Öğretmenimiz yeni bir çalışma başlattı yakın zamanda. Okuma alışkanlığının kazandırılması için sadece çocukların değil, evde bizim de yapmamız gereken pek çok şey var. On maddelik evde yapılabilecekler listesinin çoğunu zaten uyguluyormuşuz. Ancak en önemlisi için biraz daha özen göstermek gerek. Çocuklar bizi okurken görmeliler. Haftasonlarında gazete okurken görünmek bunun için yeterli değil. Biraz daha çaba göstermemiz lazım.Bir de ödül var bu çalışmada. Öğretmenleri 30 gün içinde en çok kitap okuyan birinci kişiyi sinemaya ve yemeğe götüreceğini, ikinci, üçüncü, dördüncü ve beşinci kişilere de hediye vereceğini söylemiş. Çok heyecanlıydı bizim hatun bu konuda. Yanlız sadece eski okul arkadaşları ile kalabalık bir grup olarak sinemaya gitmeyi seviyor, bizimle dahi gitmiyor sinemaya. O yüzden birincilik ödülü ilgisini hiç mi hiç çekmemiş. Ama hediyeleri merak ediyor anlaşılan. Dün işten telefon ettiğimde ilk işi bu çalışmadan bahsetmek oldu bana. Eve dönünce, heyecandan büyümüş gözlerle, herşeyi baştan birkez daha anlattıkta sonra "Ben beşinci olmak istiyorum ama" dedi. Neden diye sorduğumda sinemaya gitmek istemediğini ve bir kitap okusa da beşinci olabileceğini, böylece hediye alabileceğini söyledi bir çırpıda. Altı buçuk yaşında bir kişinin kendince algıladığı şekilde olayı değerlendirip, beşinci olmak gibi bir hedef seçmiş kendine. Gülümsememeye çalışarak çalışmanın asıl amacını ve beşinci dahi olmak istese yine de pekçok kitap okuması gerektiğini anlattım. Anladı. Hemen üç hikaye bitirdi bile. Bilmediği kelimeleri sordu okurken. Oldukça da istekliydi. Kendi hikayelerini okurken ben de yanında dergimi okudum. İyi bir zamanlama ve çalışma oldu her ikimiz içinde. Hikayeleri hep biz okurduk, şimdi kendi kendine okuduğunu görmek müthiş bir keyif. Hem beşinci olmak için de çok çalışmak lazım, hep birinci olunacak değil ya.
Okul Aile Birliği'nin düzenlediği 8 Mart yemeğine gittim bu öğlen. Yemek henüz bitmemesine ve ara sıcakların bile daha servis edilmemesine rağmen apar topar geri döndüm işe. Arkadaşlarımı görebilmek için iyi bir fırsat olur diye düşünmüştüm ama herkesin benim gibi acelesi olmadığından yemekler hazır değildi ve garsonları benim erken gitmem lazım yemeği erken getirin lütfen diye birkaç kez uyarmam gerekti. Şöyle bir arkama yaslanıp sohbet edemedim kızlarla. Konuşabildiğimiz ve dinleyebildiğim kadarıyla, yine okulda olup biten pek çok şeyi bilmiyormuşum, kaçırmışım, dün kızımı bilmediği için çıkışıp kırdığım konuda, aslında sınıf geneli de o durumdaymış, onu da öğrendim, aferin dedim kendime. Başım ağrıyor bugün. Yine bu yetişememe, yetememe, kısılma hissine kapıldım. Şekersiz kahve içerken yazayım dedim. İşler de giderek artıyor. Daha da artacak. Bizim sektör altın çağını yaşıyor şu sıralar. Birkaç yıl sonra düşüşe gececek. O zaman bol vaktim olur, ara sıcakla ana yemek arasında arkama yaslanıp sohbet eder, bu zamanlarımı hatırlar gülümserim. Diye düşünüyorum...
Bu resmini çok seviyorum kızımın. Arada bunu senin için, bunu da babam için yaptım diyerek resimler veriyor bize. Gerçekten ileride, şimdiden söylediği gibi ressam olacak herhalde. Resim yapmaktan, boyamaktan, çizmekten büyük keyif alıyor. Denizkızını bana yapmamıştı aslında. Bir süre buzdolabının üzerinde durduktan sonra çekmecedeki yerini aldı bu resimde. Ama bunu nedense çok güzel buluyorum ben. Bakmak hoşuma gidiyor. Buraya da koydum ki, arada bakabileyim. Biraz gülümsese daha iyi olurmuş gerçi. Yine de baktıkça neşelendiriyor beni bu denizkızı.
Hayatımın en kötü günleri kolleksiyonuma birbirinden nadide anlar kattım geçen iki hafta boyunca. Zorlandım. Hala da çok zorlanıyorum. Yapacak birşey yok yine de. Zaman ne getirir göreceğim. Güzel şeylerden bahsedeyim. Haftasonundan mesela. Cumartesi Cesur Balık filmine gittik kızımla,onun ve benim arkadaşlarımızla. Küçük hanımlar filme bayıldılar, takip sahnelerinde koltuklarına yapışıp, en sondaki mutlu sahnede yüzlerinde hafif utangaç ve mahçup birer gülümseme ile, hoşça vakit geçirdiler. Ben kendi adıma, Nemo ve Köpekbalığı Hikayesi'nden daha iyi bulmadım filmi. Hoş bir seyirlikti. Pazar günü etkinliklere devam ettik kızımla. Neredeyse tam kadro halinde, çocuklardan dolayı kıpır kıpır büyücek bir grup olarak, Kadıköy Halk Eğitim'de sahnelenen Tiyatro Alkış'ın Hayal Ettiğim Dünya isimli oyununa gittik. Salonun en köşesinde kalmamıza rağmen, en az çocuklar kadar ilgiyle izledik oyunu biz anneler de. Eğlenceli, akılda kalıcı, ilgi, ve dikkat çekiciydi oyun. Emek ve özen ışıldıyordu sahnede. Çocuk oyunları salondan çıt çıkmayan, arada bir hafif öksürüklerin duyulduğu yerler değildir mutlaka. Bu kez de kural bozulmadı ve bir salon dolusu çocuğun sahnede aranan kuklaların yerlerini hep bir ağızdan oyuncu abiye duyurmaya çalışmaları da görülmeye değerdi. Oyunu sıkı takip etmiş olmalılar ki, canla başla duyurmaya çalıştılar seslerini. Bizimkiler büyümüş artık herhalde. Arada kahkaha patlatsalar da, ciddiyetle seyrettiler genelde. Seneye oğlumla da gelmeliyiz tekrar. Seveceğine eminim. Umarım sahnelenmeye devam eder bu oyun. Çıkışta, kızımla yaşadığımız hafif gerilim ve güneşe rağmen dondurucu bir soğuk olması, en nihayetinde keyiflerin yerine gelmesini engelleyemedi. Döndüğümüzde oğlum yeni uyanmıştı. Biz kızımla tiyatroya gitmeden önce saç tıraşına götürdü babası. Dönüşte yaptığı banyodan hiç hoşlanmasa da ve bana "bi daha böyle yapmaaaa!!!" diyerek bir süre ağlamış olsa da, rahatlamış olacak ki, biz çıktıktan hemen sonra dört saate yakın uyumuş.Yakında denemeyi düşünüyorum, bakalım oğlum da film ya da oyun seyredebilecek mi artık. Erken de olabilir. Yine de ne tepki vereceğini merak ediyorum. Bebekli anne seansları var bazı sinemlarda. Onlardan başlamak iyi olabilir. Haftaya denesem mi acaba?
Hayat kedi-fare, tavşan-tazı oyunu gibi bazen. Kaçarken ya da kovalarken takıldığımız çalılar mı sadece canımızı acıtan? Ellerimizde kollarımızda sıyrıklar, yara bere içinde, bastığımız yerin altında ne olduğunu bilmeden, belki bir mayına belki bir çukura denk gelmeden belirsiz bir süre için, nefessiz kaçmak ya da kovalamak. Dünya üzerinde sağlam topraklar aramak ne zor. Ayağının altından kaymayacak bir kere, bereketli ve anaç olacak. Bir verip on almasan da, altında ne olduğunu, neyin yetiştiğini bileceksin. Güvenle basacaksın. Bacağını kaybetme korkusu olmadan. Meyveleri olacak lezzetli. İlk ısırıktan sonra gözlerin kararıp yere düşmeyeceksin. Bir daha , bir daha yemek isteyeceksin. Atmosferi olmayan bir galakside değil, yörüngesinde sakince dönen ve üzerinde fanussuz nefes alınabilir bir küçük gezegende olacak. Gerçek, cızırtılı görüntülerden değil, net şekillerden oluşacak. Bileceksin neye baktığını. Neye dokunduğunu. Keşfetmek seni korkutmayacak. Güveneceksin yerçekimine. Bilemiyorum tabii..Bugün hangisiyim kedi mi, fare mi?
Tam da bugüne denk gelen Amerika seyahati olmasaydı, uçağa binmeden gönderdiğin sanal çiçeklerimi ve güzel notunu alamayacaktım. Nice 14 Şubat'lara, sağlıkla ve huzurla...
Üyesi olduğum gruplardan birine geldi şu link. Çocuklarımda kitap okuma alışkanlığını yerleştirebilmek için her türlü işe yarar öneri ilgimi çekiyor benim. Gerçi ufaklık için, ablasında ayırdığımız kitap okuma zamanlarını, fazlaca denk getirip de sakin bir ortamda pek yakalayamıyoruz. Ama şu da var ki, ablasının okuduğunu gördükçe o da bulabildiği yazıları, süt kutularının üzerlerini, ters tuttuğu gazete sayfalarını ya da giysi etiketlerini okurmuş gibi yapıyor sürekli. Bazen de burda ne yazıyor diye soruyor. Resimli hikayelere karşı bu kadar ilgili değil. İlgilense bile ilgi süresi oldukça kısa.Bu sabah ablası okula gittiğinde henüz uyanmamıştı. Tüm tatil boyunca inişli çıkışlı,bazen sevecen, bazen de kavgalı günler geçirdiler birlikte. Uyanır uyanmaz ilk iş ablasını sordu yine de. Sanırım bugün özleyecekler birbirlerini. Akşama haberlerini alırım artık.
