıktı biir, korkutmadan ve inandırıcı cevap saniyenin onda birinde nasıl düşünülür ikiii..)
-E şey..Aslında birşey olmaz (hadi canım, daha iyisini düşünebilirdim!). Kameraların görmediği yerden girerse güvenlik görevlileri olur, onlar engellerler.
-Ya görevliler de görmeden girerse?
(yok, sarpa sarıyor bu iş..)
-O zaman da polisler var, sürekli güvenliği sağlamak için dolaşıyorlar..
-...
Yok olmadı, ikna edemedim..Neyse ki eve geliyoruz bu arada..Tam kapıya doğru ilerlerken:
-Hırsızlar ne renk giyer anne?
-Koyu renk giyerler herhalde..
-Neden hırsız olurlar?
(Giderek zorlaşıyor..Acil yardım gerek bana!)
-Sanırım okula gitmedikleri için canım..Okuyup öğrenmedikleri için galiba..
Kapı açılıyor neyse ki..
-Aaa anneanne gelmiiiiiş..
(ohhh derin bir nefes..)
Nerden çıktı bu hırsız meselesi bilmiyorum ama benim de aklımı kurcalayan sorular bunlar..Tam olarak bilmediğimi de daha iyi belli edemezdim herhalde..
Bu sabah işe gelirken yolda işsizlik rakamlarının geldiği ve gelebileceği boyutlardan bahsediliyordu. Sunucu ilginç bir bilgi verdi. En az işsizlik yaşanan sektör, güvenlik sektörüymüş. İşsizlik oranı sadece %1,6 imiş..İşi gücü, amacı, aşı, ailesi, kendine ve topluma saygısı azaldıkdıkça bireylerin, güvenlik elemanlarını gerektirecek bir tedirginlik ve güvensizlik salgını mı başlatıyorlar acaba toplumda? Kendi insanımızdan korkar, iş verip çalıştıramadıklarımızdan korunmak için güvenlik elemanı tutar hale mi geldik acaba?
Gerçekten kameraların görmediği yerden girip, iç huzurumuzu çalar mı hırsızlar?

Perşembe, Şubat 25, 2010

Erken Ergen

Ergenlik nedir ne değildir diye kafa yoruyorum bu aralar. Ben ve yaşıtlarımın daha önce geçtiği ama haritası çıkarılmamış bir dönem benim için ergenlik. Geriye dönüp bakınca ve bu konuda kitaplar okudukça, nasıl olmuş da yetişkinliğe en az zararla(?) ulaşabilmişim şaşıyorum..Bu konuda okumayı bıraksam mı diye de ciddi ciddi düşünüyorum..Şey gibi..Hani şu aralar hepimizde bir haberleri izlememe dinlememe sendromu var ya, onun gibi..Dinledikçe endişeleniyoruz hatta akıl sağlığımız tehlikeye giriyor ya, ergenlikle ilgili de aynı hisler var içimde. Çok mu ağır oldu bu benzetme? Belki..10 yaş ergenlik için erken bir yaş, ön ergenlik deniyor. Ama ileride olabileceklerin ufak sinyallerini veriyor yine de. Anne baba için de prova dönemi, sabır sınama ve katsayı yükseltme antremanı dönemi galiba.
Ülkede olup bitenler bir yandan tepemizde kocaman soru işaretler ile dolaşmamızı sağlarken, bir yandan da hayat devam ediyor.
Tüm radyoları, televizyonları, kitapları, gazeteleri, dergileri, interneti elimizin tersiyle bir kenara itseydik, daha mı güzel olurdu herşey? Gelecekle ilgili endişeler azalır mıydı? Matrix'de ispiyoncu karakterin dediği gibi, cehalet mutluluk mudur?
Uyumak istiyorum..