Pazartesi, Mart 26, 2007

Bursa Ziyareti ve Markalar

Haftasonu babaannemizi, amcalarımızı, yenge ve yiğenlerimizi ziyaret için Bursa'ya gittik. Anneannemiz de bizimleydi. Amcaları, babaanne ve anneanneleriyle birlikte geçirdikleri zamanda, çocukların keyiflerine diyecek yoktu doğrusu. Toplamda bir gece ve bir gün kalmış olmamıza rağmen, yoğun ve her yönden gelen ilgi ve alaka ikisini de mest etti. Hafif şımarmalar olmadı değil. Çok da üzerinde durmadık.
Giderken ve gelirken feribot çok ilgilerini çekti. Yaşları gereği farklı şekillerde tabii. Oğlum, denizde gördüğü diğer feribot ve gemilerin hepsini kaldırabileceğini söyledi bize. Dikkatle ve uzun uzadıya etrafını inceledi. Kafenin olduğu bölümde, bir güzel oturup çubuk kraker yerken insanları ve bu değişik yeri seyretti. Kızım da güverteyi yamuk yapmışlar, düz değil dedi. Neden öyle olduğunu anlattık. Bu ne diye sorduğu kutuların içlerine kaçamak bakışlar attık.
Merak etmeleri ve sormaları inanılmaz hoşuma gidiyor. Bursa'da iken abim söyledi, oğluş çağlarındaki ve daha büyük çocuklar günde ortalama 400 soru sorarlarmış! Ben bizde bu rakamın çok daha üzerinde soru sorulduğunu da düşünmüyor değilim hani. Herbirine cevap bulmak da sanıldığı kadar kolay değil. Hem de şimdiden.

Bir de Ebruş beni ebelemişti. Vazgeçemediğimiz markalar konusunda. Bursa'ya giderken ve dönerken çocukların uyudukları anlarda bu konuda düşündüm. Genelde yerine, duruma, bütçeye,ihtiyaca göre karar verip seçim yaparım ama mesela Özsüt'ten pasta alırken fiyatını sormam. Belirli bir market tercihim maalesef yok, çünkü herbirinde iyi bulduğum birşeyler varken, hepsini birarada bulabildiğim bir yer yok. Elektronik eşyada Philips'i çok güvenilir bulurum nedense. Çocukların kıyafetlerini Kanz'ın "outlet" (sezon sonu demek galiba) mağazasından alıyorum sıkça. Seri sonu ama uygun fiyatlı oluyorlar. Oldukça da dayanıklılar. LC Waikiki de fiyat kalite dengesi açısından, çocuk kıyafetlerinde cankurtaran olabiliyor. Şimdi aklıma gedi, Pınar'ın ekmeğe sürülen beyaz peynirini değiştirmiyoruz. Starbucks'ın kahvelerini, diğer kahvehanelerdekilere göre daha başarılı buluyorum ve sürpriz yaşamak istemiyorsam burayı tercih ediyorum. Pek sadık bir marka takipçisi değilim anlaşılan, zira daha fazlasını bulmakta zorlanıyorum. Aklıma geldikçe ya da yeni alışkanlıklarım oldukça eklerim artık.