Sevgili Sevil ve Zeyno hakkımda bilinmeyen 5 şeyi yazmam için sobelemişler. Teşekkür ediyor ve hemen cevaplara geçiyorum:Aslında öyle çok da şeffaf bir günlük tutmadığım için, hakkımda bilinmeyen beşten fazla şey saymak mümkün, ama yine de aralarından seçim yaparak şunların da biliniyor olmasını isterdim diyerek bir liste yapayım.1.Eşimle dört yıl boyunca aynı fakültede okuduk ama hiç konuşmadık, selamlaşmadık, bu sandalye boş mu bile demedik. O zamanlar aklımın ucundan değil evlenmek, çıkmak bile geçmemişti tabii. Sırt sırta veya yanyana oturmuş, çakışan dersleri belki birlikte almış olsak bile, gelecekte olacaklardan habersiz başka başka hayatlar yaşıyorduk. Tam bugün evliliğimizin dokuzuncu yılını bitirip onuncu yılımıza başlıyoruz. Hem de nüfus olarak ikiye katlanmış şekilde. İnanamıyorum hala!2.Çocuklarım olmadan önce, Türkiye'nin ilk kadın tersane müdürü olmak istiyordum. Hatta bu durumda sanırım Dünya'da bir ilk olacaktı. Şimdi hem bana uzak bir hayal bu, hem de pek bir önemi kalmadı benim için.3.Babamı, tam üniversite son sınıfta bitirme finallerine gireceğim hafta kaybettik. Ertesi günkü sınava hazırlanırken gelen ani bir telefonla İstanbul'dan İzmir'e Dokuz Eylül Üniversite'ne gitmek üzere apar topar yola çıktığımızı hatırlıyorum net şekilde. Bir hafta hastanede yoğun bakım kapısında, ex olan hastaların çıkışını izleyerek bekledik annemle. Yazılı olandan kaçamadık. Herşey bittiğinde okula döndüm ve tüm hocalar kaçırdığım sınavları tekrar ve daha önce sorulan sorularla yaptılar. Ancak o şekilde sınavları verebildim. Bu andan itibaren bana yardım eden, destek olan insanları unutmuyorum hiçbir zaman. Altından kalkamayacağım ağırlıkta anlar oldu ve onlar sayesinde üstesinden geldim herşeyin. İlk işime başladığımda cebimde hiç para yoktu. Nerden nereye diye düşünüp hayretler içinde kalıyorum bazen. Şu an bulunduğum yerde olmamda bir şekilde emeği geçen herkese minnettarım. Beni yetiştiren aileme de tabii. 4.Eğimli yerlerden aşağı inemem. Düşerim diye çok korkarım çünkü.5.Dikiş dikmeyi bilmiyorum ve öğrenmeyi istiyorum. Anneanne veya babaanne olabilecek kadar şanslı olursam, bilmem lazım gerekenlerden biri de bu diye düşünüyorum.Göründüğü kadar kolay değilmiş bilinmeyenleri yazmak. Şimdi akşam için rezervasyon yaptırmalıyım. Öğlenleri sıkça buluşup başbaşa yemek yiyoruz. Ama yılda sadece bir kez akşam yemeğine başbaşa çıkabildiğimiz için biraz heyecanlıyım. Bakalım nasıl geçecek?
Yarıyıl tatilinden de faydalanarak çocukları her hafta bir etkinliğe götürüyoruz kızlarla. Fırsat bulup yazamamıştım, bir önceki hafta Tiyatro Alkış'ın Ben Çöp Değilim adlı oyununa gitmiştik. Yayla Sanat Merkezi'nin geniş salonu, hava soğuk olmasına rağmen oldukça doluydu. Oyun hem esprili, hem de öğreticiydi. Oyunun müzikleri sahnede canlı olarak yapıldığı için daha da ilgi çekici oldu çocuklar için. Kızım en çok bir çöp tenekesinin nasıl olup da konuşabildiğini merak etmiş, iki bölüm arasında sordu hemen. Çocukların hepsi pür dikkattiler, sıkılmadan da seyrettiler sonuna kadar. Ve oyunun mesajı da bence çok önemli idi. Saati de öyle bir denk geldi ki, tam ufaklığın uyku saatinde başlayıp, uyanacağı saatlerde de eve dönebileceğimiz bir arada idi. Çok iyi oldu. Bu haftasonu da Müjdat Gezen Sanat Merkezi'nde sahnelenen Taş-in-san isimli oyundaydık grupça. Cumartesi olmasına rağmen küçük salonun yarısı bile dolu değildi. Nedense bu oyunda bir öncekinde aldığım keyfi bulamadım ben. Arkadaşlarımızla iyi geçinelim mesajının yanında, hem çocuklara hem de anne babalara verilen üstünkörü mesajlar verilmeye çalışılmış ve bolca ağız oynatmalı teypten şarkılar eşliğindeki danslar, toplamda biraz özensiz bulduğum bir oyun çıkartmış ortaya. Ama oyuncu abi ve ablalar çok başarılıydılar. Zaman zaman çocukları da oyuna katmayı bildiler. Bir de anlayamadığım bir şey bu oyunda da dikkatimi çekti. Çocuk oyunlarında kostümlere ve hatta bazen dekora önem verilmiyormuş gibi görünüyor nedense. Yırtık pırık kıyafetler, sahnede toz içindeki halılar, özensiz araç gereçler olmamalı diye düşünüyorum. Canlı müzik olması harika ama olamıyorsa şarkıların kayıt kalitesi iyi olmalı, en azından sözleri anlaşılmaz boğuk gürültüler şeklinde çıkmamalı. Çocuk seyircilere çok daha fazla önem verilmeli her konuda. Taş-in-san'ın hemen ardından ücretsiz olarak sahnelenen Mıknatıs Çocuk oyunu vardı. Biz kalamadık ne yazık ki.Gittiğimiz her iki oyunda da çocukların aldığı keyif yanında, anneler olarak bizim, birlikte olmaktan dolayı daha çok eğlendiğimizi ve keyif aldığımızı söylemeden geçemeyeceğim. Oyun sonunda bir sonraki gideceğimiz oyun ne olsun diye konuşmaya başlamıştık bile. Tüm çabamız çocuklar için. E bu arada biraz da bizim eğlenmemizin hiçbir sakıncası yok. Değil mi?
Bugün pek neşeli, pek iyimser ya da pek pozitif değilim. Kendi kendime ağır geliyorum bugün. Masada bekleyen onca işe rağmen, elim kolum kalkmıyor, işe gitmiyor bir türlü. Nereye kadar, ne zamana kadar hiçbiryere varmayacak bir yolda yürüyebilir bir insan bilemiyorum. Hedefi olmak önemli. Önemliymiş yani. Yok aniden düşünmedim bunları, hep vardı kafamda bir hedefsizlik sorunu ama sanırım bugün bastıramayacak kadar güçsüzüm. Bu duruma en iyi gelecek çözüm sanırım yine çalışmak. Biraz iş yapmaya çalışayım, böylece çocuklarımın yanlarında olamayarak neler kaçırdığımı ve artık çalışmama gerek kalamayacak dönem geldiğinde onların da kocaman olacaklarını düşünmeyi bırakabilirim belki. Derin bir nefes al, biraz daha gayret, haftasonuna az kaldı. Şimdilik avutur bunlar beni. Şimdilik. Bir de unutmadan yazayım. Oğluşu babası uyutuyor artık. Ben girip bir buçuk saat çıkamıyorum odasından ama, babası odasına girince hemen yatıyor ve biraz şarkı söylemeden sonra çıkıveriyor. Bu arada birkaç kez anne nerde diye soruyor ağlamaklı. Ya markete gitmiş oluyorum ya da baba için ilaç almaya. Sesini çıkarmıyor, yanlız başına sessizce sütünü içiyor. Bitince tekrar babasını çağırıp süt istiyor ama bu kez bitiremeden uyuyakalıyor. Bir yandan içim sızlıyor, bir yandan da kızımla vakit geçirebiliyorum diye seviniyorum. Karanlık odada saklandığım yerde o da suç ortaklığı ediyor bana. Soru sormaca oynuyoruz. "Anne sen bir gölge olsaydın, ne gölgesi olmak isterdin?" Hmm..Düşünüyorum. "Şato" diyorum. "Ben deee..At gölgesi olmak isterdim, en sevdiğim hayvan çünkü". Sanırım ben bir de aynı anda pek çok yerde olabilen doğa üstü bir yaratık da olmak isterdim. Ama bunu içimden söylüyorum. Küçük güzel kafasını karıştırmayayım istiyorum. Sadece sıkıca sarılıyorum.
Biraz daha dikkat, biraz daha gayret. Okullarda da uyarılarda bulunulmalı. Bu konuda bir yazı yazacağımokula yarın. Duyarlılar. Eminim olumlu tepki vereceklerdir. El yıkarken, diş fırçalarken suyun borularla taşınıp musluğumuzdan aktığını, sonsuz olmadığını, havadan gelmediğini anlatıyoruz. Ufaklığım anlayamıyor henüz tabii. Olsun. Başlamak için erken değil yine de.Konuşmaktan ziyade örnek de olunmalı. Davranışları çok daha iyi gözlemleyip kapıyorlar çünkü. Dikkat etmek, bu işi daha da ciddiye almak lazım artık...Buraya bakmakta fayda var!!
Sevgili Çenebaz sobelemiş. Konu çantamızda ne var. Benim haftasonlarında taşıdığıma çanta değil valiz demek daha doğru olduğu için, haftaiçinde kullandığım nispeten daha makul yükteki çantamı konu edeyim diyorum. İçerik pek eğlenceli olmasa da şöyle:-cüzdan-ruhsat-anahtarlar-telefon-fotoğraf makinası ve ara kablosu-kullanmıyorum pek ama lazım olur diye saç tokam-ajanda-kasabı, balıkçıyı,kuaförü, taksiyi ve bilimum evimle ilgili olabilecek her türlü dükkanı arayabilmek için kartvizitlik-uzun yola gidersem bardak termosuma koyup yanıma almak için ikisi bir arada kahve poşetiBir de fotoğraf çekeceğim diye çantamın içine dağılmış satış fişleri vardı ama toparladım neyse ki.Bunlara ilave olarak bazen öğlen özel bir yemeğe gideceksem allığım, fırçam, rimel ve göz kalemim olur. Hepsi bu. Bunlardan biri eksik olunca da rahatsızlık hissediyorum, kullanılmasalar da mutlaka yanımda bulunmalılar diye hissediyorum.Hmmm..Kimleri sobelesem? Çocuk Gibi, Asortik Krep, Nimet. Sobee!
Mevsim normalleri yerine, artık anormalleri diyeceğiz herhalde. Kışın tam da en ortasında ışıl ışıl sıcacık bir gün yaşayabiliyor olmak hem çok güzel, hem de çok korkutucu. Işıltı da öyle güzeldi ki, çocuk parkının her yerine anne babalar tarafından öbek öbek atılmış çekirdek kabukları, çocukların kullandığı aşikar bir alanda kumdan dışarı çıkmış tırtıklı beton yükseltiler, başıboş köpekler bile keyif kaçırmaya yetmiyordu bu Pazar günü. Her musluğu açışta gelecek yılları düşünüyorum. Ne kadar kalabalık olduğumuzu kentlerde. Susuz yapamayacağımızı ama yine de alışmamız gerekecek olan yokluğu. Şimdiden israf etmemek gerek. Yerküre ısındıkça, biraz daha buharlaşıyor su bolluğu. Çocuklarımız neler görecek, nelere katlanacaklar. Hiç etkileri ya da kabahatleri olmadığı halde hem de.Ama sonuçta, karlı bir günü tercih ederdim Pazar günü, gelecek yıllardan çalmamış olurduk böylece. Zamanında, mevsiminde yaşamış olurduk. Kendini bilmez bir Ocak günü yerine...
Hüloş'la tanışıklığımız her ikimizin de bebekken yanyana ayak üzeri yastıklarda beraber sallandığımız zamanlara kadar gidiyor aslında. Ama zaman geçip te başka başka yerlere dağılınca, büyüyüp de neye benzediğimizi, hatta birbirimizin varlığını bile unutmuş bir halde iken, tesadüfen aynı okulu kazadığımızı öğrenmiştik, bundan tam 16 yıl önce (ne çok olmuş!!!). Kayıt olmaya birlikte gidelim diye sözleşip, birbirimizi Karaköy'deki Güllüoğlu'nun önünde nasıl tanıyacağımızdan bahsedip, sırt çantalarımızdan kıyafetlerimizden tanımıştık birbirimizi. Sonrası 5 yıllık birliktelik ve yine bir başka başka yerlere dağılış..Çok fazla görüşemesek de önemlidir Hüloş benim için. Kendisi de bilir bunu. Ya da bilmelidir. Tabii onun da şanssızlığı benim gibi hafıza sorunları olan bir arkadaşı olmasıdır. Dün, bir telaşla, geç kaldığımı da düşünüp ve bununla ilgili bir not bile yazarak, doğumgünü hediyesini gönderdim. Öyle sevinmiş ki, ağlıyorum ben diye aradı beni. Ama niye geç kaldığını düşündün ki dedi. Halbuki doğumgünü benim zannettiğim gibi geçen hafta değil, bu Cuma imiş. Üzülmeyeyim diye zaten işe giriş yıldönümüm filan dedi ama tam gününde gönderebilseydim süper olacaktı. Neden böyle bu hafızam benim? Gerçi bazen iyi de oluyor, çok eskiden olmuş bende kötü anılar bırakmış şeyleri de pek hatırlamam. Nadiren gelirler aklıma. İyi güzel de, hatırlanması gerekenleri atlayınca olmuyor tabii. İlave hafıza kartı filan takılabilseydi ne güzel olurdu. Belli mi olur, belki ilerde yapılır böyle bir şey. İlk müşteri kesinlikle ben olacağım..
Oğlum, küçük bir papağana dönüştüğünden beri şaşkınlık üstüne şaşkınlık yaşıyoruz. Bugün bakıcı ablamızın saçlarındaki değişikliği farketmiş ve telefonda öğrendiğime göre "çok güjeeşin" demiş! Daha neler duyacağız bilmiyor ama merakla bekliyorum.
Kızlarla Ocak yemeğini, bu öğlen çok şirin bir balık restoranında gerçekleştirdik. Tam kadro olamadık, ama yine de çok güzeldi. Gelemeyenlerimize de sufle resmi düştü çaresiz. Vakit öyle güzel geçti ki, öğle tatilinin sınırlarını bir güzel aştım, tam ben yoldayken ofisten aradılar. Merak etmişler. Önce içten bir hiddetlendim geç kaldım diye kinaye mi var bu aramada diye. Ama ofise dönüşte öyle olmadığını anlayınca ahatladım. Belli yaşa gelmiş sorumluluğunu bilen insana dakika hesabı yapılmamalı bence. Hoş, yok öyle bir problem burda genelde ama, ben yine de daha dikkatli olmalıyım. Kızlarla da vakit öyle çabuk uçup gidiyor ki, yetmiyor işte bir saat. Cuma günleri de oryantal kursundan önce laflıyoruz çabucacık, bir de hocamız kısa aralar verdiğinde otuz saniye de olsa durmuyor habire konuşuyoruz. Seviyorum ben bu kızları. Fıkır fıkırlar, akıllılar, çok güzeller. İyi ki varlar. Ebruş da olsa ne güzel olurdu. Hem yemekte hem de kursta. Belki ileride, neden olmasın?Şimdi çalışmalıyım, zaten geç döndüm tatilden, laf gelmesin.
İşte bu...Bravo size Nimet! Birçok kişinin hayatını böyle güzel yönde etkileyebildiğiniz, buna istekli ve bunda başarılı olduğunuz için. Sadece gazetedeki resim biraz daha büyük olsaydı da seni görebilseydim. Tekrar tebrikler..
Hayatta en büyük korkun ne deseler, en tepede aileme birşey olması (bu birşeyi açamayacak kadar korkuyorum) gelir. Sonraki sırada bir üst çemberdeki ailem ve arkadaşlarıma birşey olması gelir. Elimizdekilere avucumuzdakilere birşey olması ise bir sonraki maddedir.Birkaç gün önce, burda bir yatın yandığı haberleri çıktı gazetelerde. Kırkyedi metrelik bu yat iki yıldır üzerinde çalışılan, emek verilen, bitmek üzere olan bir tekneydi. Bu ülkenin sayılı yat tasarımcılarından biri olan çok sevdiğimiz değerli bir abimizin projesiydi. Biraz önce telefonda ne söyleyeceğimi bilemeden birşeyler geveleyip, yapabileceğimiz birşey olmadığını bile bile, yardıma hazır olduğumuzu söylemeye çalıştım. Sesi bitkindi. Bir yakını ölmüş de ben de onun için arıyormuşum gibi hissettim. Herzamanki olumlu duruşuyla, can kaybı olmaması tek tesellimiz dedi. Bu yarayı sarmak yıllar alacak en başta onun, sonra da ekibi için. Bizi düşündüm. Biraz daha küçüğünü yapıyor eşim şu an. Binbir emekle ve umutla. Bizim başımıza gelseydi ne olurdu? Herşey iyi giderken aklımıza gelmeyen işler, sinsice ve biranda karşımıza çıkıveriyor. Yıllarca verilen maddi ve manevi emek biranda yokolabiliyor. Tedavisi çok zor yaralar açabiliyor. Hayatın bu yanı dehşete düşürüyor beni. Akıl sağlığım için düşünmemeye çalışıyorum. Başarılı mıyım tartışılır. Ne olursa olsun duam odur ki, yine de can değil, yongası yokolsun.Daha önce cansız bir varlığın ölebileceğini düşünmemiştim hiç. Ama oluyormuş işte. Biranda alevlenip, canı sönebiliyormuş demek.
Gözlerimizin önünde iki tane birden mucize gerçekleşiyor. Biraz rüya gibi. İnanması vakit alıyor, gerçek olduğu bir süre sonra anlaşılabiliyor ancak. Beklenmedik anlarda şaşırmak, ne diyeceğini bilememek, küçücük kafalarından geçenlerin müsade ettikleri kısımlarına seyirci olmak, tek kelimeyle muhteşem. Patlamaya çalışan iki azıllı azı dişinden dolayı uykusuzum biraz. İşler birikmiş bekliyor. Vitamin biraz çabuk etkilese iyi olacak, yoksa bugün yapmam gerekenleri yapamadan haftayı bitirmem gerekecek. Fazla uzatmadan, aklımdakini yazıp hemen çalışmaya başlamalıyım. Dün akşamki ödev konularından biri evinizin etrafında gördüklerinizi çizinizdi. Bir fırsatını bulup yanında çizimine bakarken dedi ki: -Anne, okulda bir arkadaşım var. Resimlerime bakıp beğendini söylüyor. Ama aslında iyi olmamış diye düşünüyor. Gözlerinden anlıyorum (!)Söyleyecek birşey bulamadım. Gözlerimdeki şaşkınlığı gizlemeye çalıştım ama başarılı olabildim mi bilemiyorum. Söylenmeyenleri de neredeyse bir yetişkinden duyulacak şekilde yorumlamaya başlamış. Hep dürüst olmaya çalışsak da, daha dikkatli olmak lazım. Duyargaları bu kadar hassas, alıcıları bu kadar açıkken ve durmadan gözlemliyorken, çelişkiye düşmemek gerek. Dikkat etmek gerek.
Üstüste beş tane Pazar günü gibi gün yaşayıp, ardından işe gelmek oldukça zor geldi bana. Yine de, aynı anda farklı duyguları yaşayabilme özelliği geliştirmiş olmam sebebiyle, işe geldiğime mutlu da oldum. Özlemişim. Çocuklarımı fazla aklıma getirmemeye, neler dediler, neler yaptılar diye fazla düşünmemeye çalışıyorum. Odaklanmalıyım. İşe dönmeliyim hemen...
Hep tatil öncesi günlerde başıma gelir bu, mutlaka sekiz ayın çarşambası aynı ana denk gelir. Bir sürü iş çıkar, aksilik olur, durduk yerde başıma iş açarım. Bugün de bu kuralı bozmayıp, öğle tatilinde düzelttirmeye gittiğim saçlarıma gölge atmalarına, bin kez doğal olmasını istiyorum dememe rağmen, hemen hemen sapsarı yapmalarına izin verdim. Ben beğenmedim, arkadaşlarımdan görenler de "o kadar da kötü olmamış" dediler. Birazdan gidip düzelttireceğim. Telafisi var neyse ki. Kuaför sonrası kızımın okuldaki yılbaşı balosuna yetişeyim dedim ve okuluna gittim. Tabii toplam süre öğle tatili zamanını çoktan aşmıştı. Tam okulun kapısından içeri girmiştim ki, ofisten gelen bir telefonla kızımı da göremeden gerisin geri ofise dönmek zorunda kaldım. Yolda radara yakalanırım diye çok korktum ama kazasız belasız geri döndüm. İyi de bir haber aldım bu arada. Eşimi yılın başından beri çekap (genel sağlık taraması mı demeli?) yaptırması için ikna etmeye çalışıyordum ve nihayet yıl bitmeden bugün detaylı bir kontrolden geçti. Çok şükür hiçbir sıkıntı yok. Seneye de kendime yaptırmak istiyorum. Malum, önce sağlık.Pazar akşamı oldukça kalabalık olacağımız bir yemeğe davetliyiz. Yakın akrabalarımızla birlikte, cümbür cemaat, patırtılı gürültülü yemeklere bayılırım. Yeni bir yıla, sevdiklerinin büyük bir kısmıyla beraber girmekten daha keyifli ne olabilir?Bu yıl çok hızlı geçti. Herzamankinden de hızlıydı herşey. Ama daha oturmuş, daha bir kıvamı tutmuş bir yıldı. Şükrediyorum her zamanki gibi. Herşey için. Mutlu ve sağlıklı bir yeni yıl ve neşeli bir bayram dileklerimle.

Geçen sene, birinci yaşını kutladığımızdaki hali gözlerimin önüne geliyor sürekli. Ne hızlı akmış zaman. Bugün oğlumun ikinci doğumgünü. Partimizi Pazar gününden yapmıştık. Oğlum dışında, herkesin keyif aldığını umduğum bir gündü. Kalabalıktan hoşlanmadığı için sürekli kucağımdaydı. Süs balonlarıyla bile ilgilenmedi. Henüz kendi partisinin keyfini çıkaracak kadar büyümemiş olsa da, bir yıl içersindeki inanılmaz değişimi ve gelişimi müthiş. Şaşırmamak, hayran olmamak elde değil. Tabii herşeyi daha da güzel anlayıp anlattığı için, direttiği konular ve gerildiğimiz anlar da arttı nispeten. Yine de iyi ki aramıza katılmışsın oğlum, iyi ki doğdun, iyi ki varsın!
Hayatın renklerinin nerede nasıl karşımıza çıkacağı belli olmuyor. Bir anda hiç beklenmedik bir hediye alıveriyor insan. Seviniyor. Mahçup oluyor. Düşünüldüğü, akla geldiği için mutlu oluyor. Çok teşekkürler Renkler! Hediyene bayıldım. İdeal kıyafet kısmı doğru, diğeri içinse çok fırın ekmek yemem lazım. Sevdiklerinle birlikte her açıdan güzel ve iyi bir yıl dilerim sana. Çalıştığım sektör itibariyle, fuarlar hariç, on yılda sadece iki kez etek giydim işyerinde ama, bu kıyafete bayıldım. Bence de çok zarif. Tekrar teşekkürler.
Dün öğleden sonra öğretmenimizin veli görüşme günü idi. Hem genel durumu konuşmak hem de bazı konularda fikir almak için babamızla birlikte okula gittik. Genel durum gayet iyi. De..Bir problem olduğunu söyledi öğretmenimiz. Bence de tespiti çok doğru idi. Kızınız çok duygusal dedi. En ufak birşeyi kaybolsa ağlamaya başlıyor ve avutamıyorum dedi. Hele birgün, pofuduk bir atkısı var, serviste unutmuş ama sınıfta kaybettiğini düşünmüş. Hediyeydi o diye uzun süre ağlamış. Ben konuşuyorum onunla, siz de konuşun dedi. Sorumluluk almayı seven ve yerine getiren, arkadaşları ile ilişkileri iyi, görevlerini istekle yapan, verileni hemen alan, dersle ilgili ama duygusal bir çocuk, dedi. Biliyoruz duygusal. Ama nasıl daha az duygusal yapalım, o kısmı tam bilemiyorum. Kendimizce bazı şeyler yapıyorduk zaten. Ama gerçek hayat duygusal insanlara göre değil. Hamuruna bir miktar daha, tam kıvamında rahatlık katmak gerek ki, kendinden getirdiği özelliklere de zarar vermeden yapmak gerek bunu. Nasıl, nasıl?? Öğretmenimizle daha pek çok şey konuştuk, çocuklar üzerine, ergenler üzerine, gelecek yıllar üzerine. Çocuklara bakarak aileleri tanıyabiliyoruz dedi. Doğru. Sınıf genelinin gerisindeki çocukların ailelerinin de birşeylerin gerisinde olduğunu anlattı. Hele ergenlik döneminde, anne babanın verdiği yanlış tepkilerin sonuçlarının problem olarak doğrudan ortaya çıktığını bir de öğretmenimizden duymak, zaten endişe ile baktığım ergenlik dönemi için, dikkatli olunmasının önemini bir kez daha hatırlattı bana. Göreceğiz tabii. Ama şu da kesin ki, ne ekersek onu biçeceğiz.