Pazartesi, Mart 19, 2007

İstanbul Turları #2

Bu Pazar yine sabah erkenden attık kendimizi yollara. Sahilde, arada bir kapasa da yine de güneşli denebilecek bir günde, arkadaşlarımızla nefis bir Pazar kahvaltısı yaptık önce. Rezervasyon yaptırmamıza rağmen listesinde görünmediğimiz mekanın pişkinliğine fazla da sinirlenmemeye çalışarak, ani bir manevrayla, hemen yan taraftaki kahvaltıcıya geçiverdik. Kızların keyfine diyecek yoktu doğrusu. Oğluşumla kucak kucağa kahvaltı yaptıktan sonra babamız nöbeti devraldı benden. Küçük oyun parkında ablalarıyla ve diğer çocuklarla oynamaktan müthiş keyif aldı ve hiç tanımadığı çocuklarla oyuna kuruldu hemen. Benim bildiğim erkek çocukları oraya buraya tırmanır, atlar zıplar. Kızlar daha narindir. Yok ama gerçek öyle değil..Bizim kızlar ufacık oyun alanının altını üstüne getirdiler. Hem bu oyun alanları artık boylarına poslarına küçük de gelmesine rağmen, alabildiğine eğlendiler. Arada bir ufak kazalar da olmadı değil tabii. Neyse ki bu konularda hafızaları pek iyi değil, çabucacık unutup tekrar oyuna dalabiliyorlar. Öğlen vakitlerinin sonlarına doğru istemeyerek de olsa, buluşmaları tekrarlamak üzere sözleşip dağıldık. Tam da oğluşun uyku vakti geldiği ve eve dönsek yolda kısacık uyumuş olacağı için uzun bir yola gitmeyi gözümüz kesti ve atladık İstanbul Modern'e gittik. Tophane'deki eski antrepoların arasındaki bu bina hepimizi heyecanlandırdı açıkçası. Farklı anlamlarda ama. Mesela oğluşum geniş sergi alanını görünce "Hadi koşalım!!" dedi sürekli. Kızım ise "Benim de sergime gelir misiniz?" dedi bize. Eşim siyah beyaz fotoğraflara meraklıdır. Tam da ona göre olan Magnum ajansının düzenlediği Türkiye resimleri sergisi, Süreli Sergi Salonu dedikleri alanda ve onaltı tane LCD ekranda gösterimde idi. Benimse ilgimi en çok kitaplardan yapılmış yapay tavan çekti. Altına yürümek masal dünyasında bir gezinti gibiydi ve her basit ama parlak fikir gibi beni büyüledi.
Bilet fiyatları da tahminimden uygundu. Bir de girişte 3 ytl'ye bir telefon kiralıyorsunuz. Multimedya turu dedikleri, tüm sanatçılar ve eserleri hakkında az ama öz bilgiler alabileceğiniz yazıları, telefonun ekranından seçiyor, aynı anda dolaşırken de dinleyebiliyorsunuz. Müthiş faydalı. Hem fotoğraf sergisini , hem de kalıcı resim sergisini eşimle nöbetleşe gezdiğimiz ve müze saat altıya çeyrek kala kapandığı için her bir sanatçı ile ilgili bilgileri dinleyemedik ve müzedeki tüm çalışmaları inceleyemedik ama yine de hepimiz keyif aldık bu turdan.
İki kat arasında biraz soluklanmak için (mekanın çok büyük olmasından değil, oğluşumla attığımız turlardan bir miktar yorulduk tabii) nefis manzaralı kafesinde harika kahve ve pasta keyfi yaptık. Mümkünse güzel havada ve haftaiçi gelinip, dışarıdaki oturma alanında yapılmalı bu keyif. Hatıra eşyalar pahalıydı ama. Ufak bir bloknot ve dolap üstü mıknatısı alabildik sadece.
Müzenin hemen girişinde çocukların özgürce resim yapabileceği özel bir alan var. Kalem ve kağıt bolca mevcut. Bizimkiler üst kata çıktığımızda bu odada kalmayı tercih ettiler. Anladığım kadarıyla doğum günü partileri de yapılıyor burada ve müzeye özgü etkinliklerle renkli ve farklı anlar yaşatılıyor çocuklara. Farklı olduğu kesin. Ancak çok heveslendirici bulmadım ama mesela sınıfça gelinip de partiye gerek olmadan da yapabilecekleri etkinliklerdir bunlar diye düşünüyorum. Bizim okula bir ara önereyim bunu. Belki müze ile görüşüp, böyle bir etkinlik ayarlanabilir çocuklar için.
Bu arada, kalıcı sergideki onca yaştaki enfes resimlere yakından bakmak kesinlikle heyecan vericiydi. Şaşırtıcı idi. Zamanımız tamamı için yetmedi ama aklımızda çok hoş anlar kaldı dünden. Yine gitmek gerek. Ama gelecek sefere biraz daha vakit ayırabilmek lazım.
Evimize vardığımızda hepimiz oldukça yorgunduk. Oğlum ilk bulduğu yere (ki eve girer girmez karşısına çıkan ilk halının üzeri oluyor bu) boylu boyunca yatıverdi ve iyi geceler dedi. Kızımda yattıktan onbeş saniye sonra uykuya daldı. Biz de, son bir gayret Ölü Gelin animasyon filmini seyrettik.
Yeni bir hafta ve işler yoğun. Ben hazırım..