Her bir gün, tetriste aşağı düşen şekiller gibi geliyor bana. Ne kadar iyi yönlendirilirlerse, ne kadar iyi evirip çevirirseniz, o kadar az boşluk kalacak şekilde yerine oturuyor herbiri. Yetişemedikleriniz bir kez düştü mü, ne kadar boşluk kalırsa kalmış olsun, bir daha düzeltilemiyor. Yeni düşen şekille ilgilenilse de hemen, o yerine oturmamış şekillerde kalıyor bir süre akıl. Haftaiçinin koşturmacasına en iyi gelen şey Cumartesi'nin sakinliği. Bir de Pazar'ın keyifli hareketliliği. Ne kadar az boşluk kalırsa o kadar iyi. O kadar dolu. O kadar iç rahatlığı. O kadar doygunluk. O kadar hayat..Yeni bir hafta..Şekiller düşmeye başladı bile...
Oğlum konuşmayı, kızım da okuma yazmayı söktü iyice. Akşamları evde bir cümbüş hali var bu yüzden. Ödevler yapıldı mı, okul nasıl geçti, kim kimi kızdırdı, öğretmen ne dedi, sofra kuruldu mu, öksürük de bitmemiş hala, ufaklık neler yaptı, akşamüstü neler yedi, meyve yendi mi bugün, ya öğlen sebze çorbası nasıl içildi, ekmek doğranmış mıydı içine, kaçta uyundu uyanıldı, keyfi nasıldı, okuldan yazı gelmiş cevap verilmeli, öğlen ne yedin okulda, o kadarcık mı, salata yapacaktım yeşillikler yıkandı mı, yarına ne yemek yapılacak, annem yaparsa yaşadık yoksa bulacağız birşeyler, yarınki beslenme için kurabiye mi tost mu yapsam, akşamüstü çok acıkıyor yoksa, bu ödevi anlamadım ben nasıl yapılacak, öğretmeni arayalım, cevap vermiyor, bildiğimiz gibi yapalım, yarın için çanta hazırlandı mı, ufaklığın uyku saati, dişler fırçalandı mı, geç kaldık bu akşam atlayalım, eller yıkansın, üst ve alt değiştirilsin, biberona taze su konuldu mu, emzikler yıkandı mı, hay allah en önemli emzik kayıp, nereye gitti, hah burda, terlik ya da çorap giy hemen öksürüğün yeni geçti, ben kardeşini uyutmaya gidiyorum, senin de yatış saatine yetişmeye çalışacağım, baban yanında neyse ki, salondaki oyuncaklarını odana götür, süt içildi mi, biz geç kaldık yatalım, önce yanyana küçük yatakta yatıp sohbet edelim, neler yaptın bugün, resim yaptın öyle mi, yarın bakayım olur mu, ben de anlatayım neler yaptığımı, hadi artık kendi yatağına yat, kapat gözlerini, emziğinle de oynama artık, sizi çok seviyorum, sen de beni seviyor musun, harika, hem de kocaman ha, hadi artık uyuyalım, uyumuşsun kardeşinin odasından çıktığımda, yetişemedim, saçlarını okşayabilirim, uyandırmayayım dikkat, sabaha temiz gömlek ve çorap hazır mı, oh var neyse ki, yarın sabah tost yaparım kurabiye için gücüm yok, yürüyüş bandı, yok ona hiç gücüm yok hem de iki yıldır, vitamin almalıyım, kilo da almışım biraz, iştahımı açmasın daha beter, mutfağı toplamışsın ellerine sağlık, kalan yemekleri ben streçlerim, ne ikram edeyim sana, film var mı bu akşam, yok mu, Coupling'in iki bölümünü seyredelim o zaman, tamam oturuyorum hemen, yemek de yapmadım, buluruz birşeyler, saat on olmuş, uykum geldi ama dayanırım, ojelerimi yine silmeyi unuttum, marketten aldıklarımı yerleştireyim birde balkonda kaldılar, hemen geliyorum, hemen...Nihayet. Eee ne seyrediyoruz bu akşam?
Sanki gürül gürül birşeyler akıyor da, ben kaçırıyorum, kafamı bu gümbürtülü akışın aksine çevirmişim de sesini duyuyor varlığını biliyorum, ama başka birşey yapmıyormuşum gibi hissediyorum. İşlerin hafifleyeceği yok. Kaçamak da olsa yazmalıyım ben. İçim istiyor. Okumam öğrenmem yetişmem gereken bir sürü sayfalar dolusu bilgi var. Yine de fırsat bulup yazmalıyım. Yazmazsam daha rahat odaklanırım diye düşündüm, ama yazarsam odaklanamayacağım diye birşey olup olmadığını test etmedim henüz. İç sesimi seviyorum ben. Onu duymak, dinlemek, yazmak ve paylaşmak çok önemliymiş benim için. Devam..
Annelog 1 yaşına girmiş 14 Kasım'da. Kutlamayı unuttum. Ne çabuk geçmiş bir yıl. Pat diye başladığım ve bir ayna olduğunu düşündüğüm sanal günlük sayfaları, hayatımda özel bir yer edindi çabucacık. Konuşamadığımda yazabildiğim ve bir nevi istim atıp rahatladığım, belki kendimi aslında ben böyleyim, aklımdan da bunlar geçer diye tanıttığım ilan tahtam, ışıltılı aynam, yazılı hafızam burası. Hele yeni tanıdığım ve her sesime ses veren, vermese de benim okuduğum ya da tarafından okunduğum arkadaşlar, düzgün insanlar hiç de sanıldığı kadar az değil dedirttiler bana. Bir de onaylanmanın rahatlatıcılığı öyle iyi geldi ki. Belirgin bir etkisi oldu eminim. Önümde beni bekleyen zor ve oldukça fazla sorumluluk isteyen işler var. Altından kalkmam ve alnımın akıyla çıkmam lazım. Bu yüzden bir süre mola alıyorum. Mutlaka tekrar yazacağım. Sadece zamanını bilemiyorum.Sevgiler...
Bu aralar üzerimde tuhaf bir hoşluk var. Hani soran olsa, iyilik güzellik diyeceğim ama öylesine değil, gerçekten bu şekilde olduğu için. İyi işleyen, bakımı yapılmış, dişlileri yağlanmış bir makina gibi biraz. Tıkır tıkır işleyen ve yol alan...Zorlandığım her anda, böyle bir düzlüğe çıkacağımı hayal edip kuvvet veririm kendime. Hep işe yarar. Ancak ufukta son bulabilen geniş bir ovanın üzerinde, güneşli ama ılık bir gün hayal etmek gibi. Ya da açık denize kıyıdan bakmak gibi. İçimi açar. Cuma günü kurs eğlenceli geçti. Çok şeker, minicik, muhtemelen bizden on yaş küçük bir hocamız var. Hiçbirşey bilmeyen ve estetik kıvraklıktan nasibini almamış bizlere karşı oldukça sabırlı idi. Ama yine de, ilk dersten itibaren diğer gruplara göre daha hızlı ilerlediğimizi söyledi. Ya da sadece bizi motive etmek istiyor da olabilir. Bir ay sonunda ne durumda oluruz kestirmek zor. Dokuz on yıl boyunca her Cumartesi öğlene kadar çalışan biri için, artık cumartesileri çalışmıyor olmak da büyük bir lütuf. Son derece kıymetli saatler. Tazeleyici. Dinlendirici. Keyifli. Hele akşamında yıllardır evimizde ağırlamadığımız arkadaşlarımızla tekrar biraraya gelmek, çocukların son hallerini fotoğraflamak, pilavın tutturulamamasına ve tam oğluşun uyku saatine denk gelmesine rağmen yemek yemek daha da güzel oluyor. Rutin ama hoş bir Pazar tüm bunların üstüne iyi gidiyor. Bir de eşimin firmasında, çok fazla vakit almayacak ek bir işim var artık. Henüz çalışmaya başlamadım ama, keyif alacağımı bildiğim ve yapmaya can attığım bir iş. Bakalım insanın eşi patronu olunca nasıl oluyor. İşte böyle. İyilik, güzellik, hoşluk, sağlık. Devam ettiği kadar..
Yenileri çıktıkça unutmadan yazayım:Abakık : ayakkabıDumbudumbu : davul ve vurmalı her türlü gereçPapat : kapattopiztpitop : topitopBu aralar en gözde sorusu (her an ve herşey için) : Mu ne? (bu ne?)İlk dört kelimelik cümlesi : diş..fııça..neede..anne?.....Alakasız not : Bu arada, geçen Cuma hocamız gelemediği için kursa başlayamadık. Azimliyiz. Bu hafta başlayacağız mutlaka.
Kardeşler arasında ekip ruhunu yerleştirmek, ileride ya da şu anda yaşanması muhtemel kavgaları önlemeye yeterli olur mu acaba? Bilmiyorum. Ceza da, ödül de aynı anda iki tarafa da uygulansa, birbirlerini daha çok kollamaya yönelirler mi? Ufaklık artık ufak değil. Ablamız da artık küçük çocuk değil. Çok da müdahale etmemek gerek. Kendi ilişki yollarını çizmeliler. İşler sanırım bundan sonra daha da karmaşıklaşacak. Hem yakın hem de uzak durmaya çalışmayı öğrenmemiz gerek bizim.
Hayat inanılmaz bir hızla akan ve bilinen deyimle bir daha aynı yerde yıkanamayacağımız bir nehir. Aklımıza geleni öyle çoook da uzun uzadıya tartacak lüksümüz yok bence. Yüreğin dayanmayıp aklın almayacağı binlerce yazı ve görüntü bombardımanı içinde, akıl sağlığımızı korumaya çalışmak dönüp duruyoruz dev bir atlıkarıncada. Nehir fikri daha çok hoşuma gidiyor benim. Sevmem atlıkarıncaları. Neden bir eğlence aracıdır anlayamam. Allanıp pullansa da yerinde sayan, aynı noktadan defalarca geçen, başını nereye çevirsen yine aynı manzaraları göreceğin gürültülü ve karıncasının nerede olduğunu hala anlayamadığım bu alet, hayatın kurtulamadığımız yanlarını temsil ediyor sanırım benim için. Her yıl farklı birşeyi öğreneceğime söz vermiştim kendime. Geçen yıl temel pastacılık kursu ile başladım. Bu yıl da, ayrıca kursa gidecek vakit olmadığı için, CD'den (Türkçesi nedir compact disk'in???) hızlı okuma ile ilgili çalışayım diyordum. Bir türlü de fırsat bulamamıştım. Halbuki heryerde işime yarayacak bir beceri olurdu bu. Fırsat olunca buna da ilgi göstereceğim. Bu yılın etkinliği hiç hesapta yokken başka birşey oluverdi. Bu öğlen kızlarla Kasım ayı yemeğimiz vardı. Durum netleşti. Cuma günü akşam çoğumuzun katılımıyla başlıyoruz. Hoşlanmazsak bir ay gidip bırakacağımız, epey ter dökmeyi umduğumuz, ama ben bunu yapmıştım zamanında diyeceğimiz bir kurs bu. Yedi buçukta başlayacağız. Tüm haftanın yorgunluğunun üzerine hem de. Ama böylece haftasonunu da bölmeyip evlerimizde olabileceğiz. Bir akşam için çocuklar babalarıyla uyuyacaklar. Bakalım nasıl olacak. Merakla bekliyorum...
Hergün yara bere içinde okuldan geliyor bizim hatun. Ya çarpışıyor birileriyle, ya kendi kendine düşüyor ya da dünkü gibi kendinden büyük çocukların isteyerek ya da istemeyerek yaptıklarından yara alıyor. Yerden yüksek oynarken oralardaki büyük bir çocuk elini incitmiş bizimkinin. Pek gözümde canlandıramadım nasıl olmuş ama ağrısı dayanılmaz değildi en azından. Kazalar kaçınılmaz. Büyümenin gereği herhalde yara almak. Pek görüşemedik de akşam. Oğluş artık uyurken odasından dışarı çıkarttırmıyor beni. Yatma saatine kadar başbaşa geçirebileceğimiz zamanları da oğluşun uyku saati almış durumda. Babasıyla vakit geçiriyor bu sırada ve hayatından memnun. Ama ben onu özlüyorum. Yaralarının nasıl oluştuğunu en son ben öğreniyorum. Dün akşam benim elyazısı bilmediğimi öğrendi ve çok şaşırdı. Öğretirsen öğrenebilirim dedim. Sofra hazırlarken birkaç harf yazdırdı bana. Yanlış yaptıkça da bir öğretmen edasıyla şöööyle çizeceksin, burdan kıvrıl, burda dön diye kendisi çizdi harfleri. Sonra biraz daha öğretebilmek için peşimde dolandı durdu. Ve ben yine şu an değil, kardeşin uyusun ondan sonra dedim. Oğluşun odasında çıktığımda yatmıştı. Başka harf öğrenemedim.
Babamız bu yılki uzak kıta seyahatinden döndü nihayet. Her döndüğünde, derin bir nefes alıyorum. Hah diyorum. Geldi. Ruhumun sırtını yaslayabilirim. Daha az endişelenebilirim. Paylaşabilirim. Çocuklar da çok özlemişler. Dün eve en son ben geldim. Evdeki tablo görülmeye değerdi. Bu sabah dahil ilgilerinin tamamı babalarının üstünde idi. Kızımın ilgisi zaten artık tescilli şekilde babasına ait. Şu aralar küçük bir papağana dönüşen oğlum ise, babasını gözünden ayırmak istemedi uzunca süre. Özlemenin nasıl birşey olduğunu ilk kez bilinçli yaşadı sanırım. Hastalığını bile unuttu. Bol bol cıvıldadı. Şükrediyorum. Yorgunluğumu unutuyorum. Derin bir nefes alıyorum.
Haftaiçinden planlamıştım. İlk yarıda kahve, ikinci yarıda patlamış mısır keyfi yapabileceğim, en çabuk gidip dönülebilecek ama düzgün bir sinemeda film seyretmeyi hayal etmek bile heyecan vericiydi. Başarıyla planımı uyguladım. Onbir matinesi başlamadan yarım saat de etrafa bakındım. Kendi adıma fazlaca film seçeneği yoktu. Zira korku filmlerini oldum olası seyredemem. Yavru kuşlar olmadan çizgi filmlere gitmenin bir eğlencesi yok. Vampir filmleri de hep aynı konu işte. Geriye tek bir film kalmıştı ki, zaten ilerisi için ergenlik çağına ait her türlü konu merakımı cezbediyor, Sınav filmine gitmeye karar verdim. İlk sahneden sonuna kadar, gülmek ve ağlamak arasında mekik dokuyarak, nefis bir iş çıkarmışlar diyerek seyrettim filmi. Kendi ÖSS zamanlarımı hatırladığım gibi, ileride sistemin nasıl olacağı ve çocuklarımızın nasıl bireyler olacaklarıyla ve bizlerin onlara ne şekilde tepki veren ne tip anne babalar olacağımıza kadar pek çok şeyi de bir yandan düşünmeden edemedim. Sahne geçişleri, geriye dönüşler, oyuncular, müzik, hikaye, inandırıcılık, hayatımızın bir dönemine tutulmuş enfes bir aynaya dönüştürmüş filmi. Oldum olası gümbür gümbür marş tadında müzikler beni etkilemiştir hep. Gece Yolcuları'nın Babeyli şarkısı başta olmak üzere fondaki tüm şarkılar yerli yerinde ve kullanıldığı sahneye kuvvetli tatlar ekliyordu. Eleştirmenlerin ne dediklerini bilemiyorum ama sıradan bir izleyici olarak ben böyle bir film yapılmış olmasından gurur duydum. Görmek gerek.Film müziklerinin CD'sini dinliyorum Cumartesi'den beri. Kulaklarım için iyi bir değişiklik oldu.Ben döndükten hemen sonra oğluşum uyandı ve kızım da gayet keyifliydi. Yokluğumda hiçbir problem çıkmadığını görmek keyfimi kat kat arttırdı. İçimde cılız da olsa duyduğum beni huzursuz eden ses yok oldu. Sanırım bir daha yapacağım.
Nerden nasıl bulaştı bilmiyorum ama annelog açılınca bir sürü tuhaf site de ardı ardına açılıyor. Hatta bu sabah açılanı nasıl kapattığımı bilemedim, neyse ki etrafta kimse yoktu. Bu konularda çok güvendiğim bir arkadaşımdan rica ettim. İlgileniyor sağolsun. Umarım kısa zamanda problem hallolur.
Başlık, hatunun dün akşamki ödevi idi. El yazısı ile bir sayfayı bu cümle ile doldurmuş ben işten gelene kadar. Ancak uyku saatinden sonra odasına girip bakabildim. Oldukça düzgün yazmış. Solak olduğu için kendine en kolay gelecek stili henüz geliştiremedi. Kalemi de zaman zaman en ucundan üç parmağıyla kavrıyor. Sonra yok böyle değildi diye düşünüyor olmalı ki düzeltiyor. Öğretmenine not yazmıştım uyaralım mı görünce diye. Fazla zorlamadan uyarının faydalı olacağını düşündüğünü yazmış. Burada özellikle bana gönderme yapmış zira bir keresinde, üstüste birkaç kez kalemi her yanlış tutuşunda düzelt diye uyarınca, ertesi gün öğretmenine beni şikayet etmiş hatun. Abartmıştım o gün sanırım. Öğretmenimizin de işi zor, hem çocukları toparla, hem de velileri. Oğlumun öğretmeni bu anlamda daha şanslı olacak sanırım.
İç kargaşadan yazmaya fırsat bulamamıştım. Geçtiğimiz haftasonu sanırım toplamda dördüncü kez ve ilk defa oğlum için, Darıca'daki Hayvanat Bahçesi'ne gittik. Hava da ne sıcak ne soğuk ve tam da dışarıda dolaşma iklimiydi. Çok güzeldi. Kızımı da ilk oğlum kadarken getirmiştik sanırım. Akvaryumların önündeki bariyerlere zar zor yetişiyordu. Oğlum için müthiş bir gezi oldu. Bir iki gün sonra neler görmüştük dediğimizde at, tavşan bir de anlayamadığımız bir hayvan ismi saydı ve gözleri boncuk boncuk halde, gezdiğimiz yerleri düşündü muhtemelen. Keçilere ve ponilere bebe bisküvisi ikram ettik. Aslanların güzelliğine hayran olduk. Maymunlarla epeyce oyalandık. Avuç içine rahatlıkla sığabilecek bir bebek maymunu seyrettik uzunca bir süre. Her bir kafesin önünde, içindeki hayvanla ilgili konuştuk mümkün olduğu kadar. Her ikisi de çocuk parkındaki oyuncaklardan boylarına uygun olanlarını denediler. Çoook yüksek olan kaydırağın en tepesine kadar çıktı kızım, giderken de deneyeceğim diyordu ama, kaymaya cesaret edemedi. Önemli değil, sanırım ben de çekinir kaymazdım oldukça yüksek dedim. Belki seneye deneyebilir. Eğimli her türlü yerden korktuğum için benim asla deneyebileceğimi sanmıyorum.Flamingoları çok sevdim bu kez ben. Hem kafes içinde de değillerdi, tıpkı leylekler gibi. Demek ki gönüllü olarak konaklıyorlar orada. Hoş, mekan da gönüllü olunmayacak gibi değil. Bir de timsahları tutan tek kat kalın cam çatlamıştı. Bir kuyruk darbesinde tuzla buz olur mu acaba diye düşünmeden edemedim, farkettirmeden bizimkileri çekiştirip erkenden bölümden çıkalım diye çabucak kapıya yöneldim. Nerden gelir böyle şeyler aklıma bilemiyorum. Etrafa bak, keyfini çıkar değil mi? Yok! İlla ki ihtimalleri hesaplayıp duracağım. İstemiyorum ki ben böyle olsun...Sonuç olarak, çok keyifli bir gündü. İyi ki gitmişiz.
İyi düşününce iyi olur herşey. Bazı şeyleri olduğu gibi kabullenmeyi öğrenmiştim yaş gereği. Ama tam olmamış demek ki. Neyse...Hayat hala çok güzel. Hala her dakikam için şükrediyorum. Dünkü telaşla iş arkadaşlarımla paylaşmıştım sıkıntımı. Ekibiz biz, destekleriz, açık olursa kapatırız, bu kadar da üzülecek birşey yok dediler. Salya sümük olmasaydım daha iyi olurdu ya, neyse. Halden anladılar.Limonlu peynir keki tadı ve kahve kokusu. Yanında da en sevdiğim kitaplarımdan biri. Kendime hediye resim olsun bugün.
Destek olacağını söyleyen, en çok güvenebileceğimi düşündüğüm kişilerden biri, kendi hayatını yaşamak istediğini söyler, yaptığı yardımlara çivi yutmak derse ne olur?İçin acır. Çoooooook zorlanırsın.Önemli kararlar alman gerekir.Gözlerin durup dururken kızarırİçinde çocukluktan kalma boşluklarda çöküntüler olur, epey sarsılırsınNerde hata yaptım dersinİleride neler olabilir hesaplamaya çalışırsın, başaramazsınKabullenmek istersin, henüz yapamazsınKendini hiçe sayıp düzeltmek için birşeyler yapayım dersin, içine vicdanına aklına sinmez, yapamazsınBeklersinÖnce bir de böyle denemek, sonra pes etmek istersinZor...Çok zor...