Salı, Mart 13, 2007

Beşinci Olmak

Öğretmenimiz yeni bir çalışma başlattı yakın zamanda. Okuma alışkanlığının kazandırılması için sadece çocukların değil, evde bizim de yapmamız gereken pek çok şey var. On maddelik evde yapılabilecekler listesinin çoğunu zaten uyguluyormuşuz. Ancak en önemlisi için biraz daha özen göstermek gerek. Çocuklar bizi okurken görmeliler. Haftasonlarında gazete okurken görünmek bunun için yeterli değil. Biraz daha çaba göstermemiz lazım.
Bir de ödül var bu çalışmada. Öğretmenleri 30 gün içinde en çok kitap okuyan birinci kişiyi sinemaya ve yemeğe götüreceğini, ikinci, üçüncü, dördüncü ve beşinci kişilere de hediye vereceğini söylemiş. Çok heyecanlıydı bizim hatun bu konuda. Yanlız sadece eski okul arkadaşları ile kalabalık bir grup olarak sinemaya gitmeyi seviyor, bizimle dahi gitmiyor sinemaya. O yüzden birincilik ödülü ilgisini hiç mi hiç çekmemiş. Ama hediyeleri merak ediyor anlaşılan. Dün işten telefon ettiğimde ilk işi bu çalışmadan bahsetmek oldu bana. Eve dönünce, heyecandan büyümüş gözlerle, herşeyi baştan birkez daha anlattıkta sonra "Ben beşinci olmak istiyorum ama" dedi. Neden diye sorduğumda sinemaya gitmek istemediğini ve bir kitap okusa da beşinci olabileceğini, böylece hediye alabileceğini söyledi bir çırpıda. Altı buçuk yaşında bir kişinin kendince algıladığı şekilde olayı değerlendirip, beşinci olmak gibi bir hedef seçmiş kendine. Gülümsememeye çalışarak çalışmanın asıl amacını ve beşinci dahi olmak istese yine de pekçok kitap okuması gerektiğini anlattım. Anladı. Hemen üç hikaye bitirdi bile. Bilmediği kelimeleri sordu okurken. Oldukça da istekliydi. Kendi hikayelerini okurken ben de yanında dergimi okudum. İyi bir zamanlama ve çalışma oldu her ikimiz içinde.
Hikayeleri hep biz okurduk, şimdi kendi kendine okuduğunu görmek müthiş bir keyif. Hem beşinci olmak için de çok çalışmak lazım, hep birinci olunacak değil ya.

Perşembe, Mart 08, 2007

...

Okul Aile Birliği'nin düzenlediği 8 Mart yemeğine gittim bu öğlen. Yemek henüz bitmemesine ve ara sıcakların bile daha servis edilmemesine rağmen apar topar geri döndüm işe. Arkadaşlarımı görebilmek için iyi bir fırsat olur diye düşünmüştüm ama herkesin benim gibi acelesi olmadığından yemekler hazır değildi ve garsonları benim erken gitmem lazım yemeği erken getirin lütfen diye birkaç kez uyarmam gerekti. Şöyle bir arkama yaslanıp sohbet edemedim kızlarla. Konuşabildiğimiz ve dinleyebildiğim kadarıyla, yine okulda olup biten pek çok şeyi bilmiyormuşum, kaçırmışım, dün kızımı bilmediği için çıkışıp kırdığım konuda, aslında sınıf geneli de o durumdaymış, onu da öğrendim, aferin dedim kendime.
Başım ağrıyor bugün. Yine bu yetişememe, yetememe, kısılma hissine kapıldım. Şekersiz kahve içerken yazayım dedim. İşler de giderek artıyor. Daha da artacak. Bizim sektör altın çağını yaşıyor şu sıralar. Birkaç yıl sonra düşüşe gececek. O zaman bol vaktim olur, ara sıcakla ana yemek arasında arkama yaslanıp sohbet eder, bu zamanlarımı hatırlar gülümserim.
Diye düşünüyorum...