Oğluşum, taşınmamız sırasında ortaya çıkan alet kutusuna bayıldı. İçindeki çeşitli vidalar (vada diyor, a'ların üzerinde şapka var ama!), tornavidalar, çekiç (adı bambam), ingiliz anahtarı, çivi, biryerlerden kalmış prizler, fişler, kablo parçaları, renkli izolasyon bantları ve ne olduğunu anlayamadığım birçok ıvır zıvır, oldukça uzun bir süre meşgul etmeye yetiyor oğluşumu. Bu öğlen, yakındaki bir semtte kıyıda kenarda kalmış minicik bir oyuncakçıya rastgeldim. Acelem de olduğu için hemencecik girer çıkarım diye düşünüp içeri daldım. Hiç olmazsa alet edevatların oyuncak olanlarını alırsam, çok daha tehlikesiz olur diye düşünüyordum zaten. Oyuncakları buldum. Tam istediğim gibi olmasalar da hemen aldım. Çünkü kulakları son derece ağır işiten tonton bir oyuncakçı çıktı karşıma. İçeri girdim. Merhaba dedim. Kafasını gazetesinden kaldırmadı önce. Herhalde müşteriye ihtiyacı yok böyle ilgisiz olduğuna göre diye düşünüp hafif hiddetle bir kez daha, ama bu kez daha yüksek sesle merhaba dedim. Bu kez beni farketti, gülümsedi. Ne istediğimi söyledim. Hemen kalem ve okuduğu gazetenin kenarını uzattı. Yaz buraya kızım, ben biraz ağır işitirim de deyince durumu anladım. Sanki ağır işitiyor diye zor da okuyacakmış gibi büyük harflerle "ERKEK ÇOCUKLAR İÇİN TAMİR ALETLERİ" yazdım. Var var tabii dedi. Birkaç kutu çıkardı. O arada da sürekli konuştu, ben de dinledim. Bazı kutular için elimle para işareti yapınca fiyatlarını söylüyor, o oyuncağın neler yaptığını zevkle anlatıyordu. Pazarlık bile yaptık. İki kez merhaba dedikten sonra tek kelime konuşmadım ama çok güzel bir alışveriş oldu. Susup dinledim kısacık zamanda.Mutlaka tekrar uğrayacağım.
Madem vakit yok pek, kısa kısa yazayım:-12 futbol sahası büyüklüğünde bir fuara ilk kez gittim (yaklaşık o kadar vardı).-Otel, fuara yürüme mesafesindeydi. İlk günü topuklar üzerinde geçirdikten sonra otele yürürken acıdan ağlayacaktım nerdeyse.-İkinci gün şıklığı filan bir kenara bıraktım. Çok daha rahattı.-İlk günün akşamı patron bizi yemeğe götürdü. İlk defa Pekin ördeği yedim. Güzeldi.-İkinci günün akşamı 500 kişilik bir yemekte, bazılarının ne olduğunu anlayamadığım yemekler yedim. Yemekten erken kaçıp, ufak bir şehir turu yaptık.-Yıllardır göremediğim pekçok kişiyle fuarda karşılaştım. Kilo verdiğimi ve değişmediğimi söylediler. Çok sevindim. Vicdan azabı duymadan çikolata yedim.-Giderken de gelirken de uçak meslektaş doluydu. Milli takım kafilesi gibiydik.-İlk defa suşi yedim. Beğendim. Burda da iyi biryer bulup yemeliyim tekrar.-Otelin arap esintili modern bir dizaynı vardı. Sabah kahvaltıları upuzun bir masada, evdekine çok benzer yiyeceklerle, herkesin birarada oturduğu bir mekanda idi. İlginçti.-Almanya'da almanca bilmeye pek gerek yok, etrafta mutlaka Türkçe bilen biri bulunuyor.-Tüm taksiler mercedesti.-Üç hatun havalanına giderken, yolda taksiyi bekleterek dört değişik alışveriş mekanına uğrayabildik. Taksi beklerken de yazdığı için, reyonları jet hızıyla dolaştık. Neyse ki, herşey burda da var ve orda fiyatlar daha ucuz değildi. Yoksa bir tanecik saatle kurtaramazdım.-Dönüşte sevdiğin kişi tarafından karşılanmak ve yokken olanlar hakkında konuşmak, biraz sonra da çocuklarının gıdıklarını koklayacağını bilmek, tüm şehirlerden ve seyahatlerden kat kat güzel.
Şu çok bilindik rüya vardır ya, hani hızlı hareket edilmesi gerekiyordur ya da bağırılması gerekiyordur. Ama bir türlü hareket edemezsin, koşmaya çalışıp bacaklarını kıpırdatamazsın ya da sesin çıkmaz var gücünle bağırdığın halde. Eylül, bende bu hissi uyandırıyor bu yıl. Baharın her türlüsünü sevmeme rağmen. Koşamıyorum bir türlü. Değil bağırmak, konuşamıyorum bile. Şikayet değil hiçbiri. Sadece, dizlerim titriyor ağırlıktan, o kadar. Son bir gayret Hamburg'daki fuarı atlatıp, dönüşte evi yerleştirdikten sonra, akıl fikir dağınıklığı da dağılır elbet. Sağlık olsun. Bir kaç gün yokum. Takım elbise altına giyilir hem şık hem de rahat bir ayakkabım olmadığı için, üç gün boyunca topuklu ayakkabı işkencesi ile, ama yine de iple çektiğim, en büyük denizcilik fuarlarından (sanırım ikinci büyük) birine gidiyorum. Herkes orda olacak. Sabırsızlanıyorum.Bu arada, Ebruş da artık yazıyor. Yazmalıydı da. Benim akıllı, güzel (ve incecik) arkadaşım, hoşgeldin!
Hakkında, içgüdülerim dışında hiçbir fikrimin olmadığı okul çağına geldik. Bu kitabı aldım. Düzenli okumaya başlayamasam da ilk okunacakların başında. Evdeki taşınma telaşı ve kargaşası bana da yansıyor herhalde, nedense okuyamıyorum bu dağınıklıkta. Aynı dağınıklık kafamda da var. Eylül ayının yoğun olacağını biliyorduk ama bu kadarını da ummamıştık.
Bu bir hamak değil aslında, yatları üzerine oturtup denize indirdikleri vincin kayışları. Öyle güzel uyumuş ki, fotoğrafını çekmeden edemedim. Bana da gerekli böyle bir gündüz uykusu.
İşyerinde öyle bir ortam yakaladım ki, herhalde başka yerde bulamam. Saha tecrübemin azlığından dolayı güdük kaldığım pek çok konu var. E on yıllık olunca herşeyi herkese de soramıyor insan. Çekiniyor. İş arkadaşlarım kendi konularında çok iyiler. Onların eksik olduğu konularda da ben iyiyim. Bu bana istediğim gibi soru sorma özgürlüğü tanıyor. Ya da belki ilerleyen yaşla daha rahat sorabiliyorum. Özgüvenle ve hatta tecrübe ile alakalı olabilir mi? Belki ya da kuvvetle muhtemel öyle. Hani bir konferans olur da en sonunda konuşmacı sorar: Sorusu olan? Benim aklımdan pek çok soru geçse bile hiç elimi havaya kaldırmazdım. Ya da sınıfta. Çok zor soru sorardım. Halbuki, olur mu hiç? Sormadan öğrenilir mi? Kızım dün akşam aklına takılan birşeyi sormak için öğretmeninin telefonunu sordu. Önce anlamadım, sonra şaşırdım, daha sonra da sevindim. Soru soracak rahatlıkta. Güzel...
İşte tam bu yaşlarda kalın yapraklı kitapların artık metinlerini de okuma zamanı. Hatta bir miktar geç bile kalmış olabiliriz. Oğluşuma ablasına aldığımız kadar kitap almasak da, yine de fazla hırpalanmamış karton kitapları ve yenilerini ufak ufak okumaya başlamak gerek. Öyle güzel kitaplar çıkartıyorlar ki, renkleri resimleri hatta içinden çıkan oyuncakları çocukların oldukça ilgilerini çekiyor. Tek problem, biz okurken oğluşun yanımızda oturup oturmayacağı. Onu da hallettik mi, tamamdır.
Dün okulun ilk günü, çok güzel ve problemsiz geçti. İki saat kadar kalıp döndük. Bu hafta böyle geçecek. Bugün kızımı okula götüremedim. Annem yanında idi. Biraz önce dönmüşler. Anneme emanet ettiğim için, içim öyle rahat ki. Bizim sınıfın velileri çok güzel kaynaşmış ve bolca sohbet etmişler. Külotlu çorapları aynı yerden alalım, rengi bir olsun bile demişler. Ben orda değildim. Kıskançlıktan ölüyorum...
Dün marangoz ile, bugün de boyacı ile yaptığımız gergin konuşmalar sonucunda birkez daha hatırlamış oldum ki; kendi evinize uygulayacağınız kendi fikrinizi önce ustaya beğendirmek zorundasınız. Şöyle ki;-Usta bu tavanlar herzaman beyaz oluyor, duvarların renginde boyas..-Yok olmaz! Çok mantıksız olur!-Yaa!?? Neden?-Öyle.Mantıksız olur.- ...-Usta bu dolabı boyamak istiyoruz. Yapılabilir değil mi?(Dolabın sağını solunu elliyor)-Gayet güzel, neden boyatıyorsunuz ki?Burda yutkunup, oda küçük daha açık renk ferah gösterebilir filan diye birşeyler geveliyorum. Neyse sonra ikna oluyor. Ama eskitme şeklinde boyanmasına kesinlikle hayır diyor! Odaların renklerini seçtim, bakalım beğenecek mi? Marangoz ise ayrı bir alemdi. Neredeyse tüm eşyaları atın siz yenileri alın diyecekti. Hatta iki ay sonra yine aynı olur bu dediği komodini kurban verip kullanmamaya karar verdik.
Anahtarımızı aldık nihayet. İçeride henüz arkadaşlarımızdan kalma eşyalar var ama haftaya alacaklar. Bu arada işler ilerlesin dedik. Dedik de. Daha elektrikçi, parkeci, ocu bucu gelecek. İş değil, ustalar korkutuyor beni. Alttan alacak sabrı herzaman bulamayabilirim diye.
İnsanın bu koca şehirde başına gelebilecek en güzel şeylerden ve bence başlıcalarından biri, evinin ve işinin birbirine çok yakın olması. Zamandan kazanç, trafikten muafiyet ve öğle tatilinde evde yemek demek bu. Bu yüzden yaşadığımız yeri çok seviyorum. En fazla altı yedi kilometre yarıçaplı bir daire içinde evimiz, işim, eşimin işi, kreşler, annemin evi, bakıcımızın evi, balıkçı ve köfteciler, üç dört tane semt pazarı, sahil kenarı salaş kahvesi ve daha bir dolu mekan bulunuyor. Çok pratik. Öğle tatillerinde markete gidip alışverişi hallediyorum mesela. İş çıkışında da pazara uğrayıp, çabucacıkk sebze meyve toparlıyorum.Bir tek kızım bir miktar yol gidecek okul için. Kardeşi de okula başlayana kadar burdayız en azından. İlerde ne olur bilmiyorum tabii. Deprem bölgesi olması koca bir soru işareti ve oldukça korkutuyor. Pek de bilimsel bulunamayacak olan buraların zemini kayaymış fısıltıları ne derece doğru, bilmiyorum...Yine de iyi ki burdayız diyorum. Gülümsüyorum.
Kızım doğduğunda sadece bebek karyolası almıştık. Nasıl olsa büyüyecek, ihtiyaçları değişecek diye düşünüp. İki yaşına gelmeden de bir oda takımı aldık. Artan eşyalara ve oyuncaklara daha fazla geçici çözümler bulamadık.Dört yılda epey bir hırpalandı bu takım. Her tarafına stikırlar yapıştırıldı, resimler çizildi, boyası yer yer zarar gördü. Boyatıp elden geçirdikten sonra tekrar rahatça hırpalaması için, yazı çizi dönemini geçirmek üzere oğluşumun olacak bu eşyalar şimdi. Kaşla göz arasında çarşafları duvarları çizdiği için bunun şimdilik en iyi çözüm olduğunu düşünüyoruz. Ablasına çalışma masalı yeni bir oda hazırlayacağız. Önümüzdeki günler oldukça yoğun geçecek (hoş, hangisi geçmiyor ki?). Hala havasında değilim ama taşınmamıza birkaç gün kaldı. İş listesi yapmalıyım. Unutuyorum sonra...
Geçenlerde National Geographic'teki bir belgeselde ömrü uzatan iki besinden bahsettiler. Biri çikolata, diğeri şarapmış. Koskoca ilim bilim kanalı yalan söyleyecek değil deyip, e tabii işimize de geldiği için, haftada en az bir kez şarap içmeye başladık. Pek öyle düşkün olmadığımız için bu kadar bile içmezdik daha önce. Çikolata ise zaten olmazsa olmaz bizim evde. Dün mahlep şarabını denedik. Değişik tadları denemeyi seviyor abim. O bahsetmişti. Bahsetmekle kalmayıp bir şişe de dün aldı bize. Aslında tam şarap değil, vermut diye geçiyor, şarap, mahlep püresi ve alkolden yapılıyormuş. Tadı çok hoşuma gitti. Yoğun ve yorucu bir Pazar gününden sonra çok iyi gidiyor. Okul alışverişinin ufak tefek kırtasiye kısmını ve çanta işimizi de hallettik bu arada. Abim kızım için okul hediyesi olarak Behrengi'nin hikaye kitaplarından birkaç tanesini ve Richarh Bach 'ın Martı'sını aldı. Her gece yatmadan önce iki üç sayfa okuyacağız. Martı ile başladık. Tabii iki sayfa bile kızımdan gelen bolca soru ile oldukça uzun sürdü. Bir de babası Tarık Dursun K.'nın pekçok masalının birarada olduğu bir kitabını aldı. Azıcık da oradan okumaya başladık. Tekerleme tadında kafiyeli sözler kızımın çok hoşuna gitti. Zaten bizi odada tutmak ve daha geç uyumak için elinden geleni yapıyor, bu durumdan istifade ediyoruz biz de. İyi bir anlaşma bence.
Renkleri çok geç keşfettiğimi düşünüyorum. Okulda mesela, tam yaşımken (ne demekse) cıvıl cıvıl giyinebilirmişim daha da. Ama yapmadım. Takı da takmadım pek. Kendisi de burdan öğrenecek ama renkleri ve sesleri eşimden sonra sevdim ben. Neyse, bu ayrı uzun bir konu. Bugünün düşülecek notu başka. Sevgili Crescent'ın yaptığı takılardan seçtiklerim bugün elime ulaştı. Aksi gibi Bob Marley klibinde oynayabilecek kadar rengarenk giyindim bugün ve pek iyi mankenlik yapamadım ama, bu resimdeki kolye ve bir de pembe bir kolye küpe takımım var artık. Sağolsun, bir çift küpe de hediye olarak göndermiş Crescent'cım. Yürürken çıngırdamayı seviyorum ben. Koyun gibi. Boncuklar paralar birbirine çarpsın filan. Bu kolyeden de çok güzel sesler çıkıyor. Teşekkürler Crescent'cım.
Keyif dalda ürkek bir kuş bu aralar. Neşelenmek lazım. Sıcaklar bitti. Şükredecek çok şey var. Bu öğlen annemle cep telefonumdan konuşurken bir yandan da çantamda telefonumu arayacak kadar yorgunum. Ya da başka birşey. Bilmiyorum...
Bu yıl artık bir işimize yaramayacak olsa da, sabah burdan seyahatte yanımıza almamız gerekenler listesine bakarken farkettim ki, şehir içinde günübirlik gezilere de bu listedekilere çok yakın eşyalarla çıkıyoruz. Dün anneanneme giderken hazırladığım çantadakilerin hatırlamaya çalışayım:-oğluş için; 4 takım kıyafet (bir tanesi her ihtimale karşılık uzun bacaklı, diğerleri şort takımlar)-İlave tişört-arabadan çıkarken sırta konulacak ter emici bezler-3 adet emzik-su biberonu-şapka-bezler ve ıslak mendil-3 azı dişinin birden kabarmasıyla her an inip çıkan ateşe karşılık şurup-diş ve sıcaktan kaynaklandığını düşünmek istediğim iştahsızlık için aç karnına bir an yakalandığında (ki pek zor olmuyor) verilmek üzere vitamin şurubu-2 adet karton kitap-1 mini piano (lay lay)-ani acıkmalara karşı birkaç kurabiye-kızım için; yedek bir takım kıyafet ve iç çamaşırı-bir şişe su-gittiği yerde ayağına göre bulunmadığı için terlik-şapka
Neyse ki, kendi kitapları boyaları ve bebekleri için ayrı çantası var. Ve yine aynı çantaya kendim için en az yer tutacak şekilde yedek elbise, cüzdan, gözlük, ruhsat.
Eskiden mama teçhizatımız da vardı bu listede. Sıcak su termosunun çanta ağırlığı üzerindeki etkisi sanılandan fazla. Kızımın doğumunda bir sporcu çantası almıştım. Şirin bebek çantalarına taa o zamandan beri sığamıyorum zira. Edip Cansever'in "masa da masaymış ha" diye şiiri vardır ya, bizim ki de çanta da çantaymış ha, bu kadar zaman bana mısın demedi. Kışa ne yapacağız bilmiyorum, değişen hava şartlarına heran uyum sağlayabilmek için farklı özellikte ve kabarık kıyafetler, yağmurluklar, yelekler. Off, şimdiden yoruldum. Biraz risk alıp, hafiflemek lazım. Her servisi de karşılayamayız ya, değil mi?
Sahilde simitlerine bayıldığımız, her Pazar mutlaka erkenden uğrayıp koca bir poşet kahvaltılık çörek börek simit aldığımız bir fırın var. Dün akşam çarşıda ufak bir gezinti ve köşebaşı balıkçısında yemekten sonra yine uğradık. Duvarda küçük bir kutu asılı idi. Bağış kutusu yapmışlar. Bu paralarla, belediyeden yoksul olduğunu belgeleyen ailelere ücretsiz ekmek vermeye başlamışlar. Yıllardır tanıdığımız fırın sahipleri de oldukça heyecanla kimlere ne kadar ekmek verildiğini kaydettikleri listeyi gösterdiler. Üç varlıklı işadamı da yüklü yardım yapmış ve çeşitli yerlerde bu şekilde ücretsiz ekmek dağıtılmaya başlanmış. Para artarsa da kırtasiye, giyecek, ilaç gibi başka yardımlar da yapılacakmış. Çok sevindik. Her kim önayak oldu ise, müthiş güzel bir iş yapmış.
Okulun ilk yılı, hepimizi toplayıp devlet tersanelerini gezdirmişlerdi. Hayatında ilk defa tersane ve yapım aşamasında gemi gören bizler, ağzımız bir karış açık, küçük ördek yavruları gibi hocanın peşinden giderek, fazla da etrafı kurcalamamaya çalışarak, işin ciddiyetinden uzak biraz da şakalaşarak dolaşmıştık tersaneleri.Atölyelerin kapılarındaki yazılar hala aklımda:"Bu atölyede 245 gündür kaza olmamıştır". Gururla yazılmış, her gün tebeşirle yazılı rakam kısmı silinip, kazasız geçen bir günün daha arttırdığı rakamın yazıldığı siyah tahta üzerine beyaz yazılar...Dün, okuldan mezun olduğumda ilk çalıştığım tersanedeki bir gemide patlama oldu. Haberlere göre 5 işçi ölmüş. Yaralılar var deniyor. Bulunduğum ofisten tersane girişini görebiliyorum. İtfaiye arabaları ve ambulanslar. Bugün de işçileri durdurmaya çalışan polisler ve işçiler kapıdalar. Olan oldu. Giden gitti...
Yeni bir huy geliştirdi oğluşum. Eline ne geçirirse, ağır hafif bakmadan fırlatıyor. Bazen sofranın ortasına, bazen ablasının kafasına. Tepki vermemeye çalışıyoruz ki, iyi veya kötü yaptığının ilgi çektiğini düşünmesin. Seyircisiz bir oyuna devam etmeyeceğini umuyoruz. Ufak düzelmeler yok değil. Yine de atış menzilinde olmamak için hepimiz dikkat ediyoruz. Bir basket potası almanın zamanı geldi galiba. Hiç olmazsa atışlarının bir hedefi olsun. Umarım işe yarar.
Herkesin hayatında var mıdır böyle birileri? Lise yıllarında, henüz hayat acemisiyken, söyledikleriyle ve yaptıklarıyla "etkileyen"?Her Beşiktaş Atatürk Anadolu Liselinin hatırlayacağı ve benim de hiç unutmadığım edebiyat hocam Ersin Aybars öyle biri. Tesadüfen Ekşi Sözlük'te rastladım kendisine. Hesaplıyorum, en son 15 yıl önce ders almış olmalıyım. İlkokulda "hayat bilgisi" dersi vardı ya, işte onun lisedeki versiyonunu müfredat kılıflı edebiyat derslerinde, ama sahicisini, bizlere öğreten hoca. Mecburi hizmet dolayısıyla Elazığ'da bir süre okuyup, sonrasında İstanbul'un göbeğinde bir okula gelmek yeterince sarsıcı iken, bir de o ana kadar gördüklerimden çok daha farklı bir Ersin hoca, en az kendisi kadar değerli ve "ders" aldığım eşi, yine edebiyat öğretmeni olan Tülin Aybars, bildiğim herşeyi sorgulatmışlardı bana.Lise sonda idi galiba Amadeus filmini, her beş on dakikada bir durdurup yorumlayıp/yorumlattırarak seyrettirmişti bize. Sınavda da sorular filmden gelmişti. Ekşi sözlükte okuduğuma göre son zamanlarda Fight Club seyrettiriyormuş. Andre Gide'in "Dünya Nimetleri"ni ise tüm yıl boyunca okuyup tartışmıştık. Şimdi beni görse tanımaz herhalde. Adımı hatırlamaz. Ama bir yerlerde karşılaşmayı ve teşekkür etmeyi çok isterdim. Emekli olmuş bile olabilir. Hocam! Yazımı okursanız en azından burdan teşekkürümü kabul edin. İmla ve mantık hatalarını da affedin. Sizi ve eşinizi hiç unutmadım. Süslü cümleler kurup haddimi aşmayayım diye kısa kesiyorum. Biraz korkuyla karışık da olsa, saygı ve sevgilerimi gönderiyorum.
Anneme gittiğimizde, büfenin kitaplık bölümlerini kurcalarken şu kitaba rastladım. Daha önce görmemiştim ya da farketmemişim. Annem almış bir ara. Ama okumamış. Hemen el koydum. Aslında babalara hitaben yazılmış. Günümüz koşturmacasında annelerin olduğu kadar babaların da işi oldukça zor. Bize kıyasla, çalışma saatleri ve günleri (hatta yerleri)konusunda herhangi bir kapris yapma şansları yok. Kitap biraz önceliklerle ilgili. Çabucak okunabildiği için sıkmadan konsantre bilgiler verip, kısaca babalara (ya da o roldeki kişilere) çocuklarınıza vakit ayırın, model olun, ilgi gösterin diyor. Tabii vakti daha da az olan babaların bu kitabı okumak yerine çocuklarıyla vakit geçirmesi de doğru bir seçenek. Yine de, kendini geliştirmek isteyen bir babanın okumasında fayda olacağını düşündüğüm bir kitap.
Unutmadan oğluş sözlüğü yapmam lazım. Şimdi başlayayım. Zaman zaman yenileri oldukça eklerim. Düzgün söylediklerini değil ama ilginç olanları ileride de hatırlamalıyız mutlaka. Fotoğraf makinasının tarihini de düzeltmeli artık.Bambuş : BabaanneAninne : AnneanneKaaga : KuşAv : AlAbakaka : Al bakalımTikko : DomatesZuş : SuÜt : SütAmba : LambaAmpil : AmpulBaakım : BalkonFotoğraf tatilde iken anneannesinde çekildi. Babaannesine hamur işleri konusunda oldukça yardımcı oldu. Sonrasında tüm mutfağın süpürülmesi gerekse de, epey eğlendi.
Haftaya ağlayarak başladım.
Bence kariyer denilemeyecek ama bir şekilde çalıştığımı düşündüğüm iş hayatımın dönüm noktası diyeceğim bir kararla geçtiğim firmadan, mesai saati bitiminde (!) çıkıyorum diye işten atılmıştım. Bundan 3-4 yıl kadar önce. Hem de kendileri iş teklif etmiş olmalarına rağmen. Hem de baştan altıda çıkacağımı söylememe ve kabul (!) etmelerine rağmen. Hem de yine de çoğu akşamlar daha geç çıkmama rağmen. Hem de çok alıştığım sevdiğim hala unutamadığım bir işte zaten çalışıyor olmama ve bir söz verdim deyip kal ısrarlarına rağmen...
Hiç bir işimi özgeçmiş gönderek bulmadım ben. Bulunduğumuz yer küçük. Herkes birbirini tanır. Nasıl çalıştığını bilir. Değil bir iş yerinden kovulmak, o ana kadar kötü söz dahi işitmemiş bir ben, sizinle çalışamayacağız dendiğinde ne yapacağımı şaşırmıştım. Bugün o iş yerinden bir arkadaşımı gördüm. Tüm kadro değişmiş, bir tek benimle iş görüşmesini yapan, beni baştan söylediğim mesai bitiminde çıkmalıyım şartıyla kabul eden, taşaronluk zamanında iş verdiğim o müdür kalmış. Arkadaşım da üzgündü. Saat altıda çıkıyorsun diye yapılacak iş miydi dedi. O da istifadan dönmüş bir iki kez. Şimdi ben de beş buçukta çıkıyorum dedi. Onunla konuşurken boğazımda düğümlendi kelimeler. Devam edemedim. Gittiğinde de zaten yaşlarımı tutamadım. Demek pişmanlık böyle birşey. Yokolmuyor. Romatizma gibi her yağmurda sızlıyor.
Nefis bir haftasonuna ait nefis resimler çekmiştim bir de. Bu sabah hafıza kartının azizliğine uğradı hepsi. Silindiler. Ama pozlar bile aklımda. Yapabilirsem ve denk getirebilirsek birkaç tanesini tekrar çekmeliyim. Özellikle dört büyük dört küçük aynı masada, hem de hepsi (!) oturur vaziyette ve kameraya bakar iken yakaladığımız poz mutlaka tekrarlanmalı. Cumartesi kaçamağı ise ayrı bir konu.
Tüm bunların üstüne, neyse ki kızlarla buluştuk öğlen. İyi geldi. Çok tatlılar. Eksik kadro idik ama, Eylül gibi tamam olacağız. Bir de bebek haberi aldık. Grubun en minik üyesi o olacak.
Yukarıdaki resimdeki ben oluyorum. Bu sabah kahvaltıda kızım çizdi. Eteğim resimde çok daha uzun ve renkli. Saçlarım olduğundan uzun resmedilmiş. Dudaklarım ancelina coli gibi değil tabii gerçekte. Ama bu aralar nedense abartılı çiziyor. Bir de kollarımı kısa çizmiş. Sanırım daha çok sarılmalıyım. Yanaklarımdaki makyaj değilmiş. Sadece pembe pembelermiş. O kadar. Kısa bir ayrılık yaşadıkları için bu sabah anneanneleri çok revaçtaydı. Beni o yüzden çalakalem çizdi. Üzülmemeyeyim diye sanırım. Anneannesini peri kızı şeklinde çizmiş çünkü. Böyle kabarık etekler, yapılı saçlar, ellerde kurdedeli sihirli değnekler filan. Oğluşum ben giderken bakmadı bile. "Aninne"sinin kucağından inmedi bir türlü. Ben de sessizce kapıyı kapatıp çıktım. Akşama az kaldı. Evim. Seni özledim.
Blog yazmaya başladığımda ne kadar devam edeceğimi bilmiyordum. Yüzüncü post olmuş bile. Tebrikler Annelog!
Her ikimizin de heyecanla bu Cumartesi'yi beklediğimizi söylemeliyim. Bakıcımız öğlene kadar kaldığı için, sabah erkenden çıkıp, en geç bir gibi dönmeliydik. O yüzden kahvaltıdan hemen sonra çıktık. Yolda ilginç konulardan bahsettik. Mesela araba kullananların neden etraflarına ve diğer arabalara hiç bakmadıklarını sordu. Bir de elektrik direkleri ve telleri çok ilgisini çekmiş. Kablolar koparsa neler olur, evde hangi eşyalar elektrikle çalışır, yeraltına döşenen kablolara derine konuldukları için üzerlerinden araba geçse bile birşey olmaz gibi konularda, epeydir konuşmadığımız kadar sohbet ettik. İlk durağımız kitapçı oldu. Uzun uzun kitaplara bakıldı. Kimsecikler olmadığı için bölümler arasında ayrı ayrı dolaşırken, bir yandan da konuşuldu. Yeni gelen kitaplara bakıldı. Boyama kitabı ve bir dergi alındı. Bir de şu yeni moda olan kartlar var. Üzerlerinde çeşitli fantastik çizgi karakterlerin olduğu ve her birinin kısa özgeçmişinin (evet üşenmemişler ayrı ayrı geçmişlerini ve şu anki durumlarını yazmışlar!) ve özelliklerinin puanlandığı kart destesinden aldık. Kızımı kartların başında gören ufak bir erkek çocuğu babasına "ama bunlar erkekler için!" dese de biz aldırmadık. Nasıl oynandığı hakkında en ufak bir fikrim yok bu kartların. Ama hangisi iyilik hangisi kötülük için çalışıyor hepsini tek tek okutturdu bana. Hangi tarafta oldukalrını anlayamadıklarını da sordu. "Bu iyi mi yoksa kötü mü anne?" diye. İyileri kendine aldığı ve kötüleri de bana verdiği bir oyun icad etti bile aslında. Sonra,dondurmacı henüz açılmadığı için kahve içmeye gidildi. Çantamızı çaldırdığımız kafenin başka bir şubesine gittiğimiz için, "Anne çantana dikkat et!" diye uyarmayı da ihmal etmedi. Bir de ben kasada iken "Anne, gözünü benden ayırma olur mu?" dedi. Çok etkilenmiş çantamın çalınmasından. Hala etkisi geçmemiş anlaşılan. Kafede kitaplarımıza dergilerimize baktık ayrı ayrı. Çiyzkek ve kahve keyfi yaptım bu arada. Artık dondurmacı da açılmıştır diyip kalktık. Şekerci dükkanına uğrayıp, stikırlı barbi şekerinden almayı da ihmal etmedik yol üstünde. Dondurmamızı alıp incik boncuk baktık bir süre. Çıngıl çıngıl kolyelere pek bir meraklı olduğum için, fiyatı inanılmaz derecede düşmüş iki kolyeyi hemen aldım. Bu arada "anne çok şey aldık" diye de beni frenlemeye çalışıyordu 6 yaşındaki kızım! Başarılı da oldu hani. Bebek mağazalarını dolaşıp, oğluşum için indirimden bir sonraki sene giyebileceği uygun fiyatlı giysilerden aldık.Ayakkabı mağazasına da bakalım lütfen lütfen diye tutturunca ben (!), "tamam anne bakalım, sonra eve gidiyoruz ama!" dedi.Rolleri değiş tokuş ettik bir müddet. Hiç de fena olmadı. Dönüşte, başka ne yapsaydık iyi olurdu diye sordum. Düşündü. Tombul bebek istiyordum alsaydık iyi olurdu dedi. Zaten pek çok bebeğin var, hem de büyüdün ne bebeği gibi nutuk atma işine girişmedim. Sadece bu günden çok keyif aldığımı söyledim. Diğer kısımlar hoşuna gitmiş. Sanırım tekrarlayacağız. Eve gitmeden Neşeli'ye uğradık. Bizim hatun, Neşeli'nin kibar davetini ikiletmeden hemen "tabii kalırım" diyerek kendi öğleden sonra programını yapıverdi. Vaktimiz hiç kalmadığı için ben de oğluşumun yanına döndüm. Biz gittikten sonra yarım saat arkamızdan ağlamış. Kendini gösterip attaaa diyormuş. "Özür dilerim annecim, ablanla gitmemiz gerekti. Bir dahaki attaya birlikte gideriz" dedim. Neyse ki kızgın değildi. Unutmuştu bile.Akşamüstü Neşeli eve bıraktığında hatun gayet keyifliydi. Tek sorun, günümüzü babasına anlatırken ayakkabı mağazasına gitmek için tutturmamı anlatması oldu. Gerisi süperdi!
Yarın için sadece ikimize ait bir öğleden önce planladım. Bol dondurma ve en sevdiği dergiler. İsterse de sinema. Başbaşa kalamadık uzun zamandır. Arada bu kaçamakları mutlaka yapmalıyız. İnciklere boncuklara bakarız hem. Kız kıza. Sıcaktan ofiste erirken yarını hayal ediyorum. Bakalım planımı beğenecek mi? Oğluşumun tekelindeki saatlerim oldukça fazlalaştı. Akşam ve sabahları görüştüğümüz zaman zaten sınırlı. Özellikle kendisine ayrılmış, sadece ona ait saatler iyi gelecek. Bunu evde yapmamıza imkan yok. En iyisi dışarı çıkmak. Elele tutuşup canımızın istediği yerde durmak, istemediği yerde koşmak. Saatler de geçmiyor bir türlü...
Kalbimden ve aklımdan geçenleri bilmiyorsun. Senin için neler istediğimi öncelikle. Olamadıklarımı olmanı. Yapamadıklarımı yapmanı. Gidemediğim yerlere gitmeni. Söyleyemediklerimi söylemeni. Başaramadıklarımı başarmanı. Bilemediklerimi bilmeni. Boynuzun kulağı geçmesini. Hayata kafa tutmanı. Benden cesur, benden akıllı, benden sağduyulu olmanı. Ama "kendin" olmanı. Bıçak sırtında yürümek gibi bazen. Yaşken eğmeye çalışmak bir fidanı. Kırılmasın incinmesin ama eğri de büyümesin. Şu an bile benden güçlüsün, sen bensiz oluyorsun artık ama ben sensiz olamıyorum. Biraz önce yine "doğru" yapmadığın birşeyleri anlattıktan sonra da dediğim gibi..Seni çok seviyorum. Bu yaşlarında yaşadıklarından ne kadarını hatırlarsın bilmiyorum ama, herşeyi unut, bunu unutma!
...giden var mıdır acaba? Yani benim gibi...İş arkadaşlarımdan biri de benimle geldi. Girişte ayrıldık, herkes rahat dolaşsın diye. Eylül'de boya işleri var yeni evimiz için. Biraz fiyat karşılaştırması, biraz renk seçimi, teflonlu mu silikonlu mu, hangi marka, vs araştırma yaptım. Durum vahim. Tahminimden pahalıya patlayacak gibi. Yapacak birşey yok, hamama giren terler.Haftasonu kalabalığı yokken rahat dolaşılıyor böyle yerlerde. Zaman kısıtlı olmasa daha iyi olurdu tabii, yine de işlerin bir miktar beklemede olduğu şu günlerde, ileride bulamayacağım bir zamanı değerlendirmiş oldum.Maydonoz tohumları aldım. Bir paket de toprak. Hem evdeki saksılar için, hem de yetiştirebileceğimden emin olmadığım tohumcuklar için. Toprak yenileme işi baharda yapılırdı galiba. Biraz geç kaldım. Ne yapalım şimdi sıra geldi. Konu üzerine, çok da ilgili ve bilgili olduğum söylenemez. Aslında tohumları kızımla birlikte ekebiliriz. Onun da pek çiçek bakımı üzerine ilgili olduğunu söyleyemem ama belki bu sayede peynirli börek yerken içindeki maydonozları ayıklamaktan vazgeçer. Belli mi olur